Öğretmenlerimize ithaf
Bugün sizlerle bir Anadolu Lisemizde yapılması düşünülen, ama yapılamayan bir bayram töreni konuşmasını paylaşmak istiyorum. Hemen ilave etmem gerekiyor; çok kahredici ve acıdır ki, 23 Nisan ve benzeri bayram törenlerinde artık çocuklarımız yabancı müziklerle sahnede boy gösteriyorlar. Yabancı danslar eşliğinde Türk'ün esaretten kurtulmasını kutluyorlar. Dinî günlerimizde bile artık kilise tipi törenler düzenleniyor, bu da ekranlara yansıtılıyor. İşte bence yapılması gereken ama yapılmayan bir tören konuşması:
Sayın Müdürüm ve öğretmenlerim, kıymetli arkadaşlarım.
Bugün büyük bir bayram kutluyoruz. Dün, geçmişte kaldı. Tarih oldu! Tarih demek, yaşananların hikâyesi demek. Yaşama mücadelesinin hikâyesi. Canlılar gibi devletler, milletler de geçmişte olduğu gibi birbirleriyle hayatta kalmak için mücadele ediyorlar. Savaşıyor, yeniyor, yeniliyorlar. Haklı olan değil, güçlü olan kazanıyor, zayıflar kaybediyor. Hafızası zayıf olanlar, dünü unutanlar, ondan ders çıkarmayanlar yok oluyor. Dikkatsiz nice milletler, bir anlık gafletlerinden dolayı tarih sahnesinden silinip gittiler.
23 Nisan gününü (siz buna 19 Mayıs da diyebilirsiniz) neden bayram olarak kutluyoruz?
Tarih sahnesindeki en eski milletlerden biri olan Türk Milleti, aynı zamanda en uygar milletlerden biridir. Çünkü Türk Milleti, tarihte kurduğu hiçbir ulu devlet (imparatorluk değil, çünkü biz sömürgeci bir devlet kurmadık) veya devlette, başka milletleri köle olarak kullanmayı düşünmedi. Bugün bize insanlıktan, barıştan, uygarlıktan söz eden düşmanlarımız ise, hep sömürmeyi, çalışmadan başka milletleri köle olarak kullanmayı düşündüler. Dünyanın zenginliklerini sadece kendileri için kullanmak istediler. Bunun için insanlığa Türkler kadar hizmet eden bir başka millet daha gösterilemez.
Başta İngilizler olmak üzere, düşmanlarımız, Türk vatanını, Türkiye'yi paylaşmak istiyordu. Bugün yerinde otuza yakın devlet kurulmuş olan uçsuz bucaksız topraklarımıza göz dikmişlerdi.(1908 yılında bile topraklarımız üç milyon kilometre kare idi.) Türlü oyunlarla Yunanistan, Bulgaristan, Libya, Tunus, Cezayir, Mısır, Yemen, Arabistan, Irak, Suriye, Filistin... topraklarını bizden koparıp elimizden almışlar, ama yine de doymamışlardı. Büyük Osmanlı Devletini, Türkiye'yi ve Türk Milletini tamamen bölmek, parçalamak, milletimizi tarih sahnesinden silmek, Türkleri köle yapmak için harekete geçtiler. Sıra Anadolu'ya gelmişti.
Türk Milleti, üç kıtada savaşmaktan zayıf ve yorgun düşmüştü. Ordunun silâhları eskimişti. Anadolu fakirdi. Erkeklerin çoğu savaş meydanlarından geri dönmediği için, bütün yük, yaşlı, kadın ve çocukların omuzlarında idi. 30 Ekim 1918'de Devletimize zorla imzalatılan Mondros Antlaşması ile askerlerimiz terhis edilmiş, işe yarar silâhlarımız da toplanmıştı. İşte askerlerimiz sakatlık, yoksulluk, hastalık ve bin bir sıkıntı ile evlerine dönerken Yunanlılar, İngiltere'nin emriyle 15 Mayıs 1919'da İzmir'e asker çıkardılar.
Anadolu kurtarılmalıydı. Milletin egemenliği İngiliz'in, Fransız’ın, Rum’un elinden alınıp, millete geri verilmeliydi. Ama nasıl?..
İzmir Valiliğinde, aşağılanmak istenen bir Türk Subayı işgalcilere şöyle haykırdı: "Büyük bir millet olduğumuzu ve henüz ölmediğimizi bilin!"
