Türk Ekonomisi

 

İ.Orkun Atalay  

301’de hukuka “Fransız” kalanlar


Fransız yapımı Ermeni filminin Fransa’da piyasaya sürüldüğü günümüzde, Türkiye’de de farklı bir film oynamaktadır. Milletimiz olan Türklüğü, milletin kendi kendini yönetme şekli olan Cumhuriyeti, milletin iradesinin tecelli ettiği TBMM’yi, Türk devletini temsil eden hükümeti, adaleti ve asayişi sağlayarak devleti idame ettiren yargı ve kolluk organlarını tahkir ve tezyif etmenin suç olmaktan çıkarılması için kampanya başlatılmış bulunmaktadır.

Dikkat edilirse sayılan tüm bu unsurlar bir devletin varlığı için gerekli unsurlardır. Bunlara hakaret ve aşağılama sadece bir suç teşkil etmeyecek, toplumda hakim görüşü zayıflatacak, bu değerlerin anlamını yitirmesini ve doğan boşluğun yeniden farklı bir şekilde doldurulmasını sağlayacaktır. Zaten madde gerekçesinde de, burada korunan hukuki yararın “Türklüğün” ve “Türk devletinin” saygınlığını korumak olduğu açıkça ifade edilmektedir. Ulu önder Atatürk’ün miras bıraktığı millî Türk devleti ve Cumhuriyetin korunmaması demek, Atatürkçülüğün korunmaması, dolayısıyla sosyal ve siyasal hayattan silinmesi sonucunu doğuracaktır. Atatürk’ün zihinlerden silinmesinin bir sonraki adımı siyasî bağımsızlığın kaybı olacaktır.
Fransa parlamentosu 12 Ekim 2006 tarihinde çıkardığı kanunla sözde Ermeni soykırımı iddialarının reddini suç olarak ihdas etmiştir. Böyle bir kanunî düzenlemenin hem ırk ayrımcılığına dayanması, hem de düşünce ve ifade hürriyetini ortadan kaldırması bakımından başta Fransa’nın kendi anayasası olmak üzere, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin de aralarında bulunduğu tüm milletlerarası insan hakları sözleşmelerini ve bildirilerini ihlal etmiş bulunmaktadır. Buna rağmen hiçbir insan hakları kuruluşundan, sivil toplum örgütünden hiçbir tepki gelmemektedir. Sadece Avrupa basınından ve politikacılarından zayıf bir eleştiri yükselmiştir. Eskiden beri süregelmekte olan “çifte standart” politikalarına bir yenisini ekleyen Avrupa, kendi mantığı içindeki çelişkiyi tartışmasız su yüzüne çıkarırken, diğer taraftan Türkiye’de, Avrupa Birliği (AB) standartlarının benimsenmesini savunan çevrenin sukutu hayale uğramasına yol açmıştır.
Türkiye’de bazı yazar ve gazetecilerin, yazılı ve sözlü olarak Türklüğü ve Türk devletini alenen tahkir ve tezyif etmelerinin ardından başlayan insan hakları ve demokrasi tartışmaları sürerken, AB en önde gelen iki üyesinden biri olan Fransa’dan gelen haberler, TCK 301. maddenin kaldırılmasını isteyenleri kendi kendileriyle çelişkiye düşürmüştür. AB tam üyeliği için ön şart olarak sürekli Türkiye’nin önüne insan hakları ve demokrasi “bahanelerini” süren Fransa’nın, bizzat düşünce ve ifade hürriyetini ortadan kaldırması ve ırkçılık yapması, TCK 301. maddeye yöneltilen eleştirileri mesnetsiz bırakmıştır. Ancak, buna karşın, Fransa’daki gelişmeleri kamuoyundan gizleme veya çarpıtarak aktarma çabaları da görülmektedir.
Dikkat edilirse son birkaç yıldır Fransa’daki hukuki ve siyasi gelişmeler tam da Türkiye’deki gelişmelerin üzerine meydana gelmekte ve hem iç hem de dış kamuoyunda Türkiye’ye yapılan eleştirileri mesnetsiz bırakmaktadır. Bunun bir rastlantı sonucu mu yoksa planlı olarak mı cereyan ettiği ayrı bir tartışma konusudur. Ancak zamanlamanın müthiş olduğu muhakkaktır. Hatırlanacağı üzere daha önce tam da Türkiye’de “azınlık” tartışmaları yapıldığı sırada Fransa’da Afrikalı ayaklanması çıkmış ve Fransa İçişleri Bakanı kendi Afrikalı vatandaşlarına “pislik” demişti. Fransız polisinin Afrikalılara muamelesi de sert olmuştu. Kadın hakları gününü bahane ederek İstanbul’da gösteri yapan yasadışı örgüt mensuplarına Türk polisinin müdahalesini eleştirenler yine bu noktada sessiz kalmışlardır. Diğer taraftan, Türkiye’nin “ucu açık” AB tam üyelik müzakereleri sonunda Fransa’nın bu kanunu bahane edip tam üyeliği veto etmesi de kuvvetle ihtimaldir. Ama ilgi çekicidir, Yunanistan vetosunu “yabancı damat” dizisiyle aşmaya çalışanlar, “Fransız öpücüğü” filmine karşılık “Cezayir savaşı” filmiyle yanıt vermişlerdir.
Günümüzde hukukun değişen ihtiyaçlara uydurulma çabasının altında yatan siyasi sebeplere bakıldığında, Türkiye’de siyasetin finansmanının millet tarafından yapılmaması sonucu güdümlü dünya ekonomik ve siyasal düzeninin dayatmalarının etkili olması görülmektedir. Bu da bir başka çelişkiyi ortaya çıkarmaktadır. Osmanlı devrinde kuralların “tepeden inme” olduğu yönünde eleştiriler getirenler acaba bugün tepeden inme kanun değişikliklerini neden eleştirmemektedir anlaşılır gibi değildir. Aslında, yarım yüzyıldır çelişkiler içinde geçen Türk sosyal ve siyasal hayatında maalesef bu tür aymazlıklar ve tutarsızlıklar alışılageldik olmuştur.


www.ufukotesi.com - 12 / 2006  

ufuk@ufukotesi.com

Ufuk Ötesi Gazetesi'nde yayınlanan yazı, haber ve fotoğraflar kaynak gösterilerek iktibas edilebilir.