Milli Sıtrateji

 

Dr. Alptürk Ünlü  

HAYDİ BİLAL CEPHEYE!..


Son yirmi iki yılda olan kimlere oldu? Olan çocuklarını terör yolunda kaybedenlere oldu. Yani; Turgut Özal, Recep Tayyip Erdoğan ve benzerleri sayesinde ve onların pasifist politik kararlarından da cesaretlenen PKK, faturayı yoksul ve de malum ayilelere kesti. Bu tablo, ibret tablosudur ve çok ağalanacak bir tablodur. Bu tablo dışında elbette hayatında Özal ve Erdoğan gibilere pirim vermeyip de ıstırap çekenler de vardır.

Fakat ölen askerlerin yakınlarının önemli bir kısmının. Turgut Özal gibileri, Recep Tayyip Erdoğan gibileri iktidara getirdiklerini de düşünmekteyim. Bu ülkede, diyalektiğini bilmeyen insanların çoğunun, son aşamada kendi elleriyle çocuklarını böylesi ortamda feda etmeye hazır olmaları da kaçınılmazdır. Bu anlamda PKK�nın yok edilmesi için, günümüzün çapsız liderlerinin ve kadrolarının, yağdanlıklarının çözüm yeri olmaları da söz konusu olamaz. Analar, babalar çocuğunuz eğer canınızsa, çocuğunuz eğer ciğerinizse bunları anlayınız! Bu gerçekleri görünüz! Yoksa PKK gerçeği karşısında, ne canınızı sağ bırakırlar, ne de ciğerinizi. Resmen her şeyinizi sökerler! İş işten geçtikten sonra da, ne bizim faydamız olabilir, ne de bir başkasının... O yüzden gün böyle bir gündür. Bu memleketin her yerinde yaşayanlar, iyi düşününüz! Özellikle evlatlarınızı da düşününüz! O nedenle, çapsız liderlere, yağcı, çıkarcı kadrolarına, dalkavuklarına kim olursa olsun pirim vermeyiniz! Verdiğiniz her pirim, size dönecek olan kandır, baruttur, yüreğinizin yanması, beyinlerinizin dağlanmasıdır.


BİR EVLADIN MALİYETİ


Her şeyin hayatta bir maliyet vardır. Maliyetsiz bir insan hayatını, tasavvur etmemiz söz konusu değildir. Çocuğun ve evladın da bir maliyeti vardır. Bu nasıl bir şeydir? O sizin ciğerparenizdir. Üzerine sakınarak, bir şey olmasın diye titrersiniz! Çocuğunuz bir aylık olsa da böyledir. Beş yaşında olsa da öyledir. Yirmi yaşında da durum değişmez! Bunları kimler iyi bilir? Ana, baba olan ve gerçekten çocukları üzerine titreyenler iyi bilir. Ben eminim ki, Recep Tayyip Erdoğan�da, Mesut Yılmaz�da Tansu Çiller�de, Necmettin Erbakan�da, Erkan Mumcu�da bu tabloyu çok iyi bilir. Onların bilmediği nedir? Her geçen gün öldürülen askerlerimizin analarının, babalarının yaşadığı evlat kaybetmenin acısıdır? Peki bu politikacıların çocukları için, ülkemizde böylesi bir yolda, yani PKK önünde kaybolmasın diye bir teşkilat mı vardır? Yoksa bu şahısların, ortak dayanışmaları mı söz konusudur? Ya da bunlar gibi olanların bir çıkar birliği mi vardır? Aynı zamanda, söz birliği etmişçesine ortak hareket etmeleri mi söz konusudur? Tüm bunları, burada masaya yatıracağız. Ülkemizde bir de hiç ana, baba olamamış insanlar, liderler ve eşleri vardır. Bunlar elbette evlat nasıl yetiştirilir, bilmezler. Bunlar o duyguyu yaşamadıkları için, evlat kaybetmenin acısını da bilemezler. Böylesi duyguları bilemeyenler, bu ülkede nasıl �baba� olabilirler? Örneğin kendisine sözüm ona �baba� adı da verilmiş olan Süleyman Demirel ile Nazmiye Demirel çifti, evlat acısını bilebilir mi? Ayrıca Bülent ve Rahşan Ecevit çifti, böylesi duyguları hiç yaşadılar mı? Ya Erdal ve Sevinç İnönü, bu duygulardan haberdarlar mı? Bunlara benzer liderler, kadrolar, yağdanlıklar, dalkavuklar da aynı durumda değiller midir? Böylesi kişilerin, bu tür bir acıyı hissetmesi mümkün müdür? Değilse eğer, işimiz çok zor. Belki de bu çeşit insanlara, böylesi duyguları anlatmak, deveyi hendekten atlatmaktan daha zor olmasın sakın! �İşte Hendek, iste deve�... Onlar, Hendek�i Sakarya�nın ilçesi, deveyi de Hecin devesi sanmasınlar! Aslında biyolojik manada evlat sahibi olamayanlar, isteselerdi sosyolojik manada evlat sahibi olabilirlerdi. Bunun için 17 Ağustos 1999�daki deprem bir fırsat yaratmıştı. Malum olduğu üzere depremde pek çok çocuk yetim ve öksüz kalmıştı. Bu yetim ve öksüzlere Demireller, İnönüler, Ecevitler ve benzerleri niçin sahip çıkmadılar. O zavallı çocuklardan bazılarını niçin evlat olarak benimsemediler?