O gün ve sonraki işgal yılları boyunca Yunan askerlerinin yapmadıkları zulüm kalmadı. Dükkânlar yağmalandı. Yerli Rumların işaret koydukları evlere giren Yunan askerleri, bu evlerde oturan Türk subaylarını katletti. Çarşafları yırtılan Türk kadınlarının yüzükleri, bilezikleri toplandı. İzmir, Rum ve Ermenilerce soyuldu. Sokaklarda, Yunan askerleri, aralarında başı açık kadınlar, sarıkları boyunlarına dolanmış adamlar, yalınayak çocuklar koşuşuyor, kaçışıyorlardı. Yere düşenleri, süngülü Yunan askerleri küfürlerle tekmeliyor, dipçikliyordu. Kalkamayanlar, beş-on yerinden süngülenip bırakılıyordu. Yol, bir çocuk gibi küçülmüş yatan saçları kınalı nineler ve eli yarasının üstüne yapışıp kalmış delikanlıların cesetleriyle doluydu.
Yunan askerlerini görüp, geldiği yöne geri kaçmaya çalışan bir anne ile çocuğuna, Yunanlı asker, Türkçe "Teslim ol" diye bağırdı. Sekiz-dokuz yaşındaki çocuk, annesinin elini bıraktı ve korkudan titreyerek "Teslim, teslim!" dedi ve ellerini kaldırdı. Yavrucak, vücuduna girip çıkan süngüden daha küçüktü. Kendisini süngüleyen adamın yüzüne hayretle bakıyordu. Birkaç defa "Anne, anne" diye haykırdı ve yere yuvarlandı.
Dünyaya sadece insanlık ve medeniyet götürmüş Türk Milleti, bu çocuk gibi hayret ve şaşkınlıkla medenî olduğunu söyleyenlerin barbarlıklarını seyrediyordu.
Yunanlılar, öğleye doğru Mekteb-i Sultani'ye geldiler. Okulu soydular. Okuldaki Kur'an-ı Kerim çiğnendi. Gönderdeki Türk Bayrağını indirip ayaklarını sildiler. O sırada dokuz yaşındaki bir çocuğun sesi duyuldu: "Biz olsaydık böyle yapmazdık!"
İngiliz'in, Yunan'ın, Fransız'ın, İtalyan'ın hevesleri kursaklarında kalacak, Türk Milleti sinesinden bir önder daha çıkaracak, fakir, zayıf düşmüş millet yeniden şahlanacaktı. Çünkü unuttukları bir şey vardı; Türk Milletini iyi tanıyamamışlardı: "Türk esarete asla tahammül edemeyen, hür doğmuş ve hür yaşamış olan bir millettir. Türk hürriyet ve iradesini kimseye vermez."(Atatürk)
Kahraman Anadolu şahlandı; Birinci Dünya Savaşı cephelerinden yorgun, sakat, bitkin dönmüş er ve subaylar, canını mermi yapacak milletle bütünleşti. Tarihin en rezil işgal hareketine karşı, tarihin en büyük ayaklanması başladı.
İngiltere'nin yeni silâhlarla güçlendirdiği, saldırı plânlarını İngiliz subaylarının yaptığı Yunan Ordusu Eskişehir'e kadar gelmişti. 1915'deki Çanakkale hezimetinden sonra "Türk'ün karakterini anlamakta başarısız olduk!" diyen İngilizler, "Türk karakteri sömürgeleştirmek için elverişli değil" düşüncesi ile kendilerini ateşe atmamış, Yunanlıları kullanmışlardı. Anadolu işgal altındaydı. Düşmanın ve onlarla işbirliği yapan Rum ve Ermeni’lerin zulüm, cinayet ve işkenceleri ev ev dolaşıyordu.
Yunan işgaline rastlayan o günlerde Kastamonu Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti'nin Kadınlar Kolu binasına bir genç kız geldi. Kolunda bulunan sepeti görevliye uzattı ve "Yarın evleniyorum. Bu sepette çeyizim var. Gelinliğim de içinde. Bayrağım karalara bürünmüşken ben ak gelinlik giyemem, tel duvak takamam. Çeyizimi milletimin direnişine bağışlıyorum." dedi. O günler cepheye kağnı arabalarıyla cephane taşıyan analar, çocuklarının kar altında üşümesini ve yalın ayakla yürümeyi değil, cephaneyi düşünüyordu. Taşıdıkları mermilerin nemlenmemesi için çırpınıyorlardı.
O gün herkesin bildiği kahpelikler, bugün unutuldu. İngilizler topraklarımızdan çekildiler ama şarkıları ve kelimeleri kulaklarımıza iyice yerleşir oldu. Çocuklarımız onların meşhurlarına özenir oldu. Meselâ, bizimle hiçbir ilgisi olmayan ucube soytarılara, The Rasmus'a özenen Hilâllerimiz çıktı. Bayramlarımızı onların müzikleriyle, danslarıyla kutlar olduk! İşin kötüsü bunu çok tabiî karşılar hâle geldik. "Ne var bunda?" diyoruz, çünkü bu müzikler, yabancı hayranlığı yaratacak kitaplar boy boy vitrinlerimizi süslüyor. Kulağımızdan çıkarmadığımız müzik depolarında binlerce yabancı parça cirit atıyor, buna tepki göstermesi gerekenlerimiz uyuyor.)
