Göğe Merdiven

 

Aybars Fırat  

Kütüphanelerde çocuk istismarı


Aydınlarımız Soros için tek okuyuculu bilimsel araştırmalar yapmakla, iktidarı alkışlamakla meşgul. Öğretmenlerimizin yüzde doksan beşi hiç kitap okumamakta, kendisini geliştirmemekte, öğrencisiyle ilgilenmemekte, dersini verip, nöbetini tutup bir an önce evine veya kahvesine gitme derdinde olan kişilerden oluşmaktadır. Acaba öğrencilerimiz ne durumda?

Hani maksatlı bir hesap yapılır; Türkiye'de şu kadar şu milletten, bu kadar bu milletten insan var denilerek, sonuç olarak, çok az Türk'ün yaşadığı, bir azınlık iktidarının söz konusu olduğu söylenir ya! Ben meseleye bugün biraz farklı bir cepheden bakacağım; “Türkiye’de yaşayanlar ne kadar sağlıklı?” sorusunu soracağım. Türkiye'de ne kadar hasta ve sakat var bilmiyorum. Merak edenler çabucak çıkarabilir. Mesela, ülkemizde bir milyon civarında şizofren bulunduğunu okumuştum. Engelliler haftasında yeniden gündeme geldi: Türkiye'de sekiz buçuk milyon engelli varmış. İlgili dernek yetkilileri, engelli ailelerinin de onlarla birlikte, engelliler sınıfında düşünülmesi gerektiğini, onların da bir nevi engelli olduğunu söylüyorlar ki doğrudur. Bütün hasta ve engellileri, onların ailelerini, boşanmanın eşiğindeki karı koca sayısını, gelin kaynana kavgalarının bunalttığı insanlarımızı, borç batağındaki milyonları, on milyona yakın işsizimizi, emeğinin karşılığını alamayan, kıt kanaat geçinme derdi dışında hiçbir şey düşünemeyen vatandaşlarımızı, dünyanın neredeyse en çok sigara, alkol ve uyuşturucusunu tüketen zavallılarımızı, kumar masalarında çürüyen ahmaklarımızı, rüşvetçi, iltimasçı, kaçakçı, hırsız, kap kaççı ve teröristleri ve diğerlerini yapacağınız listeye eklediğiniz zaman Türkiye'de sağlıklı insanımızın çok az olduğu görülecektir. Milletimiz, top yekun hasta ve hasta ruhlu edilmiştir diyebiliriz. Bu genel girişten sonra eldeki sağlıklı olması gereken kesime bakabiliriz.
Diyoruz ki “Türkiye'nin geleceği, hür düşünceli, beynini Türk Milleti için kullanan, çağı yakalamış, mesleklerinde başarılı, çok okuyan, çok yazan, üreten insanlara bağlıdır.” Duruma bakalım: Bilim adamlarımızın büyük bir kısmı yabancı dil sınavına hazırlanmakta, ilmî unvanını aldıktan sonra da neredeyse hiç bir şey üretememektedir. Türkçe bilim dergilerine yazdıkları makaleleri, kendi gelecekleri için bir işe yaramadığından yabancı dergilere makalelerini göndermekte, dolayısıyla bu bilgiler Türk Milletinin işine yaramamaktadır. Aydınlarımız Soros için tek okuyuculu bilimsel araştırmalar yapmakla, iktidarı alkışlamakla meşgul. Öğretmenlerimizin yüzde doksan beşi hiç kitap okumamakta, kendisini geliştirmemekte, öğrencisiyle ilgilenmemekte, dersini verip, nöbetini tutup bir an önce evine veya kahvesine gitme derdinde olan kişilerden oluşmaktadır.
