Köşe Taşı

 

Prof Dr. Ali Osman Özcan  

Kızıl Girdaplar


Kızıl girdaplar bizleri yutarken bile birbirimizin boğazını sıkarak ölmeyi tercih ettik. Umutsuzluk ve hayal kırıklığı boyumuzu aştığı zaman bile gerçek dosta değil, düşmanı dost tutmaya önem verdik. Kibirli düşmanlara yaltaklanmaya çalışanları kahraman ilan ettik. Kızıl girdapların içine yuvarlanırken güzel Türkçemizi başka dillerin sömürüp yok etmesi için, onu sorunlu bir dil diye sunduk. Daha bu konuda önemli saçmalıkları saymaya gerek. Önemli saçmalık uzmanlarını ödüllendirme alışkanlığı kazandık.

Keder okyanusunda kızıl girdaplar var. Bu girdabın derinliklerinde oluşan koca dalgalar yürek denilen gönül kalesine sürekli saldırıyor. Gönül kalesindeki güzeller bu dalgalar yüzünden hıçkıra hıçkıra kanlı gözyaşları dökmekte. Bu kanlı gözyaşlarını görenler ve duyanların yürekleri parçalanmakta. Keder girdabında heder olduktan sonra yaşama sevincini aramak ne işe yarar. Yas elbiseleri giyildikten sonra düğün evi şenlenir mi? Üç yüz senedir keder girdabında boğulup dururken, güneşi görüp ayaklar yere sağlam basmadan sevinç çığlıkları atmak akıllıca mıdır? Keder okyanusunun kızıl girdabının anlamı da ne ola ki? Güzellerin anası ağlarken, kalanı yalan ağlamakta. Ağlaya geldi ağlaya gider…


            Üç yüz senedir doğru yazan da var, eğri yazan da. Kalem bu. Düz de yazar eğri de. Mumyalaştırılan sözcüklerde anlam arayan da var, aramayan da. Kadavra kavramları canlı diye satanlar da var, “hayır olmaz öyle şey” diyenler de var. ‘Biz bilmeyiz bizim işlerimizi, işlerimiz hep başkalarından sorulmalıdır’ diyenler de, buna ‘Hayır’ diyenler de var. Kültür türkümüzün söz ve sazını ayağa düşürenler, keder okyanusunun kızıl girdabından kurtulduklarını sanmakta. Bu hastalığın tedavisinin olup olmadığı hala bilinmemekte. Tarih öldü, yaşasın yeni tarih diye bağıranlar, atalarının beddualarını akıllarına getirmekten korkmakta. Onların üstüne yılan atılsa, kıpırdayacak halleri yok, böyle geçmiş böyle gidecek sanıyorlar. Rüzgâr bir gün tersten eser. Esegeldi esegider…


            Toplumsal yaşamda vezirlerin rezilliği ile rezillerin vezirliği tartışma konusu. Hangisinin daha önemli olduğu konusunda bir türlü karar verilmemekte. Bunun için yurt dışından uzmanlar davet edilmekte. ‘İnsan insanın kurdudur’ diyenlerle ‘insan kendisinin de kurdudur’ diyenler arasında öyle bir ağız dalaşı yapılmakta ki… Sanırsınız dünyanın sonu geldi. Gelegeldi gelegider.


            Üç yüz senedir zihinlere düğün, bayram yaptıracak bilim ve teknolojinin gerçek içerikleri yerine, ithal malı yas tutturan sahte içerikler baş tacı edildi. Ayırt edici aklımız elimizden kaçırıldığı için doğru ile yanlışı seçemez olduk. Ayakkabıları ters giyince, başarının kendiliğinden geleceğini sandık. Oysa keder okyanusunun kızıl girdabında boğulduğumuzu bir türlü anlayamadık. Koca dalgaların sürekli saldırısına boş verdik. Kanlı gözyaşı dökenlere seyirci olduk. Olan oldu.  Olageldi olagider…


            Kızıl girdaplar bizleri yutarken bile birbirimizin boğazını sıkarak ölmeyi tercih ettik. Umutsuzluk ve hayal kırıklığı boyumuzu aştığı zaman bile gerçek dosta değil, düşmanı dost tutmaya önem verdik. Kibirli düşmanlara yaltaklanmaya çalışanları kahraman ilan ettik. Kızıl girdapların içine yuvarlanırken güzel Türkçemizi başka dillerin sömürüp yok etmesi için, onu sorunlu bir dil diye sunduk. Daha bu konuda önemli saçmalıkları saymaya gerek. Önemli saçmalık uzmanlarını ödüllendirme alışkanlığı kazandık.  Dilimizi de bilim pazarında değil, eşya pazarında satmayı önemsedik. Dilin kolunu kanadını kırdık. Kırılageldi kırılagider…


