Türk milletinin millî dili ve millî benliği bütün hayatında hâkim ve esas kalacaktır.
Atatürk
Büyük fikir ve dâvâ adamı, örnek Türk gazetecisi, çilekeş ve cefakeş, cennetmekân Gaspıralı İsmail Beğ şöyle kahırlanıyordu: “Sönmüş kalpleri ne ile yandırmalı?.. Basireti kesmiş perdeleri ne ile kötermeli (kaldırmalı)?.. Gaflet çölünde serilip kalmış koca bir milleti ne ile ayağa turguzlamalı (kaldırmalı)?..”
Evet, o büyük insan, “Gaflet çölünde serilip kalmış koca bir milleti ayağa kaldırmak için”, “uyandırmak için” gazete çıkaracağını söylediği anlayışsızdan ahmaklığın doruğundan hamakatin şaheser örneği olan şöyle bir cevap almıştı: “Gazete de neymiş!.. Tütün ekecek olsaydın, ortak olurdum…”
Cepleri , kasaları dolu, lâkin kafalarında uzaydan daha korkunç boşluk bulunan o hilkat garibeleri bilmiyorlar ki: Mal, mülk, mevki, makam, şan, şöhret, servet.. memlekete-millete hizmet içindir; kişi oğullarına caka satmak için değil!.. Ne yazık ki, o tip nâdânlarla günümüzde de karşılaşıyoruz. Kuruyasıca soyları kesilmemişe benziyor. Herkes aptal, dünyada bir tek onlar uyanık.. Oysa dünyada en büyük aptal, karşısındakini aptal yerine koyan değil midir?..
Sahip oldukları değerleri, gelinmez yere giderken götürecekleri vehmiyle yanıp tutuşanlar nedendir bilinmez: “Kefenin cebinin olmadığını” unutmuşa benziyorlar… Makamlarının, mevkilerinin ebediyen kendilerinde kalacaklarını sananlar, “Mahkemenin kadıya mülk olmadığını” unutmuşa benziyorlar… Fırından ekmeği, bakkaldan sigarayı parasız alamayanlar, çıkarılan yayınların kendilerine vakıf çeşme gibi sebil edilmesini bekliyorlar… “Çorbada bizim de tuzumuz olsun” demiyorlar, diyemiyorlar… Ceplerinde kaç tane akrep olduğunu da Allah bilir…
Bir derginin, bir kitabın ne çilelerle, ne emeklerle ve ne zahmetlerle meydana getirildiğini görmezden-bilmezden geliyorlar…
Hasta, doktora demiş ki: “Üç dakika muayene ettin; şu kadar ücret istiyorsun!..” Hekim, alaylı alaylı gülümseyip cevap vermiş: “Üç dakika artı otuz yıl…”
Bu satırları okumak zahmetine katlananlar lütfen kusura bakmasınlar. Haziran sayımızda yayımlanan bir dörtlüğü tekrarlamak istiyoruz:
“Eline almış sazı/ Çalıyor bazı bazı/ Utanmadan söylüyor:/ “Dostlar şehit, ben gazi…”
“Çal, Fatoş Çal!..”
Nasıl olmuş bilinmez; bir gün gönlüne bir od düşer. O odun aleviyle türkülere gönül düşürür. Gün gelir Deyiş söyler, gün gelir Nefeslenir. Kimi zaman Bozlak okur, kimi zaman da Hoyrat çağırır, Türkü çığırır. Bir bakarsınız Zeybek oynar, bir bakarsınız Semah döner. Zaman gelir “Sivas ellerinde sazım çalınır” der, zaman olur “Dersini almış da ediyor ezber” diye yanık yanık söyler. Hazırladığı kasetlerde, çıkardığı albümlerde buram buram Türklük kokan türkülerden ezgi ezgi, nakış nakış, oya oya güzellikler sunar. Sanatına saygısı sonsuzdur. Onun içindir ki, içkili yerlerde değil okumak, önlerinden bile geçmez. Halk musikisine gönül verenleri, emeği geçenleri programına konuk eder. Onlarla hâlleşir, onlarla dertleşir, onlarla söyleşir. Dinleyenleri zevkten zevke sürükler. Bir başka dünyaya, bir başka âleme götürür. “Çal! Çal! Fatoş/ Aman ne hoş!” derler de başka bir şey demezler. Sesinde, sözünde sihir mi vardır, büyü mü; bilinmez… O tatlı sesi, dinleyenlerin kulaklarından gitmez. Hatırası gönüllerden silinmez. Hakkında ne söylesek az, ne yazsak yetersiz olan Fatoş Çal için yazılmış bir dörtlükle yazımıza nokta koymak isteriz:
“Türkmen kızı Türkmen kızı/ Odur gönüller yıldızı/ Hiç görmesin ağrı sızı/ Daim olsun elde sazı.”