Acaba öğrencilerimiz ne durumda? Umudumuz onların çok iyi yetiştirilmesindedir değil mi! Ümitlenmeyiniz! Onlar iyi yetiştirilmiyor! Bunu, sadece iyi eğitilmemiş anne babanın, çocuklarını okula göndermekle görevlerini tamamladıklarını düşünmelerine, iyi yazılmamış ders kitaplarına, içi boş öğretmenlerine, okullarda hızla çoğalan kavgalara ve şiddete, alkol, uyuşturucu ve fuhşun okullardaki yaygınlaşmasına bakarak söylediğimi sanmayınız. Yaklaşık on milyon civarında öğrencimiz olduğunu düşünürsek, bunların büyük bir kısmının fakir olduğunu görürüz. Öğrencinin sabah kahvaltı yapmadığı için karnı da açsa, evde kavga gürültü varsa -ki son yıllarda sınıflardaki öğrencilerin neredeyse yarısının anne ve babaları ayrıdır- boşanmış ise, iyi giyinemiyorsa, arkadaşlarının yediğine-içtiğine, giyimine, volkmenine, cep telefonuna özeniyorsa, bu öğrencinin başka bir şey düşünmesi mümkün müdür? Memlekete bu öğrenciden hayır gelir mi sanıyorsunuz? Kalanlara bakalım: Dikkatini derslerine verebilen, aldığı ile yetinmeyen, araştıran, okuyan, vaktini kütüphanelerde, labaratuarlarda, bilgisayar başında geçiren kaç öğrencimiz var dersiniz? Bu rakamı iyimser bir bakışla öğrencilerimizin yüzde biri olarak kabul edelim. Diyelim ki bir öğrenci Ankara'da, Başkentteki okulunun kütüphanesine gitti. Kaç kitap bulabilecektir? Aradığını okulunda bulamadı, daha büyük bir kütüphaneyi gitsin. Ne bulacaktır? Anlatayım:
Bir ödevi için oğlumla birlikte Ankara İl Halk Kütüphanesi Çocuk Bölümü'ne gittim. Girişte çok güzel Nasreddin Hoca resimleri sizi karşılıyor. Ama içerisini, kitapları gördükten sonra saçımı başımı yolacak hale geldim. Manzara gerçekten çok vahimdi. Önce sonundan başlayayım. Bu vahametin sebebini sorduğum kütüphaneci, bakan ve ilgililerin sadece benim gibi kızmakla yetindiklerini, hiç bir şey yapmadıklarını, maddi sıkıntıları düşünmekten kütüphanedeki çocukları düşünemeyecek durumda olduklarını söyledi. Kütüphanede benim evimdeki kitapların biraz daha fazlası vardı. (Herhangi bir büyük kitapçıya gidin daha fazla çocuk kitabı bulabilirsiniz.) Kitapların onda biri, Türk yazarlarının çocuk kitapları idi, ki çocuk edebiyatımızın çok da gelişmemiş olduğunu kabul etmeliyiz. Onda biri, Türk yazarlarının gerçekte çocuklara hitap etmeyen eserlerinden oluşuyordu. Onda ikisi de en çok ödevler için kullanılan yabancı ansiklopedilerden Türkçeye çevrilmiş ansiklopedilerdi. Onda biri ise sadece ebeveynlere hitap eden kitaplardı. (Mesela Nevzat Tarhan'ın Kadın Psikolojisi vb.) Kütüphanenin diğer yarısındaki kitaplar ise İngiliz, Alman, Fransız, ABD edebiyatı gibi başlıklarla sunulan Türkçe kitaplar idi. Yazarları yabancı, içeriği yabancı ama ne hikmetse kahramanlarının bazıları Türkleştirilmiş kitaplar! Yani maalesef kütüphanenin onda biri Türk Çocuğu’ndan kendisine yabancı bir çocuk yetiştirme programına hizmet edecek şekilde düşünülmüş kitaplardı. Kütüphane okul öncesi ve ilköğretimi bitirene kadar olan çocuklar için düzenlenmişti. Ebeveynler için de bir bölüm vardı. Ancak bu ve diğer bölümler iç içe olduğu gibi, çocuk kütüphanesinde bulunmaması gereken kitaplarla çocuk kitapları da iç içe idi. Kütüphanede macera kitapları olarak