H. N. Orkun adı, size neyi hatırlatmaktadır? Bu isim, kaç Türk milliyetçisinin hatıralarında çağrışım yapabilir? Yüzde birinin mi? Binde birinin mi? Yoksa on binde birinin mi aklında bu isim bulunabilir? H. N. Orkun’u ben hiç görmedim, hiçbir yerde ortak pilatformda bulunma imkanına da sahip olmadım. Çünkü, zamanın farklı kesitlerinde dünyaya gelmiştik. O giderken, bizler gelecektik. Onunla bağlantım, düşünce ve yazılarındaki, görev ve hedef anlayışındaki ortak noktaları tespit etmemle mümkün olmuştur. Bana hayatımda kimse, Hüseyin Namık Orkun şöyle bir insandır, eserlerini oku ve tanı demedi? Nerede, ne şekilde onun kitaplarından bazılarını bulup okudum, net bir şekilde hiç hatırlayamıyorum. Fakat tahminim, onun kitaplarından bazılarını, sahaflardan bulmuş olmalıyım. Örneğin; “Yeryüzünde Türkler” adlı kitabını bir solukta okumuştum. Gerçi öz olarak, Türk dünyasının günümüzden altmış- yetmiş yıl önceki kompozisyonunu çizmiş olan bu kitabın içerik bilgileri, elbette daha sonraki yıllarda da, başkaları tarafından çok daha geliştirilmiştir. Fakat benim bu konuya yönelik olarak ilk tat aldığım eserlerden birisi, H. N. Orkun Bey’inkiydi. Sonraları Hüseyin Namık Bey’i tanımaya ve yazılarındaki düşüncelerini de anlamaya gayret ettim.
Bana göre, Hüseyin Namık Bey, hayatındaki hedef noktasını ve tüm yaşamını, Türk milliyetçiliği üzerinde oturtmuştu. O soyadına varıncaya kadar, bu duyguyu özünde yaşıyordu. Onun hayatında, işinde ve gücünde bu duygu, hep yüksekten seyrediyordu. O eserlerinde bunu hissederken, o yıllardaki öğretmenlik hayatında da, bunu yaşamakta ve de yaşatmaktaydı.
Buna en iyi örneklerden birisini, Ankara’da bulunan Polis Kolejinde Tarih derslerinde vermekteydi. Nitekim bu olaya şahit olan öğrencilerinden birisi, onu şöyle anlatmıştır:
“O babacan tavrı, güleç esmer yüzü ve tatlı sesi ile gözlerimin önünde durmakta ve ben Ankara Polis Kolejindeki talebelik günlerimin tatlı hatıraları ile başbaşayım. Dersimiz tarih ve hocamız H. Namık bey. Zil çaldı. Bir iki dakika sonra sınıf mümessilinin sesi kapıda gürledi.
-Dikkat...
Bir gürültü ve şakırtı ile hepimiz ayağa kalkıyoruz. İçeriye biraz şişmanca, yüzünde tebessüm hiç eksik olmayan kibar tavırlı hocamız Hüseyin Namık bey giriyor. Hal ve hatırımızı sorup mutad beş on dakikalık aydınlatıcı hasbihal ve konuşmasından sonra esas ders başlıyor. Derse kalkma sırası Turan’da. Turan’ın ilk suali soruluyor.
-Söyle bakalım Türklerin anayurdu neresi?
-Turan efendim.
Bu sual bizim Turan’ın her tahtaya kalkışında ilk sualdir ve her defasında sorulur.
Derslerini büyük bir itina ile hazırladığı notlarından okutmayı tercih ederdi. Talebelerine şu tarihte şu öldü, bu tarihte bu oldu diye ders vermez, tarih ilminin esas gaye ve maksatlarına uygun bir tedris sisteminin en güzel örneklerini verirdi. Hocalığı üç beş kuruş getiren bir geçim yolu olarak kabul edip, gününü gün etmeğe bakmazdı. Her şeyden evvel talebelerini birer idealist, milliyetçi ve vatanperver olarak yetiştirmeğe çalışırdı.”
