Geniş Açı

 

Ali Arif Esatgil  

Kırmızı çizgide son tango


İktidarı eleştirme ve yanlışları ortaya koyma misyonunu Ahmet Hakan’ın omuzlarına yükleyip (!), kenara çekilmek... Asker konuşunca da kalemlere mahir bir kıvraklık kazandırmak, bu ülkenin hak ettiği bir durum olmasa gerek. İnandırıcılığını yitirmiş ve asli görevi ne olursa olsun, muhalefet olsun diye biçilmiş birkaç kalem erbabını konu dışı tutuyorum. Ortada bir ‘görevi ihmal’ yok mu sahi?...

"İrtica kaygılarının yoğunlaşması ve yaygınlaşması" ülke gündemini ve beraberinde yakın geleceğe ilişkin beklentileri bir anda değiştirdi. Aslında, gündem nicedir belliydi. Daha belirgin hale gelmesi ise önce Kuvvet Komutanları, ardından Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer ve daha sonra da Genelkurmay Başkanı Org. Yaşar Büyükanıt’ın konuşmaları vesilesiyle gerçekleşti. Konuşmaların özü, ülkenin irtica ve bölücü terör belasıyla karşı karşıya bulunduğuydu. Konuşmalardaki diğer vurgu da doğal olarak bu iki belanın bertaraf edilmesi için sonuna kadar mücadele verilmesi yönündeydi. Hatta irticanın yok edilmesi için ‘hak ve özgürlüklerin kısıtlanabileceği’ açık yüreklilikle dile getirildi. Hükümetin söz konusu endişelere kayıtsız kalması, ‘laikliğin yeniden tanımlanması’nın en üst düzeyde seslendirilmesi bardağı taşıran damlalar olarak kamuoyunun önüne kondu.
Sonraki günlerde hükümet kanadından yapılan açıklamalara göz attığımızda ise ‘irticanın’ sanallığından dem vurulduğuna tanık olduk. Her şeyden önce, Adalet Bakanı Cemil Çiçek’in ifadesiyle, suç olan irtica değil, irticai faaliyetti.
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, ABD gezisi sırasında gazetecilere benzer açıklamalar yapacak, “Diyaloga açığız” biçiminde bir kapı aralayacaktı. Bu kervana ABD’nin Ankara Büyükelçisi’nin de katılımı ile ‘konuşmalar’ diğer unsurlardan temizlenip, tamamen irtica üzerine yoğunlaştı. “Türkiye’de doğup büyümüş, yargının en alt kademesinde başlayıp, zirveye çıkmış, Cumhurbaşkanlığı’na seçilmiş bir insan ‘irtica tehlikesi var’ diyor fakat büyükelçi durumu ‘kakofoni’ diye nitelendiriyordu.
Türkiye’ye yönelik tezgâhlarda Batılı müttefiklerin parmağı olduğu büyükelçinin bu sözüyle bile sabitken, Avrupa Birliği’ne taraftar olunduğu ısrarla vurgulanıyordu: “TSK; AB üyeliğini tamamen destekliyor!” Filmin sonu, böyle mi bitecekti?
Satır aralarında erbabının çözebildiği şifreler, beyinleri dumura uğrata dursun, ‘suçlayan’ ve ‘suçlanan’ diye bir ayrıma gidildiğinde, asıl söylenmek istenenin henüz söylenmediği gün gibi aşikârdı.
Örneğin, “... Baş döndürücü bir hızla değişen dünyada Türkiye’nin yeni yerinden söz etmedi. Strateji ve taktik belirlemedi... Çünkü sayın cumhurbaşkanı bu sorunların yanıtlarını kendisi de bilmiyor!” Cumhurbaşkanlığı forsundaki 16 yıldızın anlamına rağmen, yeni bir ulus tanımı getirilmek istenmesi, çok da görmezden gelinecek bir konu gibi durmuyordu. Aynı şekilde Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Karahanoğlu’nun konuşmasında Türkçü-Turancı kavramlarına ilişkin ifadeleri de yankı buldu: Türkçüleri bir kenara koydunuz, İslamcılar irtica grubuna giriyor! Geriye bir tek sosyalistler kalıyor. Ama ortada sosyalizm kalmadı! Halk da bu üç gruptan oluşuyor zaten! Peki kime dayanacaksınız?
Gündem belirleyen konuşmaya basının önemli bir bölümü –özellikle iktidara yakın olanlar- aynı gözlükten bakmayı yeğledi: Mesele irticanın gelmesi değil, iktidarın gitmesi...
Evet, adet olduğu üzere ülkede gündem değişti. “Ülke o kadar sık gündem ve yön değiştiriyor ki, izlemek bizler için bir mesele... 6 ay önce AB’ye tam üyeliği konuşan başkent şimdi ‘yumuşak askeri darbe’ söylentisiyle çalkalanıyor.”
Burada, icraatlarını hiçbir şekilde tasvip etmediğimiz ve benzer uygulamalarına Özallı yıllardan aşina olduğumuz bir iktidarın değirmenine su taşımaktan hicap duyarız.
Yalnız,
Söz konusu konuşmalara gelinceye dek, bu ülkenin medyası neredeydi, diye sormanın hakkımız olduğunu düşünüyorum. İktidarı eleştirme ve yanlışları ortaya koyma misyonunu Ahmet Hakan’ın omuzlarına yükleyip (!), kenara çekilmek... Asker konuşunca da kalemlere mahir bir kıvraklık kazandırmak, bu ülkenin hak ettiği bir durum olmasa gerek. İnandırıcılığını yitirmiş ve asli görevi ne olursa olsun, muhalefet olsun diye biçilmiş birkaç kalem erbabını konu dışı tutuyorum. Ortada bir ‘görevi ihmal’ yok mu sahi?... Sahi, para ile medya böyle iç içe girince, sırça köşklerden ortalık sütliman mı gözüküyor?
Özet istiyorsanız buyurun: İktidarın her türlü icraatına beş yıldır katlanılmıştır. AB süreci, Kıbrıs konusu, Irak’ın Kuzey’inde olup bitenler, suiistimaller, adam kayırmalar vs... Bunlara ‘dur’ demesi ve bir denge unsuru olması gereken medya ‘baba’sı ile ‘piç’in peşine düşünce, gelinen nokta bu olmuştur.
Kantarın topuzu kaçmış mıdır?
Eden bulur, derler.

1-Güneri Civaoğlu, Milliyet Gazetesi 04.10.2006
2- Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer, TBMM Yasama Yılı Açılışın Konuşması, 1 Ekim 2006,
3-Org. Yaşar Büyükanıt’ın konuşması 02.10.2006 basından
4-Adalet Bakanı Cemil Çiçek’in basında çıkan beyanatları
5-Tufan Türenç, Hürriyet Gazetesi 06.10.2006
6-İsrafil K. Kumbasar, Yeniçağ Gazetesi, 04.10.2006
7-Engin Ardıç, Akşam Gazetesi 03.10.2006
8-Arslan Bulut, Yeniçağ Gazetesi 02.10.2006
9-Gülay Göktürk, Bugün Gazetesi
10-Can Dündar, Milliyet Gazetesi, 10.06.2006


www.ufukotesi.com - 10 / 2006  

aliarifesatgil@hotmail.com

Ufuk Ötesi Gazetesi'nde yayınlanan yazı, haber ve fotoğraflar kaynak gösterilerek iktibas edilebilir.