Sağlık Meridyeni

 

Dr. İsmail Maraş  

Gıda Üretiminde AB'nin Oyununa Geliniyor


AB’ye uyum yasası adıyla alınan her karar görünürde ülkeyi çağdaşlaştırıyor ama esasında Türk toplumunun özünden bir şeyleri alıp götürüyor. Hükümetler siyasi kaygılar sebebiyle her defasında “Bu yasaları ülkemizin çağdaşlaşması adına çıkartıyoruz” diyorlar. Ama bu sözleriyle ülkemizin bağ dokusunu tanımadıklarını da belli ediyorlar.

Aslında hemen her yeni yasa bu millete uymayan yeni bir elbiseye benziyor. Biz bu yazımızda gıdaya uygulanan boyutu mercek altına alacağız. Sağlık adı altında, hijyen adı altında nasıl bu milletin mayasını oluşturan ferdi üretimi yok etmeye çalıştıklarını, üreticiyi tüketici yaptıktan sonra kendi kontrolündeki tüketim mallarını metropollerde yaşayan çaresiz milyonlara pazarladıkları yetmezmiş gibi Anadolu’daki milyonlara da pazarlamaya çalıştıklarını, bu yasalara alet olan herkesin bilerek bilmeyerek bu ülkeye en büyük kötülüğü yaptığını yerimiz ölçüsünde izah etmeye çalışacağız.
08 Ekim 2006 Pazar günkü Türkiye Gazetesinde Yücel Kayaoğlu imzasıyla yayınlanan “Gıdaya yakın takip” başlıklı haberde şu ifadeler özellikle dikkat çekiciydi:
“… Ürün kayıt belgesi olmadan üretim yapan iş yerlerinde söz konusu ürüne ilişkin faaliyeti ürün kayıt belgesi alıncaya kadar durdurulacak. İş yeri 10 bin YTL idarî para cezası ile cezalandırılacak. Ürünleri de piyasadan toplatılacak. Kayıt belgesi alan ancak ürün kayıt belgesine esas gıda mevzuatına göre üretim yapmayan iş yerleri 10 bin YTL idari para cezası ile cezalandırılacak. Suçun tekrarı halinde iş yeri on beş bin YTL idari para cezası ile cezalandırılacak ve ayrıca söz konusu ürünlere ait ürün kayıt belgesi iptal edilecek. Gıda güvenliğine ilişkin konularda uzman olmayan ve hiç bir bilimsel veriye dayanmayan demeç ve açıklamalarla tüketicileri yanlış bilgilendirenler hakkında suç duyurusunda bulunulacak. Sorumlu yönetici istihdam etmeyen işyerlerine 5 bin YTL idarî para cezası verilecek. Otuz gün içinde, sorumlu yönetici görevlendirmediği takdirde işyeri faaliyetten men edilecek. Hayvansal kökenli ürünlerin nakli sırasında bulundurulması gereken sertifika ve belgelerin bulunmaması durumunda 5 bin YTL para cezası verilecek, ayrıca bu ürünlerin menşeinin belgelenememesi durumunda ürünler
İmha edilecek.” Görünüşte ne kadar sağlıklı bir uygulama değil mi? Tüketeceğimiz gıdanın, üretim yerinin sağlıklı olması, izinli ruhsatlı olması, mevzuatlara uygun olması fena mı? İstanbul gibi büyük şehirlerde yaşamaya başlamış, köyüyle bir şekilde irtibatı kesilmiş ve alış verişlerini dev marketlerden yapmak zorunda olan insanımız için elbette böylesi belli önlemler gerekebilir. Zaten Avrupalı da tarım toplumu olmadığı için, sütünü, yoğurdunu, tereyağını, sebze ve meyvesini, eti, sucuğu, konserveyi ve daha aklınıza gelen gelmeyen ürünleri hep bizdeki Migros gibi, Carrefour gibi dev alış veriş merkezlerinden alıyor. Bu merkezlerden alınan gıdaların ilk üreticisi kim, o kime vermiş, hangi merkezde toplanmış ve en son mağazadaki reyona nasıl gelmiş olduğunu bilmiyorlar. Dolayısıyla ürünlerde üretim ruhsatı, son kullanma tarihi, bakanlık izni vs. gibi kriterler getirerek gıdada başıboşluğa asgari çözüm üretmiş oluyorlar. “Bozuk ambalajlı, son kullanma tarihi geçmiş, üretim izni olmayan ürünleri almayın” derken de amaçları budur.
