-

 

Ahmet Özdemir  

“Güneş ufuktan şimdi doğar”


Ölümle ilgili şiirlerde gidip de gelmemek, gelip de görmemek düşüncesi işlenmiştir. Bazen gelmemek üzere gitmeğe boynunuzu büküp razı olmuşken, Tanrı bir şans daha veriyor ve geri döndürüyor. Geri döndürdüğü için önce Tanrı’ya şükrediyorum. Böylesi günlerde insanlar gönül ufkunun içini ve ufkunun ötesini daha iyi anlıyor. Ufkunun sınırlarını kavrıyor, onun sıcaklığına sığınıyor, moral buluyor. Gönül ufkumuzda kalıp dualarından, sıcaklıklarından ve moral kaynaklarından beni mahrum etmeyen gönül dostlarıma minnet duygularımı ve teşekkürlerimi arz ediyorum.

Dergimizin geçen sayısında bana ayrılan sayfada bir not vardı: “Yazarımız Ahmet Özdemir rahatsızlığından dolayı bu ay yazısını yazamamıştır.” Ölümle ilgili şiirlerde gidip de gelmemek, gelip de görmemek düşüncesi işlenmiştir. Bazen gelmemek üzere gitmeğe boynunuzu büküp razı olmuşken, Tanrı bir şans daha veriyor ve geri döndürüyor. Geri döndürdüğü için önce Tanrı’ya şükrediyorum. Böylesi günlerde insanlar gönül ufkunun içini ve ufkunun ötesini daha iyi anlıyor. Ufkunun sınırlarını kavrıyor, onun sıcaklığına sığınıyor, moral buluyor. Gönül ufkumuzda kalıp dualarından, sıcaklıklarından ve moral kaynaklarından beni mahrum etmeyen gönül dostlarıma minnet duygularımı ve teşekkürlerimi arz ediyorum. Her şeyden önce Tanrı, bütün kullarını sağlıksız bırakmasın.
Gelelim konumuza:
Henüz Mustafa Kemal Samsun'a çıkmamıştı. 29 Mart 1918 tarihli Yeni Mecmua'da, Ruşen Eşref’in "Anafartalar Kahramanı Mustafa Kemal ile Mülâkat" başlıklı yazısında şu satırlar yer alıyordu:
"Cumba tavanlarına ve pencere kenarlarına varınca¬ya kadar kanepeleri, koltukları bile, halılar, seccadeler ve kilimler altında koyulaşmış, gölgeli geniş odada Mustafa Kemal Paşa'nın siması Rambrandvari bir tablo mevzuunu andırıyordu. Genç bir sima ve bu kadar engin bir mâna gördüğümü hatırlamıyorum. Işıklarla gölgelerin dalgaları arasında sebat, tevekkül, vakar, mülâyemet, huşunet, saf¬vet, zekâ.. bütün bu zıt şeylerin toplandığı sarışın ve gayet sevimli bir yüz. "
Mustafa Kemal, kendisini gören herkes üzerinde aynı göz kamaştırıcı etkiyi uyandırmıştı. O'na karşı duyulan hay¬ranlık, Çanakkale Savaşı'ndan sonra, Cumhuriyete giden yolun ilk adımı olan Samsun'a çıkışı ve sonrasında da de¬vam etti.
Şimdi Celâl Sahir Erozan'ın mısraları ile Mustafa Ke¬mal'i Samsun'da karşılıyoruz:

O GELİYOR
Yıl, 1919,
Mayısın on dokuzu.
Kızaran ufuklardan kaldırıyor başını
Yeryüzüne can veren
Cana heyecan veren
Al yüzlü ogan güneş!
Takanın burnu nasıl Karadeniz'i yırtar;
Siz de bir anda öyle yırtınız uykunuzu,
Uyanın Samsunlular!
Kurutacak gözlerde umutsuzluk yaşını
Al yüzlü ogan güneş!
Bugün Çaltı burnundan gülerek doğan güneş!

Yıl, 1919,
Mayısın on dokuzu.
Uyanın Samsunlular!
Uyumak ölüme eş,
Diriltin ruhunuzu.
Ufukta bir gemi var!

Fakat bu gemi niçin böyle yavaş geliyor?
Acaba yolu mu az, yoksa yükü mü ağır?
Bu gemi umut yüklü, inan yüklü, hız yüklü;
İçinde bu vatanın derdiyle yanan bağır,
Kurulacak yarını düşünen baş geliyor.
Bir baş ki gökler gibi bir küme yıldız yüklü!
Bu gemi onun için böyle yavaş geliyor.

