Aykırı Bakış

 

Dr. Yusuf Gedikli  

Azerbaycan seyahati


Azerbaycan yönetimi şark halklarının lider eksenli pisikolojisini keşfetmiş. Haydar Aliyeve �ulu önder� diyorlar. Her meydanda heykeli, büstü, her devlet dairesinde resmi asılı. Hava limanının Bine olan adı Haydar Aliyeve çevrilmiş. Her devlet dairesinde o dairenin konusuyla ilgili sözleri yazılı. Mesela Azerbaycan Pedagoji Üniversitesinde Haydar Aliyevin �Men dünyada müellimden yüksek bir ad tanımıram� sözü görülüyor.

22-30 mayıs 2006 günleri arasında Azerbaycandaydık. Gidiş sebebimiz 1926 Bakü Türkoloji Kurultayının 80. yıl dönümü münasebetiyle tertiplenen Türkoloji Konferansıydı.


Azerbaycana en son 1995 Martında gitmiştik. 11 seneden beri ilk defa gidiyoruz.


Tabiatiyle Bakü çok değişmiş. Gökdelenler yapılmış. Şehir içinde sık sık inşaat faaliyetleri görülüyor. Vahşi kapitalizmin saldırganlığı her yerde fark ediliyor. Bazı eski binalar yıkılıp yeni, beton binalar yapılıyor. Türkiyeli bir arkadaşın dediğine göre haritada yol olarak görülen yerlere dahi inşaat yapıldığı vaki. Şehrin dokusu henüz değişmemiş. Yapılan bazı yeni binalar eski mimariyle yapıldığı için sırıtmıyor. Ama bu ne kadar devam edebilir, orası ayrı mesele?!.


Ekonomide hafif iyileşme var. Petrol paralarının gelişinden sonra daha iyi olunacak beklentisi mevcut. Rüşvet hâlâ çok yaygın.


Azerbaycan yönetimi şark halklarının lider eksenli pisikolojisini keşfetmiş. Haydar Aliyeve �ulu önder� diyorlar. Her meydanda heykeli, büstü, her devlet dairesinde resmi asılı. Hava limanının Bine olan adı Haydar Aliyeve çevrilmiş. Her devlet dairesinde o dairenin konusuyla ilgili sözleri yazılı. Mesela Azerbaycan Pedagoji Üniversitesinde Haydar Aliyevin �Men dünyada müellimden yüksek bir ad tanımıram� sözü görülüyor. Aynen Atatürkün �Muallimler! Yeni nesil sizin eseriniz olacaktır� sözü gibi. Özetle Türkiye modelini uyguluyorlar. Resulzade tamamen devreden çıkarılmış.


Azerbaycan toplumu bize göre daha maddeci bir toplum. Bunun sebebi tabii ki 1920�1991 arasında 71 yıl süren komünist eğitim. Bu husus yüksek mevkilere gelenlerde de göze çarpıyor. Türkiyeyle Azerbaycanın en büyük farkı, Türkiyede bir makama gelen şahsın makamında az da olsa memleket hayrına bir şeyler yapmak istemesidir. Oysa Azerbaycanda bir makama gelen şahıs, o makamı ilânihaye korumak istiyor ve bunu �memlekete bir şeyler yapayım� diye değil, kendini kurtarmak için yapıyor ve makamını kaptırmamak için savunma pisikolojisiyle elinden geleni ardına koymuyor. Bu da padişahlık gibi uzun iktidarlara meydan veriyor ve yeni, genç neslin dinamizminden ve enerjisinden yararlanmak mümkün olmuyor. Bunun bir çok değil, pek çok örneği var.


Azerbaycandaki günlerimiz çok yoğun geçti. Zira Azerbaycanda arkadaşımız, tanışımız bilişimiz çok. Ama sözü uzatmayıp mühim gördüğümüz bu bir kaç gözlemimizle yazımızı noktalamak istiyoruz.



Yunanistan seyahati



17�18 Haziran 2006 tarihlerinde Doç. Dr. Sefa Saygılı, Doç. Dr. Orhan Gedikli, Doç. Dr. Sadık Şencan ve Uz. Dr. Ali Akben ile beraber arkadaşlardan birinin aracıyla Yunanistan�a iki günlük bir seyahatte bulunduk (Masrafımı çeken bu arkadaşların hepsine teşekkür ederim).


Arkadaşların hepsinin 6 aylık Şengen vizesi var. Bir tek bizim (benim) vizemiz bir aylık. Bunun sebebinin Pontus ve Kıbrıs meseleleriyle yazdığımız kitaplardan kaynaklanmış olabileceğini tahmin ediyoruz.