Bu satırların kaleme alındığı sırada “Fatoş Çal’la Türküler”in yaz tatiline girmiş bulunduğunu öğrendik. Siz, siz olunuz, takip etmekten, aramaktan bir an bile geri kalmayınız
Cem Radyo, 96.4; tel: 0212/639 51 87-88. Cuma günleri 19.30-21.30.
Mâniler-Horyatlar
Hamle üstüne hamle
Yapmaktır şiarımız
Dilden dile dolaşır
Her zaman başarımız
*
Gün doğdu, gün doğdu
Ay kayboldu, gün doğdu
Allah kolaylık versin
Başkan Yücel Gündoğdu
*
Uzak değildi özden
Irak kalmıştı gözden
Bize muştu getirdi
Ramazanoğlu Özden
*
Sayesinde dinmekte
Dayanılmaz acımız
Başımızın tacıdır
Handan Tunca bacımız
*
Takdire, alkışlara
Lâyıktır diyorum ben…
Kısmeti daim Tunca
Her an olsun bahtı şen…
*
Kıvan Çatalca’m kıvan
Necmettin Halil Onan
Ve Arif Nihat Asya
Senin bağrında doğan.
*
Bayımız uyanıktır
Fikirleri detaylı..
Demokrasi görüşü
Maşallah!.. “Tek adaylı!..”
*
Büyük bir zevkle geçtik
Yollarını Toros’un
Sırma, Yudum yağları
Soros’undur… Soros’un..
*
Geçmeden şebabımız
Bitmeden kebabımız
Yetiş imdadımıza
Yengemiz, Serabımız
*
Şaşmamak mümkün değil
Budur işin garibi:
Kırk yıllık “tavuk kıran”
Olmuştur “kuş gıribi”
*
Bizim monşer pek tipik
Davranışı atipik
Senelerce yırtındı
Şimdi oldu medyatik..
*
Bizim Cihangir Arık
Niçin gitti Hatay’a?
Adım gibi eminim
Düşmez asla hataya…
*
“Can”dan inanır şuna
Aklı başında insan:
“Sağlam, kusursuz, doğru”
Adı gibi “Selman” Can.
1) Selman: “Sağlam, kusursuz, doğru” demektir. Yar. Doç. Selman Can, “Balyanlar balonunu patlatan” bilim adamımız. Nazan Sezgin’in Haziran sayımızdaki “Balyanlar mimar değil, müteahhitti” yazısına bakınız.
Çatalcadaki Tepreç’ten
(4.6.2006)
Nice saatler geçti
Güneş battı, ay hanı?..
Türküyle selâmlarız
Sayın Yüksel Ayhan’ı.
*
Seyrine doyamadık
Güzel oynar çağamız
Tepreç’i korur kollar
İsmail İp “Ağa”mız.
*
Fazla düşünme sakın
Su gibi ak sungura
Alkış alkış takdirler
Bünyamin Aksungur’a
*
Saat geldi yediye
Hediye ister hediye
Hocamız ve yengemiz
Altın kalpli Behiye
*
Gün eşe gün eşe
Yeni vurdu gün eşe
Baklavalar, börekler
Gider Salih Güneş’e
*
Düşünmeye gerek yok
Bayram geldi al bayrak
Güzel kitaplar yazar
Mehmet Akif Albayrak
*
Yadlar ile biliştik
Hem tanıştık seviştik
Çatalca’ya gidince
Güle güle tepreç’tik
*
Saygı duyulur saygı
Güneş gibi cemale
Gönül dolusu selâm
Bizden Ahmet Kemal’e
*
Kırım’ın ‘devlet’i var
Büyük bir izzeti var
Türküleri söyleyen
Kakura ‘Servet’i var
*
Ak ay’ımız ak ay’ımız
Ak olsun ak ay’ımız
Ne güzel türkü söyler
Necmettin akay’ımız
*
Keseden gel keseden
Yolunu şaşırmadan
Olabilemez asla
Kaytarma; Kaytarma’dan…
*
Gül çine
Gül yollama gül Çin’e
Tarih öğrenmek için
Gideceksin Gülçin’e
*
İpek gibi yününüz
Arşa çıksın ününüz
En ‘İçten’ dileğimdir:
Tepreç olsun gününüz...
|