Onun hakkında, şu tespitler de yapılmıştır:
“Hüseyin Namık Bey, yalnız Tarih hocalığı yaptığı mekteplerdeki talebelerinin değil, bütün Türk gençliğinin hocasıdır.”
“Hüseyin Namık Bey, bir tarihçi ve Türkiyatçı olarak verdiği eserlerin yanında pervasız mücadelesi ile de örnek bir Türkçü olduğunu ispat etmiştir.”
“Hüseyin Namık Bey, tam ve gerçek bir Türkçü idi. Türkçülüğü tarihi manasından ayırmıyordu. O, milli tarihimizi Malazgirt harbiyle başlatarak dokuz asra sığdırıp, Türk Yurdunu da Edirne ile Kars arasına sıkıştırmağa çalışan Anadolu coğrafyacıları gibi düşünmüyor, Türk ırkını en az otuz asırlık bir mazinin ve Tuna’dan Altaylar’a kadar uzanan büyük ülkenin (Turan’ın ) sahibi olarak tanıyordu. Tarihi manasındaki gerçek Türkçülük bütün Türklerin davası ve Türk ırkının ülküsü olduğundan Hüseyin Namık Bey’in ölümü de yalnız Anadolu Türklerinin bir kaybı sayılamaz.”
Hüseyin Namık Orkun, İsmet İnönü’nün meşhur 3 Mayıs purovakasyonuyla hapis edilenlerden birisi olmuştur. Hapishane koşullarında dahi, kendisinden yaşça genç olanlarla da olumlu arkadaşlıklar içersindeydi. Basık tavanlı bir yerde tutularak işkenceye maruz bırakılan H. N. Orkun’un bu durumunu, dönemin önemli purovakatörlerinden birisi olan Hasan Ali Yücel de şöyle anlatır: “Hüseyin Namık Orkun, basık tavanlı dar bir yerde bırakıldığını söyleyerek işkenceye temas ediyor.” diyerek taraf olduğu bir davada, suçu üzerinden atmaya çalışmıştır. Halbuki Hüseyin Namık Orkun’u, Hasan Ali Yücel İstanbul’daki Darülfünun’daki yıllarından beri tanımakta ve onun kişiliğini elbette bilmekteydi. Fakat Anglo-Sakson-Yahudi İttifakı’nın 1945 sonrasında İsmet İnönü’yü teslim alması ile birlikte, Hasan Ali Yücel gibiler, kapı dışarı edilmişti. Artık İsmet İnönü için Hasan Ali Yücel’in ya da o çizgiye yakın bir Sabahattin Ali’nin hiçbir değeri kalmamıştı. Bakanlık yıllarında komünizme ve solun çeşitli tonlarına her türlü yüz vermiş olan ve nihayet oğlu Can Yücel de iflah olmaz bir komünist olarak ölecek olan Hasan Ali Yücel, aklınca 1947’de bir çeşit günah çıkarırken Hüseyin Namık Orkun için şunları söyleyebilecektir:
“Edebiyat Fakültesinde talebeliğimden beri tanıdığım ve aynı fakültede inzibat memuru olarak da bulunduğum zaman görüştüğüm Hüseyin Namık, kendisinin de söylediği gibi, Irkçılık-Turancılık davasına karışmış ve 1944 yılında tevkifinden sonra Gazi Terbiye Enstitüsündeki vazifesinden Bakanlık emrine alınmış, bir seneye yakın bir zaman sonra, zannederim beraat ederek serbest bırakılmıştır.”
Dönemindeki milliyetçi gençleri tarafından sevilen H. N.Orkun için, İsmail Hakkı Gökhun, “O uğrunda mücadele ettiği bütün Türk Dünyasının milli bir kaybıdır.” der.