Şimdi siz bu yasayı olduğu gibi Türkiye’ye getirip uygularsanız, Büyükşehirlerde yukarıda belirttiğimiz kesim dışında kalan insanımızın kaynağı belli ürünleri üretmesine ve dahi almasına engel olursunuz. Anadolu bir tarım ülkesidir. Bu utanılacak değil aslında övünülecek gurur duyulacak bir değerdir. Ama tarımı geliştireceğimize tarımı geri kalmışlıkla eş gördük. Bize öyle öğrettiler. Bu da aslında başlı başına bir yazı konusudur. Biz yine konumuza dönelim. Anadolu’da hemen herkes sütçüsünü tanır. Tereyağını, yoğurdunu sütünü birinci elden alır. Satan da kime sattığını bilir. Yine aynı şekilde Ayşe Teyze bahçesinde yetiştirdiği beş kilo fasulyeyi, pazarda o gün “Kendi bahçemden” diyerek satar. Onun müşterisi de bellidir. Hacı amcanın üç kovan balını getirip verdiği dükkân bellidir. Komşular birbirlerinin ekmeklerini birlikte pişirirler. Burada son kullanma tarihine ne gerek vardır, özel sağlık üretim izni aramaya, alüminyum veya naylon ambalajlarla el değmeden hazırlanmış edebiyatına ne gerek vardır.
Her şeye rağmen yasa böyle diyerek Anadolu’ya bu uygulamayı dayattığınızda ülkenin kılcal damarlarını yok eder, kendi ayağınıza kurşun sıkmış olursunuz.
Çünkü böyle olduğunda bu küçük üreticiler yok olurlar. Buna sadece bir konuda örnek verelim. İki ineğinden günde beş litre süt sağan ve üç beş komşusuna sıcak süt veren bir sütçüye laboratuar ortamı şartı, üretim izni vs. gibi AB kriterleri getirirseniz o vatandaş bunları yerine getiremez. İki ineği satar ve süt üretmekten vazgeçer. Bu şekildeki sütçüler birer birer ortadan kalkınca sütçüler de sütü marketten almak zorunda kalır. Ayrıca hepsi işsiz kalır. Onlardan süt alan üçer beşer komşular ne yapar? Giderler marketlerden, işte AB’de olduğu gibi üzerinde Bakanlıkça üretim izni alındığı belgelenmiş, ambalajında son kullanma tarihi geçmemiş(!) ama kimin ürettiği belli olmayan paket sütü almak zorunda kalırlar. Bu tereyağında da böyle olur yoğurtta da, balda da, pekmezde de, sebze ve meyvede de.
Böyle olunca ülkemize has ve atasözlerine deyimlere konu olmuş lezzetlerimiz ve ürün zenginliklerimiz de yok olup gider. Çünkü geride ne Kanlıca yoğurdu kalır, ne Kars tereyağı, ne Toros balı, ne Çorum unu… Bu yörelere has deyimler sadece etiketlerde “laf” olarak olsa da özünde oranın ürünü değil toplama ürün olur. Gerisi büyük tesislerde toplanıp, belirli standartlarda hazırlanıp, tüketime sunulurken bir sürü kimyasal işlemden geçirilen, kimine katkı maddesi ilave edilen, boya maddesi konulan ve ambalajlanan, ama “doğal”lığından zerre eser kalmayan ürünlere mecbur kalırız.
Böylece AB’ye uyum sağlamış oluruz. Eh uyum dediğiniz bu ise, çağdaşlaşmak bu oluyorsa buyurun çağdaşlaşın. Denilebilir ki bu yasalar öyle köylerde kasabalarda uygulanacak değil ki. Büyük şehirleri kapsayacak. Bu söze ancak gülünür. Bir yasa çıkartılırken Ahmet’e göre Mehmet’e göre çıkmaz. Yasa uygulayıcılar tarafından her vatandaşa uygulanacak tarzda çıkartılır. Türkiye’de hala şehirlerde mahallelerde, kasabalarda ve köylerde sütünü sütçüden alan milyonlar, bu tür üreticiler için potansiyel müşteri olarak dururken bu yasa kademe kademe en alt birimlere kadar uygulanmayacak öyle mi? Semt pazarlarının birer birer kaldırılmasının amacının ne olduğunu zannediyorsunuz? Görüntü kirliliği diyerek aslında bu ülkenin bağ dokusunu değiştiriyorlar. Bu yasayı bu ülkeye dayatanların nihai hedefinin bu ülkenin her ferdini tüketici yapmak, kontrolü de kendi koyduğu kurallarla kendi elinde tutmak olduğunu bilmeyecek kadar şuursuz yetkililer varsa, medyamız bu şuurda gazeteci, köşe yazarı ve araştırıcıya sahip değilse ona da bir şey diyemeyiz.


www.ufukotesi.com - 10 / 2006  

www.marasakupunktur.com

Ufuk Ötesi Gazetesi'nde yayınlanan yazı, haber ve fotoğraflar kaynak gösterilerek iktibas edilebilir.