            Keder okyanusunun kızıl girdaplarında yaşarken, rüya ve masal zamanını gerçek zaman duygusuyla yaşadığımızı sandık. Zamanı hep geriden takip etmemiz öğretilmiş gibi davrandık. Zaman endişesi olmadan yaşamayı önemsedik. Ağırdan alma davranışlarıyla ağırbaşlılık davranışını birbirine karıştırdık. İşlevsel ve işe yarar olan her şeyi kapı dışarı ettik. Saniyeler ve saliseler dururken, saat ve dakika ile düşünmeyi yeğledik. Gerçekliği bozucu var sayımları keskin zekâ belirtisi diye yorumladık. Akla ve ahlaka aykırı ne varsa yem torbası doldurur gibi doldurmaya gayret gösterdik. Sonra da keder sebeplerini aramaya başladık Başlayageldi başlayagider… 


            Yas tuta tuta aklımızı kaybettik. Artık hiçbir şeyin önemi yok. Akıl denilen şey çoktan bizi boşamış. Yas tutarak düğün evine, türkü söyleyerek ölü evine gitmemizin bir sakıncası yok artık. Üzülmek, yasa bürünmek, matem tutmak, acılara ve üzüntülere değer vermek sadece sözcüklerde kaldı. Tarihi kederli günleri bile sevinçli günlermiş gibi hatırlamaya başladık. Bir garip olduk biz. Biz bizde biz olmaktan çıktık. Biz, atalarımız olduğunu bile hatırlamak istemiyoruz. Bu dünyaya gökten düşmüşüz sanki. Tutunacak dallarımızı kesmeyi çok iyi biliyoruz. Düşünme çilesinden korktuğumuz kadar, ölümden korkmuyoruz. Korkageldi korkagider…


            “Bir musibet bin nasihatten hayırlıdır” diyen atalarımızın sözünü tersinden anladık. Artık “bir nasihat bir musibetten hayırlıdır” demeye başladık. Musibetleri, felaketleri gülerek karşılamayı öğrettiler bize. Matem de ‘ne menem bir şey’ diye merak eder olduk. Boş sözlerin anlamlarını yorumlamak için, kütüphaneler dolusu kitaplar topladık. Fuzuli kelâmları nasıl öğreteceğiz diye nice yüksek ihtisas konseylerinin görüşlerini aldık. Sürekli hüzünlü olmamız gerekirken, gülme festivallerinde hep birinciliği kazandık. Emelleri, ülküleri keder okyanusunun kızıl girdaplarında boğduk. Canla başla çalışma, kendini işe adama diye bir niteliğimiz yok artık. Yaşamla ilgili işlev ve işlemlerimiz paslanmış, çalışmıyor. Zalimlere dalkavukluğu bile yücelttik. Yücelegeldi yücelegider…


            Milli kederlerimizle övünür olduk. Her işimizi pamuk ipliğiyle bağlama huyu edinmişiz. İşimiz gücümüz birbirimizin topuklarına basmak ve birbirimize çelme takmak. Ne zaman düşecek? diye meraktan ölüyoruz. Gerekli olan her şeye gereksiz mührü vurup ellerimizi ovuşturuyoruz. Şükür ve kanaat sözcüklerini kavram ve terim olarak kurşunlandıktan sonra, arkalarından timsah gözyaşları dökme aşağılığı göstermeye utanmadık. Açgözlü açıkgözlerin gösterdiği her şey doğrudur diye inanıp durduk. Daha ne olsun. Üç yüz senedir kayıp üstüne kayıp veriyoruz. Keder girdabında bile ağlanacak halimize gülüyoruz. Yenilgileri bile zafere çevirme hilesini bulduk. Kedersiz dünya hayali ile yaşamak ne güzelmiş. Aklımızın kösteğini birileri çözmüş. Dizgini kopmuş at gibi nereye gideceğimiz belli değil. Kızıl girdapları gelinlik kıyafet olarak görüyoruz. Göregeldi göregider…


            Miskinliğe düşman miskinlerimiz var. Yangında ayağı yandığı halde ayağını çekip uyumaya devam eden tembellerimiz var. Terlemeden para kazanmak isteyenler de işin cabası. İşin gerçekliğini, sonucu görecek gözler üç yüz senedir yok. Hayati işlevleri felç olmuş bir hasta var. Tedavi edecek hekim henüz yok. Yabancı hekimlerin tedavisinden kuşkulanacak. Bilgeler ortalıkta yok. Ne olacak şimdi? Bu hasta ölürse zaten kıyamet kopacak. Keder okyanusunun kızıl girdapları zaten gönül kalesindeki güzelleri yutma peşinde. Gel de çık işin içinden!... Kalem bu ya! Eğri de yazar, doğru da yazar. Yazageldi yazagider…


www.ufukotesi.com - 08 / 2006  

ufuk@ufukotesi.com

Ufuk Ötesi Gazetesi'nde yayınlanan yazı, haber ve fotoğraflar kaynak gösterilerek iktibas edilebilir.