Ünlem !

 

Asuman Özdemir  

Ne kadınlar tanıdım…


Mecbure Hanımı ise anlatmaya başlamadan önce aslında adının bu olmadığını da söylemem lazım. Sağ elinin işaret parmağını tabanca gibi evdeki küçük çocukların gözünün içine sokarcasına emir tonlaması ile devamlı iş buyurup” Mecbursun! Hemen yap!” demesinden bu ismi ona çocuklar takmıştı. Mecbure Hanım büyükhanımdı. Anaerkil ailelerde sözü en son söyleyen, oğulların, gelinlerin, damatların ona sormadan bir işe kalkışmaya cesaret edemediği kadınlardandı.

Büyük şair Atilla İlhan “Ne Kadınlar Sevdim Zaten Yoktular” der bir şiirinde. Haddim değildir onunla kendi yazdıklarımı karşılaştırmak ama o şiirinin başlığından alıntı yaparak diyorum ki, “Ne Kadınlar Tanıdım Üstelik Vardılar”…
O tanıdığım kadınlardan ikisini anlatmak istiyorum bu ay sizlere…
Cemile Hanımı bir vesile ile yirmi beş yıl kadar önce tanıdım. Kalabalık bir toplantıda koltukta elleri kucağında kıpırdamadan dimdik oturuşu ile dikkatimi çekmişti. Meğer dış kapının dış mandalı olmak sureti ile bizim camiaya yeni katılanlardanmış. Bir daha sık sık bir yerlerde karşılaşamasak bile her nikâh ve mevlit toplantılarında bir araya geldik. Aşırı titizliği ile tanınan Cemile Hanım evde sifonun üzerine bile dantel örtü koyan hanımlardandı. Kocasını her sabah işe geçirdikten sonra evi dip köşe temizleyen daha doğrusu kazıyan, üstüne camları silip, perdeleri bir daha yıkayıp asanlardandı. Rahmetli kocası hiçbir şeyden çekmedi Cemile Hanımın bu aşırı titizliğinden çektiği kadar. Bomonti’de bir fabrikada çalışan Rahmetli Mustafa Bey her akşam eve geldiğinde daire kapısının önünde Cemile Hanım eli kolu dolu olarak onu bekler olurdu. Hiç eve girmeden adamcağız üstünde ne varsa çıkarır naylon sepete atar, Cemile Hanımın verdiği üstlüğe sarınıp ayağına da şıpıdık terliklerden geçirerek doğru banyoya giderdi. Elceğizleri ile misler gibi Mustafa Beyi yıkayıp paklayan Cemile Hanım bornozuna sarar ve yatak odasına giyinmesi için yollardı. Arkadan da naylon sepetin içine atılanları yıkamaya başlardı.
Sofrada yemek yemeleri de ayrı bir seronomi idi. Beyaz keten işlemeli, dantelli servislerin üzerine hazırlanan yemeği yerken Mustafa Bey es kaza bir damla dökse kıyamet kopardı. Bunun için rahmetlinin sofra kıyafeti ayrı olup kucağına da masa örtüsü kadar bir peçete yayılırdı. Sofradan kalkışta kıyafet gene değişilir saat 10.30’a kadar televizyon izlenir ve Cemile Hanımın talimatı ile yatma saati gelirdi. Bu sefer pijamalarını giyen rahmetli en huzurlu saatlerine kavuşur ve koşarak yatağına giderdi. Böylesine dayanma gücü gerektiren bir hayata hiçbir erkek dayanamazdı ve Mustafa Bey gencecik bir yaşta, sağlığı hiç sinyal dahi vermeye fırsat bulamadan kırk beş yaşında bir gece göçtü bu dünyadan.. Herkes çok üzüldü. Kalabalık taziye ziyaretinde biri;
-“Ah, Vah, Cemile Hanım ne yapacak? Zavallı kadın çoluk yok, çocuk yok.. Rahmetli onun hem kocası idi hem çocuğu idi” diye densizce lâf edince, Mustafa Beyin yakın akrabası bir bey dayanamamış ve
“Yenge Hanım yapacak çok temizlikler bulur ama Mustafa’m artık rahat edecek” demiş..
Aradan bir yıldan fazla geçti geçmedi ben o beyle karşılaştım… Taziyeye gelemediğim için özür diledikten sonra yengesini sordum.
-“Sormayınız efendim. Her sabah Şişli otobüs durağında elinde bir bidon su ve bir torba temizlik malzemesi ile onu görebilirsiniz. Kadın suyu bile sakadan alıp mezarlığa gidiyor. Deterjanlarla ağbimin mermerlerini her gün yaz kış, yağmur çamur demeden ovuyor, yıkıyor dönüp eve geliyor. Orada bile rahat vermiyor yahu ağbime…”
Mecbure Hanımı ise anlatmaya başlamadan önce aslında adının bu olmadığını da söylemem lazım. Sağ elinin işaret parmağını tabanca gibi evdeki küçük çocukların gözünün içine sokarcasına emir tonlaması ile devamlı iş buyurup” Mecbursun! Hemen yap!” demesinden bu ismi ona çocuklar takmıştı. Mecbure Hanım büyükhanımdı. Anaerkil ailelerde sözü en son söyleyen, oğulların, gelinlerin, damatların ona sormadan bir işe kalkışmaya cesaret edemediği kadınlardandı. Eşini çok uzun yıllar önce kaybetmişti. Her ayın ilk cuması Eyüp mezarlığına rahmetli eşinin kabrini ziyarete, evdeki çocuklardan birini yanına alarak giderdi. Mecbure Hanıma göre çocuklara devlet bahşetmek olan bu ziyaretler aslında onlar için zulümdü. Bu yüzden ziyaret günü yaklaştıkça çocuklar Mecbure Hanım ile takışmanın, küslük çıkarmanın yolunu ararlardı. Küs olduğu çocuğu yanına almayan büyükhanım bir gün önceden gelinlerden birine lokma ve kuru köfte yaptırırdı. Ertesi gün sefertaslarına konan bu malzeme ile Eyüp mezarlığının yolu tutulurdu. Önce kabri saran otlar ayıklanır sonra bekçi çağrılarak mezar sulanırdı. Yine bekçiden aldığı üstü hasır kaplı alçak tabureye oturur ve sefertasından çıkardıklarını torunu ile paylaşarak başlardı anlatmaya… Artık son bir ay ne oldu ise? Gelinler yerden yerlere mi vurulmazdı, damatlar mı çekiştirilmezdi? Aldığı dul maaşını nerelere kadar harcadığının da tek tek kuruşuna kadar hesabını verdiği zaman akşam olmak üzere demekti. Vapuru kaçırmamak için telâş ile kalkar ve bütün gün ayakta kalmaktan bîtap düşmüş torununun kolundan çekeleyerek iskeleye doğru bir koşturma başlardı…
Eyüp Mezarlığında bu seronomi devam ederken evde kalanlar ise büyükhanımın sağlığında büyükbeye neler çektirdiğini pehlivan tefrikası gibi anlatırlardı…
Size bu ay bu kadınları neden anlattığımı anladınız değil mi?


www.ufukotesi.com - 11 / 2006  

ufuk@ufukotesi.com

Ufuk Ötesi Gazetesi'nde yayınlanan yazı, haber ve fotoğraflar kaynak gösterilerek iktibas edilebilir.