19–21 Şubat 2006 tarihinde İsrail’e Tel Aviv, Yafa, Kudüs, Elhalil, Beytüllahim ve Eriha şehirlerini içeren 3 günlük bir seyahat yaptım. Bugünkü İsrail, dünkü Filistin topraklarındaki kan ve göz yaşı; Osmanlı imparatorluğu yani Türklerin adil, insani ve İslami yönetimi tarih sahnesinden çekildiğinden beri devam ediyor ve daha uzun süre devam edecek gibi görünüyor.
|
Bu sıkıntılı toprakları görmek uzun süredir içimde bir özlemdi. Bunun en önemli sebebi Müslümanların ilk kıblesi, Peygamber Efendimizin Miraca yükseldiği Mescid-i Aksa’yı içinde bulunduran ve üç semavi din için kutsal olan Kudüs’ü görmekti. Zeytin dağından Mescid-i Aksa’yı seyretmek ve Türklerin en ihtişamlı imparatorluklarından biri olan Osmanlı’yı yad etmek, Cemal Paşanın meşhur karargâhını görmek ve bu bölgedeki muazzam Türk eserlerini çekmek.
THY uçağı ile 1.5 saatlik yolculuktan sonra Tel-Aviv indik. Havaalanı çok modern bir görünümde değildi. Kısa bir sorgulanmadan sonra giriş yaptık. Aslında İsrail’e giriş çıkışlarda ciddi sorgulamalar yapılıyor. Bunun sebebi herkes için bilinen sorunlardır. Önce başkent Tel Aviv’i gezdik. Tel Aviv yeni bir yerleşim bölgesi. Tarihî özelliği yok. Ruhsuz beton buloklar. Söylenecek çok fazla olumlu bir şey yok. Yahudiler ve İsrail hükümeti başkent olarak Tel Aviv’i değil Kudüs’ü görüyor ve bakanlıkların bir kısmı da buraya taşınmış. Ancak dünya bunu kabul etmiyor. Büyükelçiliklerin hepsi Tel Aviv’de. Gelecek nasıl şekillenecek onu hep birlikte göreceğiz.
Tel Aviv sınırları içinde tek Osmanlı eseri Hasan Paşa camisidir. Bu da Yafa ile Tel Aviv arasındadır. Burada çok zaman harcamadan Yafa kentine giriyoruz. Yafa tarihî bir kent. Yafa portakallarının ana yurdu. Osmanlının Akdeniz kıyısındaki önemli merkezlerinden biri. Yafa’da bizi ilk karşılayan Osmanlı eserleri 2. Abdülhamid saat kulesi, sol yanda hanlar ve sağ yanda Mahmudiye külliyesi oldu. Tarihe meydan okur bir şekilde tüm güzellikleri ile bize “bizi garip ve öksüz bırakıp gittiniz, ancak buradayız ve ümitle sizi bekliyoruz” dediklerini hisseder gibi oldum.
Yafa’nın ara sokaklarından ilerleyerek sahili karşılayan surların üstüne geldik. Buradan Akdeniz’i seyrederken önümde farklı mimarisi ile Bahriye camisi adeta bölgeye mührünü vuruyordu. Bu eserlerin bazıları oldukça bakımlı idi. Şehirde geniş bir restorasyon çalışması vardı. Ocak ayında İstanbul’da Ahırkapı’dan Sultanahmet’e, Gülhane’den Sarayburnu’na ve sahilden tekrar Ahırkapı’ya doğru bir gezi yaptım. Osmanlı çeşmelerin göz pınarları kurumuş içler acısı hali ve kitabelerinin perişanlığını gördükten sonra Yafa’daki bu durum gözlerimi yaşarttı. Öğle namazını 4 kişi olarak Bahriye camisinde kıldık. İmam öğle ezanını okurken “nerde o eski günler ve cemaatler?” diye düşünmekten kendimi alamadım.