Fakat acı olan tablo, H. N. Orkun öldüğünde, pek çok kimsenin haberi dahi olmamıştır. Bu konuda basındaki Yahudi lobisi ile komünist-sol bulok çok etkili olmuştur. Bu konuda Tuğrul Önder şunları yazmıştır: “Hüseyin Namık Bey’in ölümünü hemen hepimiz bir hafta sonra haber alabildik. Zira kendilerini Türk halk efkarının mümessili sayan İstanbul’un günlük gazetelerinin hiç birisi O’nun ölümünden tek bir satırla dahi olsa bahsetmediler. Gerçi her biri eski veya yeni en az 3-5 komünisti sinesinde barındıran bu gazetelerden daha fazla bir şey de beklenemezdi.” Bu nedenle ölümünü bazıları ancak bir hafta sonra öğrenebilmiştir. Bu konuda bir Türk milliyetçisi ise şu tespiti yapmıştır: “22-23 Mart gecesi aramızdan ayrılan büyük Türkçünün ölümünü, maalesef Türk matbuatını temsil eden Türkçülük düşmanı neşir vasıtalarının maksatlı ahlaksızlığından dolayı, ancak 29 Martta duyabildik.”
Hüseyin Namık Orkun öldüğünde çok sayıda kitap ve makaleyi ardında bırakmıştı. Onun çalışmalarını şu bölümler halinde değerlendirebiliriz:
1. Tarih İçerikli Eserleri:
Peçenekler,1933, İstanbul, 19,5x13,5,76 sayfa.
Atilla ve Oğulları, 1933, İstanbul,20x14,224 sayfa.
Oğuzlara Dayir,1935, Ankara,16x12,135 sayfa.
Hunlar, 1938, İstanbul, 19,5x13,5, 98+2 sayfa.
Türk Tarihi,1946, İstanbul, 4 cilttir.20x13,5
Avarlar, Peçenekler, Kumanlar, 31,5x21,123 sayfa.
2. Edebiyat Tarihini İçeren Eserler:
Eski Türk Yazıtları,1936–1941, Ankara, 4 cilttir.
Prens Kalyanamkara ve Papamkara Hikayesinin Uygurcası, 1940, İstanbul, 24x16, 118 sayfa.
Türk Efsaneler,1943,İstanbul, 20x14, 74 sayfa
3. Türk Milliyetçiliğine Yönelik Eserler
Türk Dünyası, 1932, İstanbul, 23x15,5, 236+1 sayfa
Yeryüzünde Türkler,1944, İstanbul,18,5x12, 111+1 sayfa.
Türkçülüğün Tarihi,1944, İstanbul, 21,5x14,5, 162+1 sayfa
4. Diğer Eserleri:
Türk Tarihinin Bizans Kaynakları, 1938, Ankara, 18,5x12cm.,48+VIII sayfa.
Osmanlıların Aslına Dayir, 1939, İstanbul, 24x16,5cm., 15 sayfa
Türk İstilası Devrinde Macaristan ve Avusturya’da Casuslar, 1939, Ankara, 24x16,5 cm. 30 sayfa.
Türk Sözünün Aslı, 1940, İstanbul, 20x15 cm. 31 sayfa.
Eski Türklerde Evcil Hayvanların Tarihçesi, 1954,Ankara, 24,5x16,5cm. 43 sayfa
5.Yazdığı Okul Kitapları:
Orta Okul İçin Okuma Kitabı: I, 1946,Ankara, 20,5x14cm. 150+2 sayfa.
İlkokullar İçin Tarih Okuma Kitabı:IV,1951,Ankara, 19,5x13cm.,64 sayfa
İlkokullar İçin Tarih Okuma Kitabı: V,1951,Ankara, 19,5x13cm.66 sayfa
6.Hazırlanmasında Önemli Katkıda Bulunduğu Eserler:
Türk Hukuk Tarihi, 1935–1936,Ankara.