sunulan kitapların büyük bir kısmı yabancı yazarların kitaplarıydı. Özellikle Türk Çocuklarını Hıristiyanlaştırmak için düşünülmüş ve her yaşa hitap eden, genellikle tek bir yazarın kitapları veya seriler halinde yayınlanmış kitaplardı. Bu kitaplarda Gülpembe ile Hans kahraman olarak yan yana idi. Kitapların başlıkları, şeytanlı, vampirli, ejderhalı, domuzlu isimlerden oluşuyordu. Hatta “Küçük vampirin hikayeleri” seri halinde okuyucunun istifadesine sunulmuştu! Türk çocuklarının milletine yabancılaşması için uygulanması gereken her türlü yöntemin işlendiği yüzlerce kitap vardı. Bırakın Ankara İl Halk Kütüphanesi Çocuk Bölümünü, hiç bir çocuk kütüphanesinde yer almaması gereken bu türdeki misyoner ve asimilasyon faaliyeti ürünü kitaplardan yüzlercesi önümde idi. İşin tuhafı en çok okunan ödünç alınan kitaplar da bunlardı. En az beş yüz zararlı kitabı, onlarca zararlı seriyi ismiyle tespit ettim. (Yerimin darlığı sebebiyle yazamıyorum) En çok okunan kitapların, okunup iade edilen ödünç alınmış kitaplar olduğunu kabul ederek bu kitaplara baktım. Agatha Cristie (Beş Küçük Domuz, Şampanyadaki zehir) , Stephan King (Tılsım vs.) vb. kitaplar okunuyordu. Biz de çocuklarımız ne kadar güzel kitap okuyor diye seviniyorduk. Misyoner serilerinin, Alman, İngiliz, Fransız, ABD... Ülke edebiyatları vb. başlıklarla sunulan kitapların, itiraf etmeliyiz ki biçim ve muhtevası çocuklara çok cazip gelecek şekilde hazırlanmıştı. Hatta kitapların şifreli olanları bile vardı! Bu kitapların Çocuk Kütüphanelerimiz için özellikle basıldığını, parasız olarak bütün kütüphanelerimize gönderildiğini düşünüyorum. Çünkü kütüphaneciden öğrendiğime göre, diğer bütün çocuk kütüphanelerinde de aynı sistem ve kitaplar varmış. Vatikan tarafından organize edilen bu faaliyetin, önce yurt dışındaki Türk Çocukları üzerinde denendiğini, daha sonra bu eserlerin Türkiye Kütüphaneleri yoluyla Türkiye'deki çocuklar üzerinde uygulandığını söylemek için kâhin olmak gerekmiyor. Çocuklar için dünya tarihi adlı kalın bir kitap gördüm; Kitapta Dünya Tarihini, çağlar değiştirerek etkilemiş milletimizin adı bile geçmiyordu! Yine hiç ilgisiz kitaplar (Felsefe /Psikoloji bölümündeki Nostradamus, Antik Yunanda Mitoloji, Kayıp uygarlık Atlantis, Yeni çocuklar ve ölüme yakın Deneyimler, Freud'un Düşlerin Yorumu, Aşkın Metafiziği vb. kitaplar) çocuklara açıktı. Kütüphaneci, çocukların okuyacağı kitaplardan mesul değilmiş! En çok o kitaplar aranıyorsa, okunuyorsa onların yapabileceği bir şey yokmuş. Bundan çocukla birlikte kütüphaneye gelen ebeveyni sorumlu imiş. Çocuklara ödünç verilen kitaplar üzerinde bir araştırma olup olmadığını sordum. Yapılmamış. Bazı düzgün kitaplar hiç ödünç alınmamış, bazı zararlı kitaplar ise sık sık ödünç alınmış. Kısaca söylemek gerekirse, çocuk kütüphanelerinde çocuklarımızın beyni istismar ve iğfal ediliyor. Yetkililer ilgisiz. Basın ilgisiz. Anne babalar ilgisiz. Üniversitelerden araştırma için gelen öğrenciler ise bu konuya ilgi göstermemişler! Kanaatimce bakmaları gereken şeylere bakmaya yönlendirilemiyorlar.