Bu gün Yahudilerin bir askeri, Türk�ün kaç askeri ediyor? Evet Yahudi liderler, bir asker için, dünyayı yakıyor. Ya Türkiye�nin Başbakanı ne yapıyor? Bir şeyler söylüyor ama anlamsız ve de içi boş... Peki o zaman bu ülkede neler oluyor? Ülkemizdeki anaların yüreğini, PKK bu hükümetin malum pasifliğinden de yararlanarak yakmıyor mu? İşte İsrayil yönetimi, iste Türkiye�deki yönetim. �İşte Hendek işte, deve�ya yersin ya biçersin! Peki kim yiyor veya kim biçiyor? İyi düşününüz! İyi algılayınız! PKK terörü bitmek nedir bilmiyor. Fakat bu terörden kim ya da kimler payını alıyor? İyi düşünmeliyiz! Türkiye�ye hakim olan büyük sermayenin, bu konuda, sesi niçin gür çıkmıyor? Örneğin Rifat Hisarcıklıoğlu her konuda ahkam keserken, bu konuda somut anlamda ne kesiyor? Ya da AKP milletvekili Nevzat Yalçıntaş�ın İTO başkanı olan oğlu bu konuda kamuooyu önünde ne diyor? Yoksa paralı askerlik yapanlara onay veriyor mu? Bazıları bu ülkenin kaynaklarını talan ederken, bizler elbette sesleri çıkmayanları tanıyoruz.Fakat talan edilen ülkemizin sahipleri, sadece Doğuda ve Güneydoğuda canlarını veren çiftçi, işçi, memur ve esnaf çocukları mıdır? Bu gurupların çocukları, o bölgenin ne kadar sahibi olabilirler ki?


