Tarih Bilinci

 

Rasim Giresunlu  

Nihat Bey İçin...


Bazılarımıza zaman, zemberekten boşalırcasına akıyor gibi gelir. Bu aktığını var saydığımız sürece göre, zamanın önünde miyiz, ardında mıyız ya da tam üzerinde miyiz, fark edemeyiz. Böylesi bir süreçle hayat yolunda giderken, 22 Aralık 2005 tarihinde, Ufuk Ötesi gazetesinde, gazetenin sahibi Kemal Çapraz’dan ortak tanıdığımız kişilerden birisi olan, Nihat Özyılmaz Bey’in öldüğünü öğrendim. Üstelik Kemal Çapraz: “Nihat Bey’i geçen Çuma günü toprağa verdiklerini” söyledi.

Aslında ben o günün sabahında, otobüse binmiş ve İstanbul dışına gidiyordum. Yaklaşık sabahın 6.20 sınden itibaren de yağmur yağmaya başlamıştı. Dünyanın bu kesimi 22 Aralık günü, yağmur açısından bereketliydi. Çünkü Tekirdağ üzerinden gidiş güzergahım olan Gelibolu-Çanakkale bölgesine, yol boyunca bol bol yağmur yağdı. Yağmur, atalarımızın anlayışına göre bereketti... Yağmur, aynı zamanda rahmetti... Demek ki, Nihat Bey’in toprağa verilmesi de böylesi yağmurlu bir güne nasipmiş... Allah gani gani rahmet eylesin ve ruhu şad olsun demekte en büyük vazifemdir diye düşünüyorum. Kimdi, Nihat Bey? O, İstanbul’daki on milyonu aşan insandan sadece birisiydi. O, bu şehirdeki milyonlarca insan gibi, sıradan bir insandı. Belki sıradanlığın da ötesinde, bizden, sizden ve içinizden biriydi. Nihat Bey, böylesi bir insandı. Ben ona, hep Nihat Bey dedim. Gerçi o, benden yaşça büyüktü. Niçin böyle dedim diye düşünüyorum ve şunu tespit ediyorum. O da benimle sürekli: “Rasim Bey” diye konuşurdu. Sanırım o nedenle dostluğumuz bu boyutta gelişti ve sürdü.. .Ben onunla ilk kez, 2002 yılının Temmuz ayında tanıştığımızı sanıyorum. Sanıyorum diyorum, çünkü o, beni gıyabımda zaten tanıyormuş. Nasıl tanıyormuş? Bu gazetedeki yazılarımdan dolayı tanıyormuş. O dönemde özellikle, Mayıs 2002’de bu gazetede yayınlanmış olan “Türkiye Cumhuriyeti’nde Liranın Öyküsü”yazım, onu çok etkilemiş ve bunu bana defalarca anlatmıştı. Belki o yazıda, kendi hayatına ya da düşüncesine yönelik ipuçları ya da çıkış yolları bulmuştu. Belki de kafasında başka şeyler kuruluvermişti...
Nihat Beyle benim tanışmam bu şekildeydi. Kimse bizi tanıştırmamıştı. Şartlar tanışmamızı sağlamıştı. O,“yazılarımın tiryakisi olduğunu” bana anlatıyordu. Hatta hatta, insanları bu gazeteye üye yaparken, bu yazıları gösterdiğini de söylüyordu. Bir keresinde, hemşehrim olduğunu söylediği ve tanıdığı bir noteri de abone ederken, bu tavır içinde yaptığını bana aktarmıştı. Kemal Çapraz, Nihat Bey’in ölüm haberini bana verdiği akşam, “Nihat Bey herkese özellikle yazılarınızı nerdeyse zorla okutuyordu” diye bir cümle sarf edince, onun ölüm haberi, beni daha da sarstı...
Nihat Bey’i, son üç buçuk yılda tanımıştım. Onunla zaman zaman Kemal Bey’in Ufuk Ötesi gazetesini ilk çıkarmış olduğu yerde karşılaşıyorduk. Genelde o, imkansızlıkları nedeniyle orada kalıyordu. Daha sonra hastalandığını ve ameliyat olduğunu duydum. Ufuk Ötesi gazetesinin yeni yerinde, onu sadece bir iki kez görebildim. Artık karşımda, daha yorgun ve daha mecalsiz olarak duran bir Nihat Bey vardı.. Oysa onu ilk gördüğüm dönemde, yaşına göre çok hareketli, yerinde duramayan ve umutlu bir insan olarak tanımıştım. Yaşının kaç olduğunu bilmiyordum. Elbette orta yaşın üstündeydi. Fakat yaşına göre genç duruyordu. Boyu da ortaya yakın sayılabilirdi. Yüzü güleç ve her zaman tıraşlıydı. Ben onu, hep kıravatlı ve ceketli gördüm. Tavırları ve konuşması, tam bir İstanbul beyefendisi gibiydi. İstanbul şehrinde artık nadir kalmış olan efendi görünümlü bir avuç insandan birisi olsa gerekti. Ben Nihat Bey’i böyle hatırlıyorum Öldüğüm zamana kadar da hep öyle hatırlayacağım. Nihat Bey ile bizim miladımız 2002 Temmuzuydu. O tarihten önceki Nihat Beyi elbette tanımıyordum. Milat kabul ettiğim tarihten öncesine yönelik bir şiir kitabı olduğunu, Kemal Bey’den öldüğünü söylediği akşam temin edebildim. Onun bu kitabı, “Şiirmatik-1 Gönül Hattı (Seni Yazıyorum) Ozan Hatbil (Nihat Özyılmaz)” adıyla ve 1994 tarihli İstanbul basımlıdır. Bu kitabının s.74’deki “Mertlik Aşkımdır” adlı şiyirinde şu dizeler vardır:
“Mertlik, bir asalet, bir duyum
Yürekle özde ‘birlik uyum’
Ben Türk’üm, işte sopum soyum
Yıldız neyse, hilal neyse, güneş neyse, ben oyum...”
Bu kitapta, Nihat Bey’in 1994 ve öncesinde, hayatta var olabilmenin, ayakta kalabilmenin, bir asma dalı gibi bir yerlere tutunabilmenin gayretleri ve mücadele azmi vardı. Ülkesini sevenler için, milletini sevenler için, ekonomik durum bu ülkede böyle mi olmalıydı? Bu kadar korkunç açmaz ve de