Ünlem !

 

Asuman Özdemir  

Şimdi Okullu Olduk…


2006–2007 Öğretim yılı açıldı. Herkese, en başta anne babalara hayırlı uğurlu olsun… Veliler, okul yollarında güle oynaya gidip gelirken büyümesi gereken çocukları servis arabalarına sığıştırarak toplumdan izole etmekle işe başladılar… Eve en yakın okulda verilen müfredat ile beş mahalle ötede ki okulda verilen müfredat aynı olmasına rağmen annemiz sevgili yavrusunu uzak semtdeki okula yazdırmayı tercih etti de…

Çünkü iki sene önce üst kattaki komşusu Yasemin Hanım kızını o okula başlatmış. O okula iyi ailelerin çocukları gidermiş. Öğretmen hanımlar x, y, z mağazalarının kıyafetlerinden başka giymez, Fransız parfümünden aşağı da sürmezmiş. Çocuklar o öğretmenlerin elinde kişilik kazanıyormuş. Hele veli ile bir sohbetleri varmış ki, sanırsınız ağzından bal damlarmış…
Özel okul olsa bir şekilde anlayacağım ama bahse konu okullar devlet okulları. Velev ki, özel okulların öğretmenlere verdiği maaşı da çok iyi bilirim. Burada maaş ayrı bir konu... Hiçbir şekilde anlayamadığım özel formalarla, servis arabası tutarak akılları sıra özel şoförlerle sabahın köründe hiç acımadan yollara döktükleri sevgili yavrular ne diye üçüncü sınıftan itibaren kurslara yazdırılır?… Utanmasalar birinci sınıfta başlatacaklar para tuzağı olan bu kurslara… Kurs yetmiyor bir de öğretmen tutuluyor eve…
Ben o çocukların yerinde olsam en yakın mülki amire hem ebeveynimi hem de beni okutmakla mükellef olan öğretmenimi şikâyet ederim.
-“Ne sabahım ne de akşamım var. Ne hafta sonu tatilim ne de yaz tatilim var. Nefes almadan kurslara gidiyorum. Akşamları bile rahatım yok eve öğretmen geliyor. Madem okula gidecektim bunlara ne gerek var? Ya bana izin verin evden hazırlanayım imtihanlara ya da başımdan alın bu kursları, öğretmenleri, çocuk olup sadece okula gideyim…”
Bizler de çocuk olduk. Ne kurs gördük ne de öğretmen… Hepimiz de girdiğimiz okulların imtihanlarını kazandık. Üniversite de dâhil buna. Öyle gece gündüz ders çalışma huyumuz da yoktu. Oyundan, resimli çocuk kitapları okumaktan, ileriki yıllarda okul kütüphanesinde ki hikâye ve romanları okumaktan fırsat buldukça ders çalışmamıza rağmen ne sınıfta kalırdık ne de girdiğimiz imtihanları kaybederdik. Üstelik renk olsun diye çok nadiren de olsa okulu kırardık.
Bir arkadaşımız vardı. Ailesi okul öğretmenlerinden Leyla Hanımı tutmuş, ondan ders aldırırdı. Bunu gören biz çocukların velilerinin tahtaya sağ elleri ile vurarak kendi aralarında fısıldayarak konuşmalarını duyardık..
-“ Yazık, çocuk beceremiyormuş. Kafası almıyormuş. Bir ailenin bir evlâdı hem de, vah vah!” der ve döner “maşallah” sedâları ile bizim omuzlarımızı okşarlardı… Bu da bize yeterdi. Öyle bir motive olurduk ki, on sayfalık ödevi evvelallah on beş dakikada yalar yutardık. Hadi diyelim ki biz istisna bir nesil idik! Kurssuz, öğretmensiz hepimiz başarılı olduk!
O zaman sorarım size; ömründe bunların hiç birini görmeyen, hatta aylık gelirleri ortalama otuz dolar olan Orta Asya Cumhuriyetlerinden gelip, burada ki üniversite sınavlarını kazanan öğrenciler nasıl kazanıyor? Soruların hepsi aynı. Sadece Türkçe sınavından muaflar. O yüzden de diğer sorulardan bizimkilere göre daha yüksek not almaları gerekiyor. Üstelik kendileri ile yaptığımız sohbetlerde bir üçgenin alanını hesaplamayı sekizinci sınıfta öğreniyorlar. Bizimkiler ise ilkokul üçüncü sınıfta. Ondan sonra çocuk gelişme çağına girince psikologlara taşınmaya başlıyor. Neredeyse psikologu olmayan çocuk öksüz yetim sayılacak. Çünkü anne babanın veremediği öğretileri onlar veriyorlar da. Allah aşkına benim yaşımda olanlar bir düşününüz! Ya da gençler ebeveynlerinize sorunuz! Bizlerin zamanında ergenlik çağında bir çocuğu psikologa gitmesinin suçlusu kim olurdu? Allah aşkına kıymayın şu çocuklara… Lâfın yeri gelince “çocuklar çiçektir” muhabbeti dilinizden düşmüyor..
Müsaade edin de çocuklar “çocuk” olsunlar…


www.ufukotesi.com - 10 / 2006  

ufuk@ufukotesi.com

Ufuk Ötesi Gazetesi'nde yayınlanan yazı, haber ve fotoğraflar kaynak gösterilerek iktibas edilebilir.