Bu vatan toprağının ne kadarına sahipler ki? Bu ülkenin kaynaklarını hangi ölçüde kullanıyorlar ki? O zaman insan kullanmadığı, değerlendiremediği bir yere, nasıl sahip olabilir ki? Sahip olamadığı bir yerde, her şeye sahip olanlar saklanırken, yurtdışlarına çocuklarını kaçırırlarken, vatanı kollamak, kurtarmak görevi, her zaman garibanlara, yoksullara mı düşüyor?Demokrasi, demokrasi deyip de, bu ülkede kırallar gibi yaşayanların, ülkeyi yiyip de yan gelip yatanların çocukları nerede? Yoksa ülkeyi yiyenlerin hepsi mi kısır? Ya da çocukları varsa, hepsi mi kız? Onların erkek çocukları, hiç yok mu? O nedenle mi bu insanların PKK önünde hiç canları yanmıyor? Bundan dolayı mıdır, bu konuya yönelik olarak karıları, bacıları ve kendileri hiç ağlamıyor?Bazı Timsah gözyaşı dökenleri de, çok iyi biliyoruz. Örneğin bir zamanlar Kanal D televizyonunda Ahmet Kaya�ya purogram yaptırılmamış mıydı? Bu Ahmet Kaya, PKK ile hiçbir ilişki kurmamış mıydı? O, yurt dışına niçin kaçmıştı? Kanal D gurubuna yakın olan Milliyet gazetesi 20 Temmuz 2007 tarihinde �Ateş Düşen Evler� diye başlık atmış, Şarköylü Emrah�ın �istediği bir çift ayakkabıydı� diye yazıyor�Ben mi ya da benim gibiler mi Şarköylü Emrah�ın yoksul kalmasına sebep oldular? Şarköylü Emrah yoksulken, bu ülkede kimler zengin oluyordu ya da olmuştu? Örneğin Küçük Emrah denilen şarkıcı, bu ülkede zengin olmamış mıydı? Onun kökeni nereye dayanıyordu? Bu ülkede gerçek manada kim ırkçılık, kim bölgecilik yapıyordu ki? Fakat arabeskçi Emrah, bu ülkede zengindi, babalık davası için uçkurunun parasını bile Avrupa�daki mahkemelere, Türk milleti ödüyordu. Arabeskçi Emrah�ın aksine, Şehit düşen Türk Emrah ise yoksuldu.Üstelik onun ve onun gibilerin bu ülkede şehit olması kaderleri miydi? Halbuki o şehit olmasa, sivile dönünce, bir daha Eruh�u görebilecek miydi ki? Parası, pulu çok olan bir genç miydi ki, o bölgeye bir daha gidebilsin? Fakat Milliyet gazetesi, bu sefer de şehitlerin sırtından yazılarla kazanç sağlıyor ve olayları kendi isteğine göre yönlendiriyordu? Halbuki Milliyet gazetesinin yazarları içersinde, �Ne Mutlu Türküm Diyene� ifadesini köşelerinde göğüslerini gere gere yazabilecek halen kaç yazar vardır? İstatistik yapalım mı?Örneğin oradaki yazarlardan Çetin Altan, Metin Münir, Ece Temelkuran gibiler, söylediğimiz Atatürk�ün o veciz sözünü benimseyerek kamooyunda övünç yazısı olarak yazabilirler mi? Yoksa şu andaki görüşleri, çizgileri, bu yazıyı, dediğimiz anlamda yazmaya el vermiyor mu? Milliyet gazetesine çöreklenmiş olan yönetim, kendi düşüncelerini mantıklıca ve çıkarına yönelik olarak ortaya koymaktadır. Darısı bazı Türk milliyetçilerinin, özellikle başına...Adı geçen gazete, şehitler ile ilgili haberleri verirken de, �Polatlılı Sedat Akça Boşnak asıllıydı� demeyi de ihmal etmiyor. Bu çeşit gazeteler, yoksulun etnik kimliğini kaşırken, zenginlere gelindiğinde, falancanın filancanın Yahudi, Rum, Ermeni ve dönme gibi ve sayir kimlikte olduklarını niçin yazamıyor? Fakat aynı gazeteler, medyadaki etnik ayrımcılığı, Türklüğe karşı kışkırtan, demokrasi paravanası altında yazılar yazan, bir sürü yazar geçinen etnik ırkçıları beslemektedirler. Etnikçiliği beyinlerinin yumrularında taşıyan ve son dönemlerde etrafa saçanlar hakkında, Milliyet gibi gazeteler, özellikle şu yazar şudur, bu yazar budur diye nedense bilgi vermiyor; Fakat şehide gelince, kurnazca etnik kimliğini veriyor, o şehidi hangi tür bir etnik milliyetçilik yapanların öldürdüğünü belirtmiyor... Niçin versin ki? Onların diyalektiği, Türklüğün diyalektiği mi ki? İşte Türk milliyetçiliğinin ve Türk insanın anlaması gereken nokta, bu noktadır. Bu ülkede maliyetleri, kazançları ilgililere bindirmenin zamanıdır. Bundan kaçıldığı sürece, hep garibanların, yoksulların canı yanacaktır