Televizyon programlarıyla başlayan, kendine yabancılaştırma, beyin yıkama, şiddet ve seks yönlendirmesi, reklamlarla, kliplerle, aypotlarla, volkmenlerle, çocukların oyuncak, defter, kalem, giysileri vb. üzerindeki resim, yazı ve motiflerle sürdürülüyor. Çocuklarımız, cep telefonlarıyla saatlerce görüşürken beyin hücrelerinin dumura uğratıldığının farkında değiller. Birbirlerine gönderdikleri kısa çirkin ve ahlaksızca görüntülerle neleri kaybettiklerini bilmiyorlar. Bilgisayar oyunları, internet yazışmaları konusuna hiç girmeyeceğim. Denemek için internette çocuklarınızın hangi takma adları kullandıklarına, elektronik posta adreslerine bakabilirsiniz. Okuyucu, bu satırların yazarına karamsar diyebilir ama sağlıklı olmasını beklediğimiz şimdiki ve gelecek nesillerimizin durumu da özetle budur.
Bu durumda da okullarda şiddetin yaygınlaşması çok tabiidir. Çocuk istismarı daha da yaygınlaşacaktır. Zira biz devlet eliyle çocuklarımızın beynini iğfal etmekle, ettirmekle meşgulüz. Binde bir umudumuz olan okuyanlarımızın ne okuduklarına, ne dinlediklerine, ne seyrettiklerine bakıyor muyuz? Bakması gereken kurumların başındakilerden bu millet hesap sormuyor, bence sormalıdır. Milli Eğitim Bakanlığını, Kültür ve Turizm Bakanlığını, RTÜK’ü göreve davet ediyorum. Kütüphanelerimiz hemen elden geçirilmeli, şiddet, seks, zararlı eğilimler aşılayan, beyinlerini uyuşturan, bizim kültürümüzde hiç olmayan motifleri yerleştirmeye çalışan, çocuklarımızı Hıristiyanlaştırmaya yönelik, yaşlarının üstündeki konulardaki bütün kitaplar derhal ayıklanmalıdır. Buradan, milli, manevi çocuk yayınları yaptığını iddia eden bütün yayınevlerine sesleniyorum: Türkiye’deki Çocuk Kütüphaneleri sayısınca kitabi, tıpkı misyoner yayınevlerinin yaptığı gibi, mümkünse kütüphane kartlarıyla birlikte, parasız olarak, kütüphanelere gönderiniz. Hiç olmazsa, Türk Çocuk Kütüphanelerinin onda bir oranındaki Türk eserlerinin artmasına yardımcı olunuz. RTÜK, zararlı bütün televizyon yayınlarını durdurmalı, ama öncelikle zararlı çizgi film ve reklamlara, kliplere el atmalıdır. İster çocuklar, ister büyükler için basılan, yayılan, bütün sesli ve görüntülü malzemelerin elden geçirilmesi, güzel ile çirkinin ayıklanması gerekiyor.
Ne yazık ki devletten bir şey beklememek de gerekiyor. Herkes kendi evinin önünü süpürmelidir! Çünkü milletin sahibi ancak kendisidir. Anne babalar: Çocuklarınızı her adımda takip ediniz, gelişmeleri için zararlılardan korunmaları yetmez, faydalı, güzel, kendileri ve milletimiz için önemli olana yönlendiriniz. Çünkü hayat kaynağımız, can damarlarımız kurutulmaktadır. Siz de okuduklarınıza, yazdıklarınıza, seyrettiklerinize, giydiklerinize, kullandıklarınıza dikkat ediniz. Çocuklarımıza kötü örnek oluyorsunuz!


www.ufukotesi.com - 12 / 2006  

aybarsfirat@yahoo.com

Ufuk Ötesi Gazetesi'nde yayınlanan yazı, haber ve fotoğraflar kaynak gösterilerek iktibas edilebilir.