Hıncal Uluç bundan 1 ay evvel Batı Trakya’ya yaptığı gezide ilgi çekici bir olaya şahit olmuş ve bunu köşesine taşımıştı. Bu ilgi çekici olayın baş aktörü ise Türk bayrağı idi. Bir Batı Trakya Türk’ü Hıncal Uluç’a, bölgede diğer Türk spor kulüplerinin dernekleri olmasına rağmen, armasındaki Türk bayrağından dolayı Yunan makamlarının Beşiktaş derneğine izin vermediğini anlatmıştı. Maalesef bu hadise medyamızda pek ilgi görmedi. Dünya böyle bir dünya işte; bayrağı olmayanlar, tarihi olmayanlar, kültürü olmayanlar el üstünde tutulurken, bayrağı, tarihi ve kültürüyle asırları aşan bir milletin üzeri örtülmeye çalışılıyor. Bu bayrak nasıl silinmeyen izler bırakmış ki bundan birkaç yıl evvel Tunus büyükelçisinin makam aracındaki Tunus bayrağı Türk bayrağı zannedildiği için Atina sokaklarında saldırıya uğramıştı.
ARMADAKİ BAYRAKTAN ANSİKLOPEDİ TARİHÇİLİĞİNE
Rahatsız eden bayraktan rahatsız eden tarihe geçmek istiyoruz. Son yıllarda istikrarlı ve geniş ufuklu, tarihimizin bütün cephelerini merak eden ve işlemeye çalışan anlayış gelişti ve bu olumlu gelişme “Biz kırk kişiyiz, birbirimizi biliriz” tarzı aydınları rahatsız etti. Ve cevapları önceden dağıtılmış sorular ezberleri kontrol için yeniden soruldu. 1940 model tarih anlayışını yeniden gündeme getirmek kime ne fayda sağlar bunu çok merak ediyoruz? Şimdi, bütün tarihi birikimiyle kucaklaşması gereken bir Türkiye vardır; hiç kimsenin de toplumun tarihe yönelişini dar kalıplara hapsetmeye hakkı yoktur. Bilim adamı ve tarihçi kimliği es geçilerek ısrarla siyasi platformda değerlendirilmeye çalışılan Nihal Atsız tarih eğitiminin gayesini şöyle tarif ediyordu: “Edebiyat, tarih, coğrafya dersleri okutmakla güdülen gayelerden birisi de, gençlere, millet ve yurt sevgisi aşılamaktır. Hatta bazen bütün o okunan cilt cilt kitaplardan, akıllarda hiç bir şey kalmaz da, gönüllerde bir milli sevgi ve inanç kalır ki, istenilen ve beklenilen de esasen odur.” Bu çerçeveden bakınca milli bir eğitimin neresinde olduğumuz sorusu geliyor akla hemen.
Batı bizim için zaten yeterince kalıp hazırlamış, tarihi kendisine göre sınıflandırmış, hangi çağın nerede başlayıp nerede bittiğini çıkarlarına göre “ders” kitaplarına kadar geçirmiştir. Çağlar arasındaki bölünme emperyalizmin sigortasıdır. Bu “büyük yalan”la mücadele etmeyi niçin göze almıyoruz? Ama bu sorgulamalar bizdeki sanal aydınların çapını aşıp sigortalarını attırmaktadır. Bu adeta “Sen düşünme, konuşma ve fikir üretme! Bunların en iyisini biz yaparız, seni de bir güzel yönlendiririz” demektir. Geçmişi yanlış bilirsek, geleceği de yanlış kurarız. Batılılar Batının tek medeniyet olduğunu iddia ediyorlarken biz de böyle işlerle uğraşıp onların ekmeğine yağ sürüyoruz.
KÜRESELLEŞME ve İSTANBUL GECEKONDULARI
Robert Kaplan “Küreselleşmeyi her yerde kabul ettirdik, İstanbul’un gecekondularında kabul ettiremedik” derken, bizdekiler bunun üzerinde düşünmek yerine yılların değişmeyen kalıplarını seslendirmeye devam ediyorlar. Bunların rafine bir örneği geçen günlerde tarihçi olmadığı halde yine bilindik tekerlemeleri söylüyorken cevabını “tarihçi” Reha Çamuroğlu’ndan aldı: “ Türkler gibi çok büyük bir halk eğer kılıç zoruyla din değiştirdiyse, dünyada Musevi kalmamış olurdu. Bu tezi ilk ortaya atanlar dâhil şunu itiraf ederler, derler ki Müslümanlaşan Türkler, halifeliğin özel ordusu oldular ve müslümanlığı Türkler korudu. Şimdi, pardon Türklerin böyle bir askeri gücü vardı da nasıl oldu kılıç zoruyla din değiştirdi? Dini koruyacak güçleri vardı da dine karşı kendilerini koruyacak güçleri niye yoktu? Bir halkın zorla din değiştirebilmesi için karşısındaki zoru yapan güçle arasında fiziki güç uçurumu olmalı. Türklerle Araplar arasında hiçbir zaman böyle bir fiziki uçurum olmamıştır. ‘İslam zor olmadan kabul edilemeyecek bir dindir’ bu şahıslara göre. Bunu ileri sürmek, tarihinden bihaber olmak demektir. Bu kutuplaşmaları arttırır. Bir tarihçi ‘Bu kitabı yazarken İslam Ansiklopedisi'nden faydalandım’ demez. Ansiklopedi ile tarih kitabı yazılmaz.” Yavuz hırsızların ev sahiplerini bastırdığı bir kültür/sanat/eğitim ve iletişim ortamında yaşıyoruz. Ev sahipleri oturdukları toprakların kıymetini ve burada yaşamaya devam edebilmenin neler gerektirdiğini anladıkları gün çok şey değişecektir. Yerli aydınlara düşen görev ara sokaklara itilmeye çalışılan bir dünya görüşünü yüksek seviyede işleyerek ana caddelere çıkarmaktır.
Yazdıkları ve söyledikleri, Türkiye’nin başına çuval geçirmek ve bizi ölü medeniyetlerin yanına, tarihe gömmek isteyenlerle aynı çizgide olanların fark edilmesi ve unutulmaması gerekiyor. Bu ülke, bayrağının, tarihinin ve kültürünün derinliğini idrak ederse, küresel hegemonyanın bağrına saplanacak bir mızraktır, çuvala sığmaz...
|