ZENGİNLER CEPHEYE


Alt başlığı da görüyorsunuz! Başlık iki sözcükten oluşuyor. Birisi zenginlere yani; bol paralılara, cüzdanı şişkinlere, ensesi kalın ve yüzü pişkinlere yönelik. İkinci sözcüğümüz ise cephe, yani; kana, baruta, savaşa, ölüme, gözyaşına, feryadı figana ve mateme yöneliktir. Bu ne demektir? Bizlerin içimizdeki şeytanları görme zamanı ve resmen acıya tuz basanlara ortak olmak zamanı değil midir? Peki acıya gerçek anlamda ortak olması gereken zenginler, neredekilerdir? Arabistandakiler mi? Yunanistandakiler mi? Yoksa yoksa Türkiyedekiler mi? Elbette sözümüz Türkiyedekilere...Peki bu düzlemde, cephe neresidir? Kore mi? Küba mı? Sudan mı? Hiç birisi değil! Türkiyenin doğu ve güneydoğu bölgesidir. �Niçin böyle bir başlığa gerek duyuldu� derseniz; gerçekler adına, doğruluk adına, eşitlik adına, demokrasi adına, ihtiyaç olduğu ve asıl ön saflarda savaşması gerekenlerin de onların olması gerekli olduğu için! Savaş nerededir? Savaş Türkiye Cumhuriyeti sınırları dahilindedir.Birincisi görünen kanlı savaş; ikincisi görünmeyen karanlıklardaki, masa başlarındaki, gizli odalardaki savaş...Birincisi, savaşın şiddeti ve döktüğü kan, ülkeyi yirmi iki yıldır sarsmaktadır. Bu savaş yüzünden bu ülke, binlerce yiğidini, kaybettiği gibi, milyarlarca lirasını da heba etmedi mi? Sonuçta ne oldu? Savaş bitti mi? Kan durdu mu? Bu duruma savaş demeyenler, olayı ya hafife alanlardır ya da olayı kasıtlı olarak böyle göstererek bir yere varacağını sananlardır. Bu gün 1984 yılındaki Eruh- Şemdinli baskınlarının üzerinden yirmi iki yıl geçmiştir. Örneğin 16 Temmuz 2006 günü Eruh�ta öldürülen yedi asker, acaba kaç yılında doğumuşlardır? Hiç düşündünüz mü? Bunlardan 1985-1986 doğumlu olanlar var mıdır? Elbette...O zaman vahameti görebiliyor musunuz? Ey yetkililer! Siz gözünüze bandaj mı taktınız? Başbakanınız, arada bir kara gözlüklerini takıyor. O belki de, o nedenle göremiyordur. Ya sizler, vahameti görebiliyor musunuz? Eğer kasıtlı olarak görmüyorsanız, el insaf! İnşallah yürekleri yanan, beyinleri bu acılarla dağlanan analar ve babaların ıstırabı ve bedduaları da layık olanları bulur! Vahamet nedir? Vahamet şudur:Günümüzde PKK kurşunlarıyla hayatlarını kaybeden ya da yaralanan erlerimiz ve erbaşlarımız, ne acıdır ki, bu olayların başladığı tarihte dünyada dahi yoktu. Ne demek ki istiyorum? Şimdilerde vurulan askerler,1984 Ağustosunda başlayan bu olaylardan sonra, yani 1985 ve 1986 yıllarında doğmuşlardı. Bu ne kadar acı bir tablodur. Bu tablo, yirmi iki yıldır bu ülkede yaşanmakta ve halen de devam etmektedir. Bu tabloya göre, Turgut Özal denilen şahsın, �bir avuç çapulcu�, �kanı yerde kalmayacak� edebiyatıyla bu günlere geldik. Turgut Özal denilen şahsa, bu ülkede özel bir mezarlık yapılmadı mı? Bu şahsın, tarihsel boyuttaki Türk milliyetçiliği