Yafa Türk tarihinde önemli yeri olan sahil şehirlerinden biridir. Surlar üstünden Akdeniz’i seyrederken tarih bir filim şeridi gibi gözlerimin önünden geçti ve içimden “ah bu Yafa limanının dili olsa da konuşsa!” diye düşündüm. Konuşsa da bize Yemen’e giden Mehmetçiklerin bu ara istasyonda ne büyük sıkıntılar çektiklerini anlatsa. Hicaz’ın güvenliğini Yemen’de gören Osmanlının İslam için seve seve şehadet şerbetini içen evlatlarına İngilizlerin ve İngiliz oyunlarına gelenlerin neler yaptıkları tek tek saysa. Yafa’da bunları düşünerek şehitlerimiz için bol bol dua ettim. “Portakalın en güzelini Yafa’da yiyebilirsiniz“ sözünün doğruluğunu tecrübe etmek için birer portakal suyu içtik ve börek yedik. Lezzetin çok iyi olduğuna kefilim. Yafa’yı ziyaret edenler portakalın tadına bakmadan buradan ayrılmasınlar. Zaten Yafa portakalları da adını buradan almaktadır. Yafa’da gezimizi tamamlayarak meşhur portakal bahçeleri arasından ilerleyerek Kudüs’e doğru yola koyulduk.
Kudüs’e yaklaşık bir saatlik yol var. Yolda Osmanlı karakol binasını görüyoruz. Kudüs’ün Müslümanlar için önemi büyük. Çünkü Müslümanların ilk kıblesi Mescid-i Aksa burada. Mekke ve Medine’den sonra İslam’ın üçüncü kutsal kenti. İslam dinine göre kutsal kentler sıralaması Mekke-i Şerif, Medine-i Şerif, Kudüs-i Şerif, Şam-ı Şerif, İstanbul (Eyüp Sultan dolayısıyla), Buhara-i Şerif, Mezar-ı Şerif diye devam eder. Hebron vadisini seyrederek Kudüs’e giriyoruz. Dr. Haluk Dursun ve Mustafa Saraç bölge hakkında bize bilgi aktarıyorlar. Bizde heyecan doruğa çıkıyor. Kudüs’ün büyülü atmosferi içinde Zeytin dağına doğru yol alıyoruz. Cemal Paşa’nın Zeytindağı’ndaki karargâhının önünden geçerek (Osmanlı 4. Ordu Karargâhı) Mescid-i Aksa’nın en güzel seyredildiği tepeye geliyoruz. Akşam olurken seyre koyuluyoruz. Mustafa Saraç, Kudüs’ün tarihi hakkında bilgi veriyor. Harem sınırları içindeki Aksa camisi ve Kubbetüs Sahra’nın büyüleyici görünümü bizi mest ediyor. Akşam karanlığı çökerken Mescid-i Aksa’nın seyrine doyum olmuyor. Zeytin dağından uzun süre Mescid-i Aksa’yı ve Kudüs’ü seyrediyoruz.
Oradan otelimize gidiyoruz. Biraz dinlendikten sonra yatsı namazı için Aksa camisine dönüyoruz. Mescid-i Aksa’nın iç kısmını ilk kez görecek olmanın verdiği heyecanı anlatabilmem mümkün değil. Bunu anlayabilmek için yaşamak gerekir. Kapıdan girmeden önce kısa bir sorgulama oluyor. Artık Harem sınırları içindeyiz. Karşımızda Kubbetüs Sahra ve Aksa camisi tüm ihtişamları ile duruyor. Heyecanım daha da yükseliyor. Hemen makineme sarılıp Haremin gece görüntülerini çekiyorum. Gece görünümleri gündüzden daha muhteşem. Gök yüzüne doğru yükselen ışıklar “kıyamete kadar burası Müslümanların olacaktır“ diye adeta haykırıyor. Bu duygular içinde Aksa camisinde ilk namazımızı huşu içinde eda ediyoruz. Çok kalabalık olmasa da cemaat 4-5 saf oluyor. Ancak cemaatte hiç bir yerde görmediğim yüz ifadesini görüyorum. Bu ifade bu kutsal mekânı cemaatsiz bırakmamanın verdiği mutluluk ifadesi. Sonra otelimize gidip dinleniyoruz. Çünkü ertesi gün bizi çok yoğun bir purogram bekliyor.
