Ölçü

 

Cem Sökmen  

SEPETÇİOĞLU’NA VEDA


Osman Yüksel Serdengeçti, Necip Fazıl’ın vefatından sonra, “Vefatıyla büyük boşluk bıraktı” kalıbının aksine, bilinen söz ustalığıyla, “Üstad boşluk bırakmadı, yüz cilt eseriyle kafaları doldurdu, gönülleri doldurdu” demişti. Geçtiğimiz ay iki önemli insanı kaybettik: Mustafa Necati Sepetçioğlu ve Ercan Poyraz. Sepetçioğlu romancılığıyla, Ercan Poyraz da kararlı mücadelesiyle gönülleri doldurmuştur. Mustafa Necati Sepetçioğlu için son nesil tarafından layıkıyla tanınmayan meşhur, Ercan Poyraz için ise “meçhul meşhur” diyebiliriz

Ercan Poyraz’ı en son gazetemizin 5. yaş kutlamasında görüp hatırını sormuştuk. Enerjisini, mücadelesini, idealizmini bildiğimiz Ercan Poyraz’ın ölümü samimiyetin ve idealizmin azaldığı zamanımızda daha da acı geldi. Çünkü Ercan Poyraz şu zamanda yaşadığı bütün zorluklara rağmen yine bildiğinden şaşmıyor, yine başkalarına huzur vermeye, yine başkalarını memnun etmeye çalışıyordu. Ercan Poyraz’ı bundan 2 yıl evvel Türk Edebiyatı Vakfında üç saat boyunca dinlemiş ve sohbetine doyamamıştık. O, sohbete son vermek isterken biz yeni sorularla yeni mecralar açmak istiyor, 2006 yılından 1975’lere gitmeyi, o günlerin samimi havasını solumayı istiyorduk. Çünkü onun başından geçenler herkesin kolaylıkla göğüsleyebileceği şeyler değildi. Ercan Poyraz neden çok önemli bir insandır? Çünkü o, tam manasıyla, “Kim var? Diye sorulduğunda sağına, soluna, arkasına bakmadan ‘Ben varım’ deyici kişidir.”


“CAN OCAĞINDA PİŞEN AŞ”LA BESLENMEK


Sepetçioğlu, zor bir zamanda aydın duruşunu ortaya koydu. Mimar Sinan’ın eğri bakan gözleri düzelttiği gibi Sepetçioğlu da kültürümüze, tarihimize eğri bakanları hizaya getirdi. Tarihi romancılıkta yeni bir damar açtı. Anadolu’nun kapılarını bizlere açan Sultan Alparslan’ı anlattığı “Kilit” romanıyla milli değerlere yaslanan bir tarih anlayışı geliştirmeye çalıştı. Sultan Alparslan’ı anlatırken sadece savaşçılığını değil, onun nasıl yetiştiğini, onu yetiştirenleri anlatmaya çalışıyor, orduyu Malazgirt’i götüren fetih ruhunu okuyucuya yansıtmak istiyordu. Horasan Alperenlerinin Anadolu’ya akışını, “Can Ocağında Pişen Aş”ın Anadolu’yla buluşmasını onun kaleminden okuduk. Dünya tarihinde eşi benzeri zor görülür bir organizasyon gücüne sahip olan Horasan Alperenlerinin bugünkü iletişimsizliğe organizasyon bozukluklarına söyleyecek çok sözü olduğunu düşünüyoruz.  Türk milletini Anadolu’ya hâkim kılan akıl ve gönül birlikteliğini, pratik yaşama üslubunu da en ince ayrıntılarıyla aksettirdi. “Anahtar” isimli romanında Küpeli Hafız’a söylettiği şu cümleler hedefi sahibi olan ve yürüdüğü yolu bilen bir milletin varlığına işaret ediyordu: “Yürekle sevilir hay Sav-Tekinim; yürekle sadece sevilir. Ama beyin işin içine girdi mi sevgi kalesi kurulur, sevgi ebedi olur yaşama sonsuz olur. Beyin işin içine girdi mi yüreğin bağlandığı şeyin bir manası olur.” “Mavi Anadolu” yerine “Müslüman-Türk Anadolu”nun hikâyesini yazdı. “Kilit”, “Anahtar”, “Kapı”, “Konak”, “Çatı” ve devamındaki romanlarıyla bu coğrafyadaki bin yıllık kültür ve devlet tecrübesini okuyucuya sundu. Kendi kahramanlarını tanımadan büyüyen nesiller Mustafa Necati Sepetçioğlu sayesinde Anadolu coğrafyasındaki varlığımızın köklerini öğrendiler. Sepetçioğlu, son röportajında zikrettiği  “beyin avansı” kavramıyla okuyucudan ve yeni nesilden Türk tarihini hep bir bütün halinde düşünmelerini ve anlamalarını istiyordu. Dilaver Cebeci’nin “Sevgimi üç bin yıl sonra doğacak torunuma yolluyorum” deyişindeki gibi Sepetçioğlu deyince aklımıza hemen “tarihin şuurlardaki devamlılığı” geliyor. Sepetçioğlu ve onun gibi yazarların çabaları olmasaydı, bizimle hiç alakası olmayan kültürel yapılara sadece Batı kompleksi dolayısıyla bağlanma çabaları bilinen tek doğru gibi devam ettirilecekti. Sepetçioğlu ibret dolu hikâyelerden ve menkıbelerden oluşan “Bir Büyülü Dünya Ki” isimli kitabında şöyle diyordu: “Kişioğlu, bir avuç toprak gibi, bir makine parçası gibi; bir kilo et, yarım somun, bütün bir yüz liralık gibi, ıslak deri gibi alınıp satılmak isteniyor, ya da bu değerde tutuluyor… Kişioğlu böyle bir madde sanılıyor. Kişioğlunun huzuru maddenin huzuru değildir; kişioğlunun huzurunu ben inancında aradım; inanan insanın huzurunu gördüğüm için…” Bize düşen, Sepetçioğlu’nun ve Ercan Poyraz inandığı gibi, aynı o parlaklıkla varlığımıza ve kimliğimize inanmak ve bize hep o büyük insanları hatırlatacak işleri yapmaktır…


www.ufukotesi.com - 08 / 2006  

ufuk@ufukotesi.com

Ufuk Ötesi Gazetesi'nde yayınlanan yazı, haber ve fotoğraflar kaynak gösterilerek iktibas edilebilir.