11 Mart 2006 tarihinde Hürriyet Gazetesi’nde Şırnak Gabar dağında PKK terör örgütüne yönelik operasyonda Jandarma Üsteğmen Hakan Özcan ile Jandarma Er Yunus Emre Çelik’in şehit olduğu, bir uzman çavuşla dört erin de yaralandığı yazıyor.
Gerisini gazeteden alıntılayalım: “Kolordu komutanlığında yapılan cenaze töreninden sonra, şehitlerin cenazeleri memleketleri Gaziantep’e gönderilerek toprağa verildi. Şehitlerin cenaze namazı Ulu Cami’de kılındı. Tabutlar omuzlarda taşınarak cenaze aracına konduktan sonra cenazedeki 1500 kişi İstiklal Marşı’nı okudu. Şehit Üsteğmenin babası Mehmet Özcan, taziyeleri kabul ederken, “Hamallık yapıp, zor zekat yetiştirdim. Onu da gidip Şırnak’ta şehit verdim. Vatan sağ olsun” dedi. Altı ay önce Şırnak’a tayin olan bekâr Üsteğmeni, Deniz Harp Okulu 4. Sınıf öğrencisi kardeşi Ömer uğurladı.
Şehit er Çelik’in ailenin tek erkek çocuğu olduğu ve 5 kız çocuğundan sonra dünyaya geldiği belirtildi. Şehit erin 55 yaşındaki babası Muhittin Çelik oğlu Yunus Emre Çelik’in fotoğrafına bakarak çevresindekilere : “Ben şimdi kiminle şaka yapacağım, kiminle güreşeceğim. Kalk oğlum, güreşelim. Sen kazanırsan söz veriyorum seni evlendireceğim” diyerek gözyaşı döktü.”
Haber beni çocukluğuma götürdü. Harmanda, kırda bayırda birkaç çocuğu bir arada gören uslular hemen eleştirir, güreştirirlerdi. Sığır güderken komşu köyün çocuklarıyla yine güreş tutardık. Günün uzununda dur durak bilmeden akşama kadar güreşirdik. Galibiyetin küçük ödülleri de olurdu. En büyük ödül ise övücü sözlerle sırtımızın sıvazlanmasıydı.
Babam benimle güreşir, yalancıktan yenilirdi. Yaşıtlarımla güreşip yendiğimde gözlerinin içi gülerdi, başkalarının anlayamayacağı övüncünü sezerdim. Öyle ya oğlu da sıraya karışıyordu. Pehlivanlığını uslulardan dinlediğimiz köylümüz Kara Ahmet Cumhuriyet ve 23 Nisan şenliklerinde ilçede düzenlenen güreşlerin değişmez cazgırıydı. Pehlivanları eleştirip salavatlarken söylediği sözlerin bir çoğu hâlâ kulağımdadır.
İki yiğit çıktı meydane
İkisi birbirinden merdane
Altta gittim diye yerinme
Üste çıktım diye sevinme
Söğüt ağacından zelve olmaz
Her ananın doğurduğu pehlivan olmaz
Hazreti Hamza pirimiz
İncitmeyin birbiriniz
Haydi yavrularım koç gibi güreşin
Kuzular gibi meleşin
Dedikten sonra sırtlarını sıvazlayarak meydana salarlardı. Kasaba halkı ve şenlik için köyden gelenlerin mahşeri kalabalığıyla meydan bir şapka denizini andırırdı.
Şehit Yunus Emre’nin babasıyla epey güreş tuttuğu anlaşılıyor. Muhittin Çelik 5 kızdan sonra bulduğu Yunus’una defalarca yalancıktan yenilivermiştir mutlaka. Yunus’la babası güreşirken anası ve bacıları da gıptayla, sevecenlikle “aman bir yerlerinizi incitmeyin” uyarısıyla seyretmişlerdir.
Muhittin Çelik’in anlayamadığı dünyayla güreş tutacak oğlunun karşısındakilerin güreşteki dengi dengine anlayışının, karşılıklı yiğitçe saygının, mertliğin kültüründen gelmemiş olmaları. Pehlivanlar cazgırın meydana salmasından sonra karşılıklı olarak birbirlerini kucaklarlar, kispetlerini, paça bağlarını yoklarlar. Noksan, eksik bir şey varsa uyarırlar. Bu savaşta, mücadelede hasma duyulan yiğitçe saygının ifadesidir.
