gezi

 

Nazan Sezgin  

Balyanlar mimar değil müteahhitti!..


Gazi Üniversitesi Sanat Tarihi Bölümünün düzenlediği bir sempozyumda Atatürk Üniversitesinin Güzel Sanatlar Fakültesinden Yrd. Doç. Selman Can’ın karanlıklara ışık tutan bildirisini dinleyen herkes Balyanların mimar olmadığını hayretle öğrendi. Balyanlar kimmiş? Acaba Pars Tuğlacının yazdıkları gerçeğe ne kadar uyuyor? Bildiriden öğrendiklerimizi okuyucularımıza aktaralım.

Nisan sayısında Hassa Mimarları Ocağının 1831’de kapatıldığını ve imparatorluğun resmi mimarisini bundan sonra taşçı geleneğinden gelen Kayserili Balyan ailesinin belirlediğini yazmıştık. Gazi Üniversitesi Sanat Tarihi Bölümünün düzenlediği bir sempozyumda Atatürk Üniversitesinin Güzel Sanatlar Fakültesinden Yrd. Doç. Selman Can’ın karanlıklara ışık tutan bildirisini dinleyen herkes Balyanların mimar olmadığını hayretle öğrendi. Balyanlar kimmiş? Acaba Pars Tuğlacının yazdıkları gerçeğe ne kadar uyuyor? Bildiriden öğrendiklerimizi okuyucularımıza aktaralım. Ailenin atası 1831’de ölen Kirkor Balyan, oğlu Garabet, onun oğulları Nikoğos, Agop, Serkis ve Simon. Mimarlar ocağı kapatılınca, bu arada son mimar ağasının Seyyid Abdulhalim Efendi olduğunu da öğreniyoruz, Devlet unvanı siyasetten bir berat ile verilmiş... Bu, bir kadro unvanı değil, zata mahsus bir paye imiş. Araştırmacı, belge inceleme metodolojisini bilmeyenlerin bu beratı ferman zannettiklerini söyledi. (Arşive giremeyip de Ermeni hesabına kitap yazanlar gibi) ve elindeki belgelerin fotokopilerinden örnekler verdi. Müteahhit taahhüdü, projeyi, üslubu ve fiyatı belirleyen, altta da Serkis Balyan’a ait Osmanlı ve Ermeni harfleriyle bezenmiş kazınmış mührün de bulunduğu. Malta karakoluna ek koğuşlar yapımına dair. Proje Türk mühendisi Mehmet Tevfik beye ait, Serkis Balyan’a değil!.. Ona ait olduğu sanılan binalardan meşhur Taşkışla’nın mimarı İngiliz Simit, Yıldızdaki Hamidiye camisinin mimarı da Rum Nikolaki imiş. Bu inşaatlar yapılırken Serkis efendinin İstanbul’da bile olmadığı tespit edildi. Fransa’da tedavide imiş. Balyanların şirketinin adı da Şirket-i Nafia-yı Osmani imiş.
Tarsus, Adana, Balıkesir, Bandırma demiryollarının inşasını ve 99 yıllığına işletme hakkını almış. Bugünkü Galatasaray adası onlara verilmiş. Ne var ki bir süre sonra zimmet dedikoduları yayılmaya başlayınca Serkis Balyan mahkemeye çıkarılmış ve 1888’de 115 yapıya ait 113 defter incelenmiş. Sonuçta işçilikte yüzde 20, malzemede yüzde 10 haksız fiyat tespit edilmiş (Yine de bu günkü emsallerinden daha namusluymuş!..) Devleti 220 bin altın zarara soktukları anlaşılınca Balyanların mallarının müsadere edilmesi kararı çıkmış. Çıkmış ama Sultan Abdülhamit’in doktoru Mavroyani efendinin aracılık etmesiyle Serkis Balyan Affışahaneye mazhar olmuş (padişahım, o para kimin parasıydı?) Bu arada Garabet Balyanın da yaptığı inşaatlardan bazıları çöktüğü için hapis yattığını da yazalım. Karabet kalfanın Paris’te mimarlık okuduğu iddia edilirken, o hapiste imiş. Ve Paristeki Güzel Sanatlar Okulundan Balyanların hiç birinin öğrencileri olmadığına dair belge getirilmiş. Simon Balyan’a atfedilen Sirkeci Gümrüğü binaları projesi de Rusyalı Alman mimar Dasmund’a aitmiş. Anlaşılan at Hasanın, nam Hüseyinin, konuyla ilgilenecek okuyucular internet yardımıyla Selman Can’ a ulaşıp öğrenebilirler. Bu sempozyumda dinlediklerim bana yalancının mumu yatsıya kadar yanar atasözünü hatırlattı. Bir gün tarih çıkışlı bir sanat tarihçisi Türk akademisyen çıkar, arşivlerin tozunu atar ve Balyan mumu da söner gider.
Bursa’da 1855 depreminden sonra yıkıldığı için yeniden inşa edilen Osman Gazi ve Osman Gazi türbelerinde gördüğüm kalem işi süslemeler aklıma geldi. Türk üslup özelliklerinden en ufak bir iz taşımayan kötü Barok süslemelerinin gayri Müslim ustaların elinden çıktığı açıkça belliydi. Bu konuda çoktan hükmünü vermiş Üstad Peyami Safa ne kadar haklıymış dedirtircesine. Sanat tarihi birçok gerçeği anlatır, sessizce…
Yabancı mimar akımı Fransa’dan gelen Mellingle başlamış, 3. Selim’in bacısı Hatice Sultanın boğazdaki yalısını tamir için gelmiş. Ama nefis İstanbul gravürleri bırakmıştır. Biz onu şimdi mimar değil gravürcü olarak tanıyoruz. Derken bir Fossati geliyor ve büyük Reşit Paşa vasıtasıyla Abdülmecit’e nüfuz ediyor. Ayasofya’nın tamirini alıyor. Üç yıl tamir bahanesiyle kapatıyor. Freskler üzerinde ne yaptığı şaibeli. Şimdi de başımıza Zaha Hadid diye bir Iraklı bayan mimar çıktı. Neymiş? Bilbao da Guggenheim müzesini yapmışmış. Holzmayster ve şürekâsının erken Cumhuriyette yaptığı gudubet ve sakulet binaları ‘Ulusal Mimarlık Eserleri’ zanneden Holsmayster mimarları neredesiniz? Neden sesiniz çıkmıyor?..


www.ufukotesi.com - 06 / 2006  

ufuk@ufukotesi.com

Ufuk Ötesi Gazetesi'nde yayınlanan yazı, haber ve fotoğraflar kaynak gösterilerek iktibas edilebilir.