Her iki kapıdan, Türk ve Yunan kapılarından rahatça geçtik ve Batı Tırakya ovasına daldık. Yol pek iyi değil. Yunanistan�ın yolları, bazı yerler hariç, genellikle pek iyi değil (İyi yerler de son yıllarda, galiba AB fonlarıyla yapılmış).


Ova yemyeşil, fakat bomboş. Öyle boş ki, mübalağa etmeden, kelimenin hakiki manasında söyleyebiliriz ki, sınırdan Gümülcineye varıncaya kadar geçtiğimiz 100�120 kilometrelik yolda tek bir insan göremedik. Bunun sebeplerinden biri, bölgenin sakinleri olan Türklerin hudut bölgelerinden tehcir edilmiş olmaları, öteki ise Yunanistan zaten boş, ıssız, insansız bir ülke. Bu o kadar böyle ki şehirlerde dahi insan göremiyorsunuz. Sadece gece vakti Selaniğin sahil boyu hariç.


Çocuksa hiç yok ve Türkiye�nin dinamizminden eser yok. Böyle bir ülkeyi idare etmek o kadar kolay ki.


İnsan ister istemez 10 tane cengâver bu ülkeye girecek ve baştan aşağı ülkeyi fethedecek zehabına kapılıyor. Belki ülkenin Türklerce fethi de böyle olmuştur.


Yunanlılar öğleden sonra birkaç saat siestaya yatıyorlar.


Ülkenin bu ıssızlığı ve boşluğunun bir faydası sanırız hayvan ve bitkileredir. Zira hayvan ve bitkiler insanların olmadığı yerlerde rahatça yaşama imkânına sahiptir.


Araba sürücülerinin ve motosiklet kullananların yarısı kadın. Dükkânlar bomboş. İnsanın �acaba ne satıp ne kazanıyorsunuz?� diyesi geliyor. Yollarda tek tük arabalar. Sürücüler yayalara saygısız.


Selanik hariç, diğer şehirlerin tarihi dokuları epeyce korunmuş. Bilhassa Yanya ve Kavala pek güzel şehirler. Şehirler ve denizler temiz. Bu, biraz da nüfussuzluktan kaynaklanıyor.


Yunanistan dağlık bir ülke. Ancak dağlar coğrafi deyimle masif, yani yayvan, sarp değil. Üstelik çok ve gür ormanlık da değil. Bu arada meşhur Olimpos dağının yanından da geçtik.


Kuzey Yunanistanda ne kadar dağ varsa o kadar da ova var. Başka deyişle iki dağ kütlesi arası bir ova. Fakat Yanya farklı. Burası o kadar dağlık ki ova yok, sadece tek tük vadiler. Atalarımızın o devirde buradan nasıl geçtiğine şaşıyoruz. Yol da aşırı virajlı. Bereket ki karşıdan gelen araba ender.



Batı Tırakya Türkleri



Batı Tırakya şehirleri Anadolu şehirlerini andırıyor. Canlı ve hareketli. Batı Tırakya Türklerine Türk demek resmen yasak.


Batı Tırakyada 1934�e kadar çoğunluk Türklerdeydi (İlhan Şahin, �Bibliyografya�, Türk Kültürü, 159. sayı, ocak 1975, 188. s.). 1974�te Yunan resmi rakamlarına göre 67.099 Türk, 26.592 Pomak, 5.116 Çingene vardı (Turan Kadırgalı, Türk Kültürü, 159. sayı, ocak 1975, �Bibliyografya.,� 189. s.).


Günümüzdeki sayıları 150 bin civarındadır.


Bugün Batı Tırakya topraklarının ancak yüzde yirmisi Türklerindir. Yunanistan 1955�te çıkardığı Yunan vatandaşlık kanununun 19. maddesine göre 1998�e kadar 46.638 Türkü vatandaşlıktan atmıştır (Hürriyet, 10 Haziran 2005, 20. s.). Bu kanun 11 Haziran 1998�de yürürlükten kaldırılmıştır.


Rodosta ise Türkçe eğitime izin yoktur (Milliyet, 2 Kasım 2003, 23. s.).



Hıristiyanlığa vurgu



Yunanistan�a girerken dikkati çeken bir olgu yol kenarlarında minyatür kiliselerin olması. Bunlara Yunanistan�ın her yanında rastlamak mümkün. Bazen 15�20 metre arayla birbirlerini takip ediyorlar. Adeta �bu ülke bir Hıristiyan ülkesidir� denmek için konulmuşlar. Yine her tepede minyatür yahut hakiki bir kilise. Her köyün en güzel, en bakımlı binası yine kiliseler. Türklerle karışık köylerde kiliseler yine en görkemli, en bakımlı binalar. Türk köylerinde minarelere gereği kadar yüksek yapma izni verilmiyor.