Güreşin sonunda yenilen yenenin elini, yenen de onu alnından öper. Yine yaşça büyük olanı, küçük rakip elinden öper. Pes etmek isteyen rakibinin kispetine vurur. Bunun anlamı aman dilemektir. Diğeri o saat güreşi bırakır, hasımlar kucaklaşır, güreş sona erer.
Köroğlu ve Dede Korkut destanlarında, halk hikâyelerimizde, masallarımızda hasımların teke tek, denk silahlarla vuruşmalarıyla güreş kuralları birbirine çok benzer. Macar Türkolog Kunoş’un derlediği “Türk Masalları”nda da benzer motifler vardır. Kendisini yenecek yiğitle evlenmeye ahdetmiş bey kızlarıyla hikâye kahramanlarımızın halkın önündeki mücadeleleri ve mutlu son çoğu masallarımızın değişmez konusudur.
Barak havalarıyla, Antep’in yanık Ezo Gelin ezgileriyle yetişen, beş kızdan sonra erenlere adaklarla bulunan, babasıyla güreşerek büyüyen Yunus’un canına güreşin soylu kültüründen gelmeyenler kıydı. Yunus’un canını alan kurşun Gabar’da sıkılsa da tetiği çekenlere buyruk Atlantik ötesinden AB’nin başkentlerinden geliyor.
İndiana Jones filmlerinden birinde hiç unutamadığım bir sahne vardı. Arkeolog üstün adam kahramanımız İndiana eli palalı Asyalının karşısında zor durumdadır. Asyalı İndi’yi haklayacakken aniden silahını çeker, ateşler, rakibini çam gibi devirir. Bu heyecanlı sahnede İndi’nin devrilen Asyalı karşısındaki hınzırca gülümsemesi gözlerimin önünden gitmez. Bu kurnazlığının çarpıcı kesitidir. Yine, güreş kültüründe var olan rakibe şans tanımanın, erliğin, eşit güçle, denk silahla yapılan soylu bir savaşın hukukunu yaşam felsefesi yapanlara karşı kalleşliğin, kurnazlığın karesidir.
Yunus’un al bayrağa sarılı tabutuna sarılıp yas eden babası oğlunun kalemini kıranların emperyalizmin, küresel kapitalizmin efendileri olduğunu nerden bilecek? Brüksel’de, Berlin’de, Londra’da, Paris’te, Waşington’da oturanlarca petrol ve enerji coğrafyasının denetimi, mazlumların ezilmesi, sömürülmesi için ulus devletlerin tasfiyesinin master planlarının yapıldığını Yunus’un anası, bacıları nerden bilecek?
Ama Yunuslara haram yedirmeyen babalar, helal sütten gayrısını emzirmeyen analar, evlatlarını elsiz ayaksız bırakan mayınların, her patlayışta ulus devletten, üniter yapıdan parçalar koparmak için sinsice yerleştirildiğini derin bilinçaltlarının şaşmaz sezgisiyle anlıyorlar.
Yunus için biz ne diyelim? Onun için söylenmesi gerekenleri 700 yıl önce adaşı büyük Yunus söylemişti zaten;
Şu dünyada bir nesneye
Yanar içim, göynür özüm
Genç yaşında ölenlere
Gök ekini biçmiş gibi
Evlatlarımızı gök ekin gibi biçtiren emperyalizme ve yerli maşalarına boşuna heveslenmemelerini söyleyelim: Erenlere adanan Yunuslar her daim var olacak, omuzdaşlarıyla, yoldaşlarıyla güreşecekler. Güreş tuttukları babalarıyla tenleri, terleri, sevgileri Yunusça harman olacak. Baba Muhittin de gündüzleri burun direği sızlayarak acısını duyduğu, ten kokusunu özlediği Yunusuyla düşlerinde hep güreşecek, her seferinde de yalancıktan yeniliverecek.
|