aleyhinde yaptıkları iyi analiz edildiğinde, bu ülkede böyle anıtsal bir mezar yerine hakkı var mıydı? Üstelik devlet liderleri için Ankara�da mezarlık hazırken, yine Türk milletinin kesesinden fazladan kaynak aktarmak gerekli miydi? Arkadaşlar, bekara karı boşamak ne kadar kolaysa, milletin kesesini, bütçesini ve kaynaklarını orta malı yapanlar için, bu çeşit yanlı ve de yanlış kararlar almak sıradan bir iştir. Diyoruz ki, ülkemizdeki bütün maliyetler, maliyeti ortaya dökenlere, yapanlara, dağıtanlara bindirilmedikçe devlet adına, belediyeler adına hareket ettiğini söyleyen pek çok zevat, bu kapıyı ardına kadar kullanacaktır. Halende bu maliyet kapısı, maliyet sahiplerine bindirilmediği için, ardına kadar da kullanılmaktadır F akat ülkemizde; yönünü, hedefini ve de diyalektiğini gerçek anlamda bilmeyen insanlar yüzünden, acılara acılar bindi ve de binmeye de devam edecektir. Olayın ibret alınacak yanı, bu şehitlerin analarının ve babalarının pek çoğunun da, seçimlerde oylarını aldığını sandığım malum liderler yüzünden, PKK tablosunun vahameti değişmedi. Halbuki Turgut Özal,1984�teki Eruh ve Şemdinli olayları sırasında acaba Bodrum�da denize mi giriyordu? Bu ülkenin yetkilisiyken Bodrum kıyılarından �bir avuç çapulcu mu� diyordu? Bodrum�da denizdeyken caka satmak kolaydı. Fakat bir sürü enayiye de, halktan gelen başbakan ya da cumhurbaşkanı olarak yutturulmayacak mıydı? Sanki diğerleri uzaydan mı gelmişti? Üstelik halktan gelmenin, zenginlik-fakirlik boyutu ele alınırsa, Süleyman Demirel tabanın da tabanından gelmekteydi. Fakat tabandan gelmekten ziyade, insanın son duruşta ne yaptığı önemli değil midir? Bize göre, halktan gelmenin yegane ölçüsü, ülkemizin doğal ve her türlü kaynaklarının, ABD�ye peşkeş çekilip çekilmediği hususudur. Siz ülke kaynaklarını, bir sürü palavra adına, kılıflar da uydurarak etrafa dağıtın, sonuçta saf insanları kandırabilirsiniz. Fakat bazı önemli gerçekler değişmez ki... Yok halktan gelmiş, yok bilmem nereden gelmiş olmaktan ziyade, bu ülkede PKK gerçeğini görmemek hangi halktan gelmeyle bağdaşabilir ki? Turgut Özal, 1984 yazında, Başbakan olarak o malum sözleri söylerken, yalakalar ve yağdanlıklar, malum görevlerini yaparken, T Özal�ın küçük oğlu Efe sadece, on yedi yaşındaydı. Başkalarının çocukları, hayatlarını verirken, Efe yirmi yaşına da geldi. Efe�yi Turgut ve Semra Özal çifti, istedikleri bir şekilde de evlendirdiler. Efe, karısı Zeyneple o zamanlar mutlu olan yuvasında çocuklar da yaptı. Efe babası öldüğünde, yirmi beş yaşlarındaydı. Efe, bugün otuz dokuz yaşındadır. Efe, babasına göre, �kanı yerde kalmayanların� ya da �bir avuç çapulcu� dediklerinin memleketlerine gidiyor mu? Hiç babasının, dar görüşlülüğünün özeleştirisini yapıyor mu? Efe evlendiğinde, üç dört yaşında olan çocuklar, şimdi