7.Dergi, Gazete vb. yayınlardaki yazıları:
Örneğin Çınaraltı Dergisinde çok sayıda makalesi vardır. Bunlar arasında: Irk Meselesi, Tarih Vesikaları, Babür, Ebul Gazi Bahadır Han, Kaşgarlı Mahmud ile Hürses isimli yayın organındaki: Ağaoğlu Ahmet ve Arif Hikmet ile ilgili yazıları aklımda kalanlardır.
Hüseyin Namık Orkun’un ölmüş olduğu tarihten bu yana, yaklaşık elli yıl geçmiştir; fakat Türklük adına, Türkiye’de ne değişmiştir ki? Aradan geçen yıllar, H. N. Orkun’u daha fazla tanımamız, anlamız gerekirken, çoğu Türk milliyetçisinin onu tanımama gerçeği ile karşı karşıya değil miyiz? Ayrıca onun ölümünün ülkemiz basınında doğru dürüst yer almaması üzerinde, hiçbir ders alma becerisi gösterememiş olan Türk milliyetçileri, aynı başarısızlığı aradan elli yıl geçmesine rağmen yine sürdürmektedirler. Günümüzde dahi, bu ülkenin çoğunluğunun Türk insanına dayanmasına rağmen, basında Türk kavramı veya Türklük lehine pek olumlu haber olmaması, bu başarısızlığın en büyük göstergesidir. Günümüzdeki dünya hayatının en önemli silahlarından birisi olan medya sektöründe, ülkemizdeki Türk milliyetçiliğinin etkin bir şekilde yer alamayışı, somut gerçeklerden birisi olarak belirmemiş midir? Son elli yılda, hakimiyet anlamında bir sıtrateji çizemeyen ve net hedefleri istediği gibi belirleme becerisine ulaşamayan Türk milliyetçileri, medya sektöründeki etkili olamayışlarını her halde kabullenirler... En azından bu somut gerçeği, televizyon ekranlarında sürekli Mehmet Ali Birandları, Mehmet Barlasları, Mehmet Altanları görünce de anlamış olmalılar. Aynı şekilde, Hürriyet-Milliyet gibi gazetelerin de, kartelci bir anlayışın eline geçerek belirli ellerde toplanması ve oralarda gayri milli yazarların cirit atması ve o yazarların sürekli Türklük aleyhine köşelerinden salvolar yollamaları da en fazla görünen günümüz gerçekleri arasındadır. Bunları görmeyen gözlerin ya da görüp de çözüm üretemeyenlerin, siyasi alanlardaki dönemlik başarıları da, büyük ölçüde tesadüften ibarettir. Tesadüflerle yaşayanların kafalarını, yaşadığımız hayatın sürecinde, sürekli köşelere vurmalarından daha doğal hiçbir şey olamaz! Fakat onlar, hayatın çıkarsal başlıklarını kendilerine taktılarsa, arkalarından giden başlıksız ve akıllarını teslim etmiş olan vah zavallıların haline! Onlara gülünür mü, yoksa ağlanır mı? Bu konudaki irade ya da tercih sizindir. Bunları niçin söylüyorum? İşte Hüseyin Namık Orkun ve ölümü... Onun ölümünden sonraki elli yılda, durum ve gerçekler bunlar! Daha ne diyebilirim? Az bile söyledim. Çünkü hal ve gidiş, bu çizgidedir. Hayatın bugünkü gerçeği de budur. Bu gerçekleri saklamak da, Türk dünyasına en büyük ihanettir! Konuyu, yani medya gerçeğini, en kısa zamanda anlayıp kafanızda çözmeniz için sizleri, konuya sahip çıkmaya davet ediyorum. Ülkemizdeki basının konumunu, bana bu şekilde de olsa hatırlatmış olan değerli insan Hüseyin Namık Orkun’u rahmetle anarken, ruhu şad, makamı cennet olsun diyorum!..
|