Türkiye’de yaşamanın ve burada turizm ile ilgili olmanın en güzel tarafı sonsuz çeşitlilik ve yeniliklerdir. Sahip olduğumuz kültürel, yerel, tarihi, mimari değerleri saymaya kalkarsak tam bitti bu da sondu derken yeni bir antik kentin bulunduğunu, yeni bir rotanın moda olduğunu ya da yeni bir yerin turizme açıldığını öğrenmemiz işten bile değildir. Bu nedenle bu toprakların bir parçası olmak hiç bitmeyen bir maceradır. |
Bir anda insanlar adını duymadığınız, haritada daha önce görmediğiniz yeni bir keşfe akın akın gitmeye başlarlar, binlerce fotoğraf çekilir, oraya özgü hatıra eşyaları raflarımızı, masalarımızı doldurmaya başlar. Aynı bugünlerde yeni yeni aşinalık kazanmaya başladığımız Taraklı gibi.
Eski adı Dablar olan ve Helenistik Bitinya bölgesi sınırları içinde sayılan Taraklı’nın tarihi Hisartepe’de bulunan iki sarnıç ile beraber M.Ö 1. Bin yıla kadar uzanır. İlk yerleşimlerin böylesine eski bir tarihe kadar gitmesine rağmen Osman Bey’in ilk fetihlerinden biridir ve en ince ayrıntısına kadar bir Osmanlı kentidir. Bugün Yusufpaşa mahallesinde bulunan tarihi çınarın fetihte besmele ile dikildiği rivayet edilir. En az beş yüz yıllıktır. Çınarın olduğu yerde hayat ve tarih vardır. Taraklı’nın da tüm bu yüzyıllar boyunca üstüne gün be gün Osmanlı ve Cumhuriyet tarihi yazılmış ve bugün açık bir kitap gibi okunmayı beklemektedir. Günümüzde nüfusu 5000 civarındadır. İstanbul Ankara yolunun yapılması ile beraber bir zamanlar ipek yolunun bereketli kervanlarına yol sahipliği yapan kent uzakta bırakılmıştır. Buna bağlı olarak ekonomisinin gerilemesi ile beraber dışarıya göç vermeye başlamış yetişen yeni neslin uzaklaşmasına neden olmuştur. Evlatlarını uzaklara çalışması için gönderen Taraklı’nın yaş ortalaması yukarda olan teyzeleri, nineleri, dedeleri gelen turistleri çocukları gelmişçesine ağırlamaya çalışırlar. Bu tabii; birazda şükredilmesi gereken; turizm ekonomisinin şehrin caddelerinde henüz akmaya başlamamasından da kaynaklanmaktadır.
Taraklı hakkında alabileceğimiz en eski ve ayrıntılı bilgi yine Evliya Çelebi’nin seyahatnamesinden gelir. “"...Taraklı'yı Bursa tekfuru yapmıştır. Osman Gazi'nin fethidir. Kadılıktır. 150 akçelik kazadır. Halen kalesi virandır. Ama kasabası bağlı bahçeli, akarsulu bir dere içinde 500 mamur evli, tahta ve kiremit örtülü şirin bir kasabadır. 11 mihrap ve 7 mahalledir. Çarşı içindeki camii de güzeldir. 1 hamamı, 5 hanı, 6 çocuk mektebi ve 200 dükkânı vardır. Hepsi kaşık ve tarak yapmakla uğraştıklarından şehre "Taraklı" derler. Dağlar safi şimşir ağacı kaplı olduğundan halkı bunları işleyip arap ve aceme gönderirler. Suyu ve havası çok güzeldir. Bütün dağları ormanlarla kaplı av yeridir. Deresi içinden aktıktan sonra Sakarya nehrine kavuşur." Pek çok kaynakta isminin tahta taraklardan geldiği ile ilgili hikâye yazmaktadır. Fakat diğer ilginç bir tez ise Taraklı kaymakamı Sayın Erdinç Filiz’in gündeme getirdiği gibi Safranbolu ile olan bağıdır. Buna göre Özbekistan’da bir aşiretin de ismi olan Taraklı, Türklerin Anadolu’da boylar halinde dağılmaları ile arada kalan bir akrabalık bağının da ismidir. Buna işaret eden en önemli delil Safranbolu’nun eski isminin de Taraklıborlu olmasıdır. İki bölgeyi de ziyaret edenler aradaki şaşırtıcı mimarî benzerliği hemen fark edeceklerdir. Üstelik iki kentte de Hıdırlıktepe vardır. Bu kadar benzerliğin yanı sıra Taraklı’yı diğerlerinden ayıran fark sivil Osmanlı mimarisine sahip diğer yerlerin aksine evlerin her birinin görsel ve yaşamsal ayrı özelliklerinin olmasıdır. Ne de olsa kentlerin mimari dokuları insan DNA’ları gibi kendine özgü ve eşsizdir. Bu muhteşem evlerin en muhteşemlerinden ve ünlülerinden biri Fenerli Ev’dir. Ayrıca 1517 yılına tarihlendirilen Yunus Paşa Camisi Yavuz Sultan Selim’in emri ile inşa edilmiştir. Bugün hâlâ dimdik ayakta ve benim gördüğüm en güzel camilerden biridir. Belki de bu, burada her şeyin güzel olması ile de ilgili olabilir. Taraklı’nın havası ve coğrafyası da kendine hastır. Tüm çevresinin ve bağlı olduğu Sakarya’nın aksine denizden yüksekliği yaklaşık 450 metredir. Bu koşulda kenti daha serin, daha yeşil ve daha bereketli yapar. Geçmişte ipekçilik ve haşhaş ile geçimini sağlayan Taraklı bugün gelirini tarımdan elde etmektedir. Aynı zamanda tahta oymacılığı ve elde yapılan tahta kaşıklar da yaygındır.
Tarihinde yatan en ilginç hikâyelerden biri ise kentin atalarının İstanbul’a fetihten önce yaptığı yolculuktur. Yıldırım Bayezid 1399 yılında İstanbul’u kuşatmış fakat Anadolu’da Timur tehlikesi baş gösterince Bizans İmparatoru Yuannis ile bir anlaşma yaparak kuşatmayı kaldırmış ve bu anlaşma uyarınca İstanbul’da bir Türk Mahallesi kurulacak, bu mahallenin ibadete hazır bir camisi olacaktır. Bizans İmparator’u Yuannis bu anlaşma hükmüne uyarak bugünkü Sirkeci’de Türkler için 700 ev ve cami yaptırır. Bu Türk Mahallesi’ne Taraklı ve Göynük’ten 700 hane getirilip yerleştirildi. Ancak Yıldırım Bayezid Ankara savaşında Timur’a yenilince Bizans İmparator’u bu Türk ailelerini İstanbul’dan çıkarmış ve yaptırdığı camiyi de yıktırmıştır. Buradan çıkan Türk aileleri de Tekirdağ’ın o zamanki Göynüklü Köyü ve İstanbul yakınlarındaki Kınıklı’ya yerleştirilmiştir.
Bir tepenin sırtına uzanmış etrafı yemyeşil ormanlar ile çevrili ahşap evler, sonsuz bir misafirperverlik, pencerelerden sokaklara yayılan, bir sobanın etrafına toplanmış Taraklıların sohbetlerine karışan kaşık çentme sesleri İstanbul’dan size sadece iki saat uzaklıkta. Hepinize iyi gezmeler.
|