Sadece bu kadar değil. Her yüksek tepede, dağda büyük haçlar. Sokaklarda kafalarının içi kin ve düşmanlık dolu siyah cübbeli papazlar.


�Niçin Hıristiyanlığa bu kadar vurgu yapılıyor?� sorusunun cevabı kanaatimizce bir korku ve güvensizliği işaret ediyor. Sanki birileri bunları ellerinden alacak, onlar da oyuncaksız kalan çocuklar gibi melul mahzun hale düşecekler veyahut büyük kayıplara uğrayacaklar gibi geliyor insana. En azından bizim izlenimimiz böyle.


Tabii bunlar ülkemizin laiklerine ne ifade eder, bilemiyoruz.


Yunan halkı Türk halkına benziyor. Sıcak ve yabancılara ilgi gösteriyor. Fakat hiç bir Yunanlı İstanbul kelimesini bilmiyor. Ancak Konstantinopolis derseniz anlıyor. Bazı dükkânlarda minaresiz Ayasofya resimleri görülüyor. Bir yerde Yunan bayrağının yanında Bizans bayrağı da mevcut. Acaba hıristiyanlığa yapılan şiddetli vurgu, bu marazi korkudan, yani Türk fobisinden mi ileri geliyor?


Bu fobide Yunan aydınlarının ve siyasetçilerinin rolü oldukça büyük. Biz her zaman şunu söyleriz: Halkları birbirine düşman eden kendine aydın süsü verenlerle siyasetçilerdir. Kendimiz de yazılarımızda halkları düşman edici, sivri, fesat doğuracak söylemlerden kaçınırız (Öyle yapsaydık, belki hiç vize alamazdık). Ancak bize bir taarruz yapılırsa tabii ki bunun cevabını veririz, veriyoruz.



Boynu vurulmuş eserlerimiz



Osmanlı eserlerine gelince, en hüzün vereni bu. Birçoğu ortadan kaldırılmış. Kalan camilerin hepsinin boynu vurulmuş, yani minaresi yıkılmış. Sanki öksüz, garip, boynu bükük çocuklar gibi. Çoğu harap halde. Bazıları resmi bina, müze ve saire. Sadece Yanyadaki iki caminin Arslan Paşa ve Fethiye camilerinin minareleri bırakılmış. Bu da Yanyanın Türkiyeye uzaklığından olmalı.


Yanya 2. Balkan savaşında tam tamına 5 ay direnmiş, 6 Mart 1913�te Yunanlılara teslim olmuştu. Komutanı Esat (soyadı Bülkat) Paşa, bilahare Çanakkale�de de yararlıklar göstermişti.


Doç. Dr. Sadık Şencan Bey, müze haline getirilen Arslanpaşa camisindeki memur kıza soruyor. �Burada Müslüman var mı?� kız �Evet, Pakistanlı Müslümanlar var� diyor. Arnavutları söylemiyor. Biz de �Alban (yani Arnavut) Müslümanları yok mu?� deyince kız, �evet, var� diyor. Sadık bey, �neden açık cami yok, ben namaz kılmak istesem ne yapacağım?� diye sual edince, kız İngilizce özür diliyor.


Kızın bu kadar çabuk özür dilemesi Atina�ya hâlâ bir cami yaptırmamış olan Yunanistan�ın tutumundan meydana gelen bir eziklik herhalde (Haziran 2006�da cami yapılmasına izin verme yetkisi Ortodoks kilisesinin elinden alındı. Bu, yakında Atina�ya bir cami yapılabileceğinin işaretidir). Selanik�te de cami yok.


Hâlbuki Türkiye�deki Doğu Roma eserleri harıl harıl tamir ediliyor. Karşılığında oradakiler de tamir edilse, iki ülke kültürü için pek faydalı ve barışa hizmet edici olur.


İstense yapılmayacak iş yoktur.


Bulunduğumuz her yerde �Osmanlının fethiyle dikilen, Osmanlının yaşadığını gören, Osmanlının ayrılışıyla ağlayan�, şimdi ise onun kırık dökük hatıralarıyla yaşayan, sanki hâlâ �hazin hazin ağlayan�, 5�6 asırlık Osmanlı çınarları gördük. Bilindiği gibi çınar, Osmanlının sembolüdür. Evet, Osmanlı bir çınardı. Her çınar gibi onun da bir ömrü vardı.



Güney Yunanistan ve Mora



Pirevezeye, İnebahtı (bugün Nafpaktos)�ya, Navarin�e, Modon ve Korona gidemedik. Tabii Atinaya da.