Yıl, 1919,
Mayısın on dokuzu,
Ufukta duran gemi gitgide yaklaşıyor.
Sanki harlı bir ateş
Yakıyor ruhumuzu.
Beklemek üzüntüsü her gönülden taşıyor.
Üzülmemek elde mi?
Hız yüklü, iman yüklü, umut yüklü bu gemi!

O umut yayıldıkça ruhlara sıcak sıcak,
O hız doldukça bütün damarlara kan gibi,
Gizli gizli inleyen her yürek canlanacak,
Ateşler püskürecek uyanan volkan gibi!

Gittikçe büyükleşen
Gölgene dikilmekten
Karardı gözlerimiz.
Koş, atıl, gemi, sana engel olmasın deniz!

Ak saçlı dalgaları birer birer kes de gel!
Kuşlar gibi uç da gel, rüzgâr gibi es de gel!

Manzara-ı umûmîye

Mustafa Kemal, Nutuk'ta Samsun'a geldiğinde memle¬ketin durumunu özetler:
Osmanlı Devleti’nin içinde bulunduğu grup, Harb-i Umûmî’de (Genel savaş, Birinci Dünya savaşı 1914-1918) yenilmiş, Osmanlı ordusu her yerde zedelenmiş, şartları ağır bir ateşkes (Mondros Mütârekesi) imzalamış. Savaşın uzun yıllarında, millet yorgun ve yoksul bir durumd. Millet ve memleketi Harb-i Umûmî’ye sürükleyenler, kendi hayatları kaygısına düşerek, memleketten kaçmışlar...
Şahinkaya Dil de "Mustafa Ke¬mal Destanı"nın birinci bölümünde bir durum değerlen¬dirmesi yapıyor:
“Dağca, toprakça yalnızdık
Bir kez uyanmadık o karanlık o uğursuz uykudan
Elimizde avucumuzda yoktu bir şey
Bir avuç buğdayın özlemiyle avunduk
Bıçak sırtı bir ayaz sırtımızdaydı
19 Mayıs 1919'lardan öncesi böyleydi
Böyleydi bizi yıkan, bizi kahreden susmuşluğumuz
Utanıyorduk insanlığımızdan
Güçsüzlüğümüzden gökyüzüne bakamıyorduk.

19 Mayıs 1919'lardan öncesi karaydı, kap-kara
Güneş doğmuyordu dağlarımızdan bir kez
Susuzluktan çatlayan topraklarımızda
Ormanca bir yeşerti yoktu, yansımıyordu
Bu kara, kap-kara zamanlarda
Bir yiğit çıkageldi ...”
Şahinkaya Dil, bu gelen yiğidin Mustafa Kemal olduğunu anlatıyordu. Bir hızır mıydı değil, bir ulu güç müydü değil; Mustafa Kemal'di bu. Altaylardan kopup gürül gürül Türklüğün özüydü, ulu gücüydü bu! Yurdumuz karanlıktı, ışıksızdı, susuzdu. Şair diyordu ki:
“...Yılanlar, kurtlar, böcekler, çoğalmıştı çıplak topraklarımızda
Bir yiğit bekliyorduk
Bizi kurtarsın, bizi alsın
Bu karanlık, kap-karanlık uykulardan
Bıçak sırtı bir ayaz yüreğimizdeydi
Türkülerimiz, şarkılarımız susmuştu
Göklerimizde susuk bir kara-mavi vardı
Dev orduları yerle bir eden gücümüz yoktu
El kadar bir yere itilmiştik
Aç, çıplak, silâhsız
Ama bir yüreğimiz vardı, ak ve evrensel
Mustafa Kemal kadar yüce ve büyük!

Mustafa Kemal Samsun'a çıktığında, Ordunun elinden silâhları ve cephanesi alınmaktaydı. İtilâf donanmaları ve askerleri İstanbul’daydı. Adana Fransızlar, Urfa Maraş, Antep İngilizler tarafından işgal edilmişti. Antalya ve Konya’da İtalyanlar, Merzifon ve Samsun’da İngilizler vardı. Yunan orduları İzmir’e çıkıyordu. Ülkenin her yerinde Hıristiyan unsurlar gizli ve açık, özel emel ve amaçlarına ulaşmaya, devletin bir an önce çökmesine çalışıyorlardı. Mustafa Kemal’in bundan sonra, her günü, her saati şairlerimiz için bir ilham kaynağıydı. Arif Hikmet Par, Mustafa Kemal'in Düşüncesi'ni şöyle şiirleştirmişti:
"Mustafa Kemal düşünürdü:
Ceddim, tarihlerce kahraman.
Nice kaplamış yurdumuzu,
Bilinmez bu kara duman;
Milletim ezelden hürdür.