Büyük bir birlik beraberlik içinde, yüksek bir idare sonucunda zafer kazanılacaktı. Atatürk, Büyük Zaferden sonra şöyle demişti: "Bilelim ki, kazandığımız muvaffakiyet, milletin kuvvetlerini birleştirmesinden ileri gelmiştir. Eğer aynı muvaffakiyetleri, zaferleri ileride de kazanmak istiyorsak, aynı esasa dayanalım, aynı yolda yürüyelim."23 Ağustos'ta başlayan ve tam 22 gün 22 gece süren Sakarya Meydan Savaşı sonunda Mehmetçik Yunan ordusunun yumuşak yanağına öyle bir tokat attı ki, bu tokattan İngiltere'nin de yanağına kan oturdu. Tarihin her döneminde hür yaşamış Türk Milleti düşmana dersini verdi ve topraklarından attı. Bağımsızlığına sahip çıktı. 23 Nisan işte bunun için bayramdır. Bağımsızlığa giden yolda milletin ayaklanmasıdır. Çünkü; "Hâkimiyeti Millîye, milletin namusudur, haysiyetidir, şerefidir." (Atatürk) "Millî Hâkimiyet öyle bir nurdur ki, onun karşısında zincirler erir, taç ve tahtlar batar, mahvolur. Milletlerin esirliği üzerine kurulmuş müesseseler her tarafta yıkılmaya mahkumdurlar." diyen Başkomutan Mehmetçiğe de şöyle seslendi: “Dünyanın hiç bir ordusunda yüreği senin kadar temiz, yüreği seninkinden sağlam bir askere rastlanmamıştır. Her zaferin mayası sendedir."
Tarihte bizi türlü oyunlarla bölmeye çalışanlar, bugün yine aynı oyunlar içindeler. Topla, tüfekle yok edemedikleri Türk Milleti'ni, kardeş kavgasıyla, bölücülükle, misyonerlikle, ekonomik darbeler ve siyasî ayak oyunlarıyla yıkmaya çalışıyorlar. Çok ilerledikleri bir gerçektir. Ne yazık ki bizi bizden daha iyi tanıyorlar. Çünkü çok okuyor, araştırıyor, geziyor ve yazıyorlar. Dilimizi, dinimizi, âdetlerimizi, zevklerimizi değiştirmek istiyorlar. Bunların bazılarında başarılı da oldular. İnanıyorum ki geç de olsa Türk Milleti kazanacaktır.
Buradan Türk Gençliği adına haykırmak istiyorum; Türk Milleti sonsuza kadar bu topraklarda egemen, hür ve bağımsız olarak yaşayacaktır. Başkalarının felâketleriyle, kanıyla, canıyla hayatta kalan, mutlu olan devletlere insanlık nedir öğretmeye devam edecektir. Tarih bunu göstermiştir. Atamızın dediği gibi; "Asla şüphem yoktur ki Türklüğün unutulmuş büyük medenî vasfı ve medenî kabiliyeti, âtinin yüksek medeniyet ufkunda bir güneş gibi doğacaktır."
Peki arkadaşlar, bu nasıl olacak, bunu nasıl başaracağız?
Bu bilgi ile olacaktır. Bilgi güçtür. Önce kendimizi, sonra dünyayı tanıyacak ve mutlaka başarmak isteyeceğiz. Türklüğümüzle övünür, çok çalışır, üretir ve daima kendimize güvenirsek dünyaya huzur ve mutluluk getirebiliriz. Sadece güçlünün değil, haklının da kazanabileceği bir dünya için sadece çalışmak yetmez, gerçek dost kim, düşman kim, kahraman kim, hain kim bilmeliyiz. Kendimizi, milletimizi her yönüyle iyi tanımalı, geçmişi bilmeli, geleceği düşünmeli ve ona göre hazırlıklı olmalıyız. Öncelikle balık hafızasından kurtulmamız gerekmektedir. Bunun için de daha az televizyon seyredip, daha fazla kitap okuyacağız. Tarihe karışıp adı sanı kalmayan milletlerden olmak istemiyorsak bayramlarımızın asıl anlamını kavramalıyız. Bayramlarımızı sonsuza kadar kutlayabilmemiz için tek yol çalışmaktan geçer.
Bu duygularla hepinizi en içten saygılarımla selâmlıyorum.
(Yukarıdaki konuşma metninin arasına bayram kutlama programının şiir, konuşma, müzik ve benzeri diğer unsurları eklenebilir diye düşünüyorum. Yukarıdaki konuşma metninde "Son Kahramanlar" kitabından istifade edilmiştir, öğrenci ve öğretmenlerimize tavsiye ediyorum.)
|