Ertesi gün sabah erkenden yola koyuluyor Kanuni Sultan Süleyman’ın yaptırdığı Sultan Barajı üzerinden geçerek Kudüs’ten çıkıyor ve çok önemli bir kent olan Elhalil’e doğru yola gidiyoruz. Kudüs’ün kenar mahallelerinden geçerken Hicaz demir yolunun Kudüs istasyonunu arabadan çekiyorum. Kudüs şehir sınırından çıkarken araba değiştirip, Filistin pilakalı bir arabaya geçiyor ve Elhalil kentine giriyoruz. Elhalil Müslüman Filistinlilerin yoğun olarak yaşadığı bir kent. Kentin etrafı İsrail’ın yaptırdığı 4–5 metre yükseklikteki beton duvarlarla çevrili. Duvarın üzerine ise “sizin ile barış içinde olmak istiyoruz” yazılı. Hem adamları modern hapishaneye atacaksın ve hem de barıştan bahsedeceksin. Bunu anlamak mümkün değil.
Şehre girdikten sonra özellikle hedefimiz Halil İbrahim mescidini ziyaret etmek. Bunun çok kadar kolay bir iş olmadığını Dr. Haluk Dursun bize anlatıyor. Çünkü daha önceki ziyaretlerde de bir takım sıkıntılar çekilmiş. Mescit tamamen İsrail ordusunun ablukası altında. Özel izinle giriliyor ve ciddi aramalar yapılıyor. Bir kaç denemeden sonra zor da olsa mescide girmeyi başarıyoruz. Mescit ikiye bölünmüş durumda. Müslümanlara açık olan kısmında Hz. İbrahim ve ilk eşi Sara’nın, Hz. İshak ve eşinin türbeleri mevcut. Diğer kısmı ise Yahudilere açık. Burada da Hz. Yakup ve eşinin kabirleri bulunuyor. Yahudiler ve Müslümanlar ziyaretlerini ayrı kapılardan girerek yapıyor.
Mescidin minberi çok değerli bir eser. Bu minber iki yerde daha var. Biri Şam’da Emevi camisinde, diğeri de Mescid-i Aksa da Aksa camisinde. Aksa camisindeki fanatik Yahudiler tarafından yapılan Aksa baskınında yakılmış. Daha sonra bir Türk usta tarafından aynısı yapılmış ve yakında yerine konulacak. Camide ziyaret ve ibadetlerimizi yaptıktan sonra hüzünlü bir şekilde Elhalil’i terk ediyoruz. Çünkü bu topraklar artık işgal altında. Filistinliler ciddi sıkıntılar içinde. Umarım İsrail hükümeti bu yanlış yoldan döner ve insani normları öne çıkararak Filistinlilerle barış içinde yaşamanın yollarını bulur. Bu çok mu zor? Asla değil. Çünkü Osmanlı yani Türkler ortalama 400 yıl bir çok milliyeti ve dini bu topraklarda barış içinde yaşatmayı bilmişlerdir. Bu örnek alınabilir. Elhalil’de pek Osmanlı eseri yok. Bu sebeple buradan size Halil İbrahim mescidi dışında bir şey gösteremeyeceğim.
Elhalil’den Kudüs’e geri dönüyoruz. Kudüs’ü gezmeden önce sizlere tarihçesinden biraz bahsetmek istiyorum. Bu bölgenin tarihi çok eskiye dayanmaktadır. Çünkü Peygamberlerin babası olarak kabul edilen Hz. İbrahimin MÖ 5000 yıllarında Urfa’da doğduğu ve yaşadığına inanılır. Ancak Elhalil ve Mekke’de de bulunmuştur. Hz. İbrahim’den sonraki peygamberlerin büyük çoğunluğu bu bölgeye gelmiştir.
|