Mustafa Kemal'in sesi gürdü:
Haykırdı dağına taşına, kurduna kuşuna,
Kalkın ey ehli vatan!
Anadolu'da bir zaman,
Ayşeler, Mehmetler değil,
Karınca bile hürdü.

Ağaçlar yeniden filiz sürdü.
Dişini tırnağına taktı şehirler.
Alına salına geldi hürriyet,
Mustafa Kemal öl dese ölürdü,
Yedisinden yetmişine millet.”
Yıllar sonra da olsa, Fazıl Hüsnü Dağlarca, âdeta; 19 Mayıs 1919'da Samsun'da, ülkemizin ufkuna doğan güneşin aydınlığı altında Cumhuriyet yoluna atılan ilk adımı izlemekteydi:
"Kıyı takmış yaprağını gülünü,
Bahar eder.
Bir gemi yaklaşır karanlıktan,
Felek terkidiyar eder,
Eder oy.

Kimseler bağırmaz çağırmaz,
Sanki uzaklara bakıp ar eder.
Gönül çarptıkça yelken beyazlığına
Rüzigâr eder,
Eder oy.

Bir şey gizli bu mayıs sabahında,
Bir şey yoktan var eder.
Dağ öğünür yeşilinden,
Toprak dağlarla iftihar eder,
Eder oy.”
Dağ başını duman almış
Kurtuluşun ve Cumhuriyete ulaşmanın yolu, Mustafa Kemal'in çevresinde giderek büyüyen, tarihte eşine rastla¬nılmamış bir insan haritasındadır. Bu yolda, milyonlarca in¬san, tek bir yürek çarpıntısını yaşadı, tek bir inanç yumağı oluşturdu. Bu kutlu yola çıkışı Muzaffer Ender şöyle şi¬irleştirmiştir:
"........
‘Güneş ufukta şimdi doğar,
Yürüyelim arkadaşlar...’
Yürüyelim uşaklar, yürüyelim dadaşlar;
Bugün 19 Mayıs;
Bir tarih burada biter, bir tarih burda başlar!”
Mustafa Kemal, Türk yurdunu kurtarmak ve Türk ulusunu yükseltmek sevdası ile Samsun'dan yola çıkmıştı. Bundan sonrasında tarih, destan ve efsane birbirleri ile sar¬maş dolaş olarak Türk halkının benliğinde, elbette ki şairle¬rin mısralarında yaşayacaktı. Atatürk'e yazılan şiirlerde, çağlar öncesinden günümüze doğru gelen mitolojiye altın halkalar ekleniyordu.
Mustafa Kemal, kişiliği ile ulusumuzun yalnız sosyal bilinci değil, kökleri tarihin eski çağlarına kadar uzanan bilinçaltındaki imajlarını da uyandırmıştı.
Bir çok şiirde o; Oğuz Kağan’a, Ergenekon’da Türk halkına yol gösteren Bozkurt’a, Gök Tanrı’ya benzetiliyordu. Bunlar basit, basmakalıp benzetmeler değil, içten gelen bir gönül coşkusunun anlatımlarıydı. Samih Rıfat Yürüyüş şiirinde ne güzel demişti:
“Adımın biri Oğuz, biri Mustafa Kemal
Irkımın istediği: Ya ölüm, ya istiklâl!”

Ve bir veda:
Yazımın başında da belirttiğim gibi ağır bir ameliyat nedeniyle almak zorunda kaldığım narkoz, etkisini uzun bir zaman sürdüreceğinden, çalışmalarımı kısıtlamam istenmektedir. Yazılarıma ara vermek zorundayım. Umuyorum bu süre kısa sürer. Yine birlikte oluruz. Hoşça kalınız.


www.ufukotesi.com - 05 / 2006  

ufuk@ufukotesi.com

Ufuk Ötesi Gazetesi'nde yayınlanan yazı, haber ve fotoğraflar kaynak gösterilerek iktibas edilebilir.