Pireveze, İnebahtı, Navarin malum. Navarin, Avar Türklerinden kalan bir ad, bir hatıradır. Eis ton Avarinon (Avarino�ya) terkibinden gelir. Bu yüzden adı değiştirilmiş, Pylos�a çevrilmiştir Şayet Yunanca olsaydı değiştirilmezdi. Nasıl ki Pireveze değiştirilmemiştir. Modon ve Koron ise daha 2. Beyazıt zamanında Anadolu�da isyan eden Alevi Türklerin yerleştirildiği iki kaleydi. Bütün bunların hepsi Mora yarım adasının batısında yer alır.


İki günde gezilebilecek yerin azamisini gezdik. Bu arada bildiğimiz Grek alfabesinin faydasını da gördük ve okuyuşumuzu daha da ilerlettik.


Böylece Gümülcine, İskeçe, Kavala, Dırama, Serez, Selanik, Larisa (Türkçesi Yenişehir), Tirikala, yani güney yoluyla Yanyaya gittik: Kalpaki, Konitsa, Kozani, Veria, yani kuzey yoluyla tekrar Selanik, Kavala, İskeçe, Gümülcine yoluyla geri döndük. İki günde 2.000 kilometreden ziyade yol kat ettik


Dıramadan çıkarken bir Osmanlı çeşmesi keşfettik ve Dıramadaki bir külliyede �şeraben tehura� (temiz içecek) sözlerini okuduk. Bu ayetin ilk iki kelimesini okuyamadık. Konitsa ise muhtemelen Sılavca konitsa �sansar� kelimesinden geliyor. Sokaklara asılan bez afişlerde de hayvan resimleri vardı.


Gezdiğimiz yerlerdeki eski eserlerimiz hakkında bilgi vermiyoruz. Bunları Doç. Dr. Orhan Gedikli resimliyor ve ileride yayımlanmak üzere topluyor.



Yolsuzluklarla nasıl mücadele edilir?



Türkiyede 1980�den sonra bir �insan kirlenmesi�nin olduğunu hepimiz biliyoruz. Çeyrek asırdan beri gemisini yürüten kaptan, köşeyi dönen iş adamı gibi tabirler çok kullanılır oldu. İşini bilen vatandaşlar sayesinde Türkiye birçok kıriz atlattı. Halkoyu gösterdiği tepkiyle yolsuzluklara ağır hapis cezası ve yüksek para cezası verdirebildi. Lakin heyhat! Bu da bir işe yaramadı.


Mesela 2 Haziran 2005 tarihinde Sümerbankı zarara uğratan Hayyam Garipoğluna 27 yıl 3 ay 15 gün hapis ve yüklü bir para cezası verilmişti. Daha önce de Ali Balkaner ağır bir cezaya mahkûm olmuştu.


Biz bu hususta yazdığımız yazıda Gariboğlunun yakalanacağından kuşku duyduğumuzu yazmıştık. Dikkatimizden kaçabilir, ancak sanırız hâlâ yakalanmadı.


22 Temmuz 2005�te Dinç Bilgin 14 yıl hapis cezası ve 499.977.00 YTL para cezasına çarptırıldı. Oğlu da 9 yıl 4 ay ve 189.389.000 YTL para cezası aldı.


Geçenlerde Cavit Çağlara verilen ceza daha da indirildi ve tecil edildi.


Ondan sonra Yahya Demirelin davası zaman aşımına uğradı.


Mesut Yılmazın davası da ertelenip duruyor. Anlaşılan o da zaman aşımına uğratılacak. Yılmaz ise �siyasete gireceğim� bulöfüyle mahkemeyi etkilemek istiyor.


Bu arada olumlu bir gelişmeyi, yani 4.453.367 yeşil kartın iptal edildiğini de kaydedelim (Cumhuriyet, 20 Eylül 2005, 4. s.). Bu kadar yeşil kartı hak etmeden alan vatandaşımızın ne kadar dürüst olduğu da ortada değil mi?


Ama büyük balıklar için bir şey yapılmadığı görülüyor.


Neticede ortada yolsuzlukları ortadan kaldırmak ve cezalandırmak için yapılan hiç bir şey yok. Şunu belirtelim ki bu, hükümetin işidir. Başka kimsenin değil�


Anladığımız kadarıyla vatandaşa şu mesaj verilmek isteniyor. Sen de gemini yürüt, sen de köşeyi dön� Gerisi halledilir�


Böyle yapmakla nereye varabiliriz?


www.ufukotesi.com - 07 / 2006  

ufuk@ufukotesi.com

Ufuk Ötesi Gazetesi'nde yayınlanan yazı, haber ve fotoğraflar kaynak gösterilerek iktibas edilebilir.