asker olarak tek tek devriliyor. O ölen askerlerin, babaları, anneleri Turgut ya da Semra Özal olmadığı için, daha mı kolay bir şekilde ölüme gidebiliyorlar? Efe halktan geldiği söylenen babası Turgut Özal sayesinde, pek çok imkanlara kavuşmuştur. Aynı ağbisi, ablası, annesi ve amcaları gibi...Demek ki herkes, Turgut Özal gibi halktan gelmeliymiş(!) Fakat bu millet, bu gerçeği sorgulayamıyor. Türk milliyetçisiyim diyenlerin de, hedeflerinde böyle bir sıtrateji, bir sorgulama görülmüyor. Bu ülkede olanlar ise, yeni yetişen Türk çocuklarına ve ayilelerine oluyor. Bizler PKK olaylarındaki maliyeti, Turgut Özal�lara, Mesut Yılmaz�lara, Süleyman Demirel�lere, Erdal İnönü�lere, Necmettin Erbakan�lar, Recep Tayyip Erdoğan ve onlar gibi yanlış teşhis koyanlara yükleyemediğimiz sürece, PKK gerçeği karşısında sadece ağlarız. Ağlayanlara da seyirci kalabiliriz. Bu ülkede durum hep böyle giderse, ağlayanlara yenileri çok fazla sayıda eklenir, eklendikçe de ıstırap sahipleri çoğalır ve de böylesi bir ortam belki de kader diye kabullenilmiş olur. Diyoruz ki, böyle bir kader, sadece yoksul çocuklarına vurmamalıdır. Yine haykırıyoruz ki, haydi bu ülkeyi yiyenlerin çocukları, sizler de cepheye! Korkmayın, yediklerinizi hazmetmek yetmiyor, helal ettirmek istiyorsanız, sizler de cepheye! Özellikle en ön saflarda, sizleri görmek istiyoruz! Çünkü biz, gazetelerde, dergilerde, ekranlar da hep babalarınızı, annelerinizi gördük...Bize öyle gösterdiler, öğle öğrettiler. Biz de diyoruz ki; şimdi biz de sizi cephe de yani PKK önünde, en ön saflarda görmek istiyoruz. İleri! Ey Türk milleti! Sizler de, hedefinizi bu doğrultuda koyun ve koydurunuz! Kendiniz için, geleceğiniz için, çocuklarınız için, nesillerinizin yarınları için, bu isteğimize sahip çıkınız! Arkadaşlar! Asker cenazelerinde sadece �Şehitler Ölmez, vatan bölünmez� sıloganı her şeyi karşılamıyor. Bizler şehit cenazelerinde cepheye gerçek gitmesi gerekenleri, özellikle dillendirelim ve sıloganlarımızda hep beraber haykıralım: Tayyiplerin, Güllerin, Unakıtanların, Erbakanların, Çillerlerin, Yılmazların, Hakkoların, Kahmilerin, Alatonların, Beymenlerin, İpekçilerin, Toprakların, Çağlarların, Ulusoyların, Koçların, Sabancıların, Altanların, Barlasların, Çalışlarların, Ilıcakların ve benzerlerinin oğulları ya da damatları da cepheye...Ülkenin kaynakları kimlerin elindeyse, özellikle onlar cepheye...Haydi Bilal Erdoğan efendi, en ön safta cepheye, istikamet Amerika değil, Güneydoğu... Koşar adım ileri! Şehitlik mertebesi yüksek, fakat sadece fakir çocukları için değil; biraz da zengin çocukları için bu sılogan atılsın!..Eşitlik adına,adalet adına...


www.ufukotesi.com - 08 / 2006  

ufuk@ufukotesi.com

Ufuk Ötesi Gazetesi'nde yayınlanan yazı, haber ve fotoğraflar kaynak gösterilerek iktibas edilebilir.