Sevgili okuyucularımız, bazen alakasız konularda, yarı alaycı kullandığımız “eğitim şart” gibi kullanılan bir diğer cümle de “tıp çok ilerledi” sözüdür.
Peki, tıp gerçekten ilerledi mi? Evet, hem de akıl almaz bir çılgınlıkla. 15 saniyede bütün bir ilaç dozunun kana karışabilmesini sağlayan cilt emilim cihazları, LCD ekranında görüntülenen ve hafızası bulunan kol altı termometreleri, Süpermen filminde gördüğünüz türde beyin kontrol aygıtları, tüm vücudu 10 saniyede tarayabilen ışık hızlı VCT tomografiler ve daha neler neler…
Önü alınmaz bu çılgın gelişim, gün geçtikçe sağlıkta hizmeti pahalılaştırdı ve gelir seviyesi yüksek gruplar dışında, topluma hizmet veremez hale geldi. Bir cümlede özetlenecek olursa tıbbın ilerlemesi insan sağlığından çok bu sektörün büyümesine, pahalılaşmasına, gün geçtikçe erişilmez olmasına neden oldu.
Tıbbın var olmasının ana sebebi insan, bu değişim nedeniyle artık neredeyse cihaz ve malzeme çöplüğüne dönüşen hastanelerde, sağlığın öznesi değil birer nesnesi durumunda kalmaya başladı.
Öyle ki, birbirinden görkemli, birbirinden göz kamaştırıcı mekanik cihazlarla donatılan hastaneler adeta birer tamirhane, insanlar da tamir edilmeye mahkûm birer makine konumuna geldiler.
Ama bütün bu uğraşıya rağmen o görkemli cihazlarla hücreler arası saniyede otuzbin iletişimin zerresine vakıf olunamadı. Geçmek bilmeyen migren ağrılarının sebebi bulunamadı. Eklemleri tutan iltihaplanmalar sebebiyle deforme olan el ve ayak parmakları kurtarılamadı, menier sendromu sebebiyle baş dönmelerinin önüne geçilemedi, alerji yok edilemedi… Daha aklınıza gelebilecek birçok kronik vaka ve sendrom karşısında çaresiz kalındı…
Oysa hiç de abartmadan sadece insanın vücudunu bir bütün olarak değerlendiren ve insanı makine gibi değil de “insan” gibi gören bir tedavi yöntemi vardı.
Bu yöntem 5000 yıldan beri özünde hiçbir değişikliğe gitmemiş ve o zamandan bu zamana özünden hiçbir şey kaybetmemişti. Üstelik o trilyonluk cihaz ve malzemelerin çözüm bulamadığı yüzlerce hatta binlerce vakaya mütevazı iğneleriyle çözüm sunuyordu.
Daha da enteresanı, modern tıbbın kimi temsilcileri bu sade tedavi yöntemini küçümseyerek hatta karalayarak önermese de insanlar onulmaz dertlerine şifa için bu yönteme yöneliyordu.
Kendileri iyi edemediği gibi, iyi edenlere de göndermek istemiyorlar, daha da enteresanı, edenin nasıl iyi ettiğini bir hekim olarak merak bile etmiyorlardı. Hâlâ da merak edenlerin sayısı etmeyenlere göre devede kulak misali…
Bu yönteme önceleri ABD’de “şarlatanlık” diyenler, tedavide başarısız kaldıkları hastaların bu yönteme yönelmeye başladığını görünce, mecburen bu yöntemi de bünyelerinde bulundurmaya başladılar. Tabii adını kibar bir şekilde değiştirip “komplamenter tedavi” veya “yardımcı tıp” diye adlandırdılar.
Avrupa’da ve Amerika’da enstitüleri kuruldu. Çünkü hastalar artık öncelikle bu yöntemi istiyordu.
Türkiye’de de 1970’li yıllarda filizlenen bu yöntem, her ne kadar yurt dışına giden ve orada bu yöntemi bilen zengin iş adamları, bürokratlar, siyasiler vb. tarafından kullanılıyorsa da, 90’lı yıllardan itibaren yavaş yavaş halkın da istifadesine sunulmaya başlandı.
Dünya Sağlık Teşkilatı’nın 1974’te kabul ettiği bu yöntemi, Sağlık Bakanlığımız da 1991’de kabul etmişti. Her ne kadar tedavi ücreti, Batı’daki gibi sosyal güvence kapsamına henüz alınmasa da insanlar, sağlığı için ücretini cebinden de ödemeye razıydılar.
Bu yöntemin adı akupunkturdur.
Akupunktur geçtiğimiz yüzyılın ikinci yarısında 1972 yılında ABD Başkanı Nixon’un Çin’i ziyareti sonrası ABD’de ve Avrupa’da yayılmaya, yüzyılın sonlarına doğru da ülkemizde uygulanır olmaya başladı.
Eğer İngilizlerin yapmış olduğu arkeolojik araştırma olmasaydı, belki açıklamamız hamaset olarak değerlendirilebilirdi. Ancak İngilizlerin yapmış olduğu arkeolojik bir araştırmaya göre, akupunkturu ilk defa Türklerin kullanmaya başladığını görüyoruz. Şu anda Azerbaycan’da ve diğer Türk devletlerinde yaygın olarak kullanılıyor.
Biz Orta Asya’dan göç ederken oradaki birçok geleneğimizi göreneğimizi unuttuğumuz gibi, bu tedavi yöntemini de unutmuşuz. Ama Çinliler Türklerle birlikte uyguladıkları bu yönteme asırlar boyu unutmadan sahip çıkmışlar. Biz her şeyimizi Batı’dan öğrenmeye alıştığımız için, bu yöntemi de önce Batılılar Çin yöntemi diyerek benimsemişler, biz de geri dönüp Batılılar gibi “Çin’den gelen tedavi yöntemi” diyerek tekrar bu yöntemi ucundan kıyısından merak etmeye başlamışız.
Akupunkturla, ameliyat gibi acil travma, acil zehirlenme gibi vakalar haricinde hemen her rahatsızlığa çare vardır. Akupunkturla tedavi edilen hastalıklar her geçen gün daha da artmaktadır.
*Önceleri akupunktur koroner kalp hastalıklarında, kalp ritim bozukluklarında, kolesterol yüksekliğinde, gut hastalığında, artrozlarda, Behçet hastalığında, boyun fıtığında vs hiç düşünülmüyordu. Oysa şimdi yaygın olarak kullanılıyor.
*Yine bilhassa yaralanma, yırtılma, menüsküs yırtığı, romatoid artrit, ameliyat yara ve sekel izlerinin, cilt kırışıklıklarının onarım ve tamirinde, selülitte oldukça iyi neticeler alınmaktadır.
*Sütü gelmediği için bebeğini emziremeyen annelerin sütü veya sütü bol annelerin sütü akupunktur tedavisiyle düzene gelmektedir.
*Hamilelerde mide bulantısı, baş ağrısı gibi şikâyetler akupunktur tedavisiyle yok olmaktadır.
*Sık sık grip, nezle, anjin, farenjit, kulak iltihabı olan çocuklarda bağışıklık sistemleri kuvvetlendirilip, bu hastalıklara yakalanma riski oldukça azaltılmaktadır.
*Stres, gerilim, yüksek tansiyon düzelir.
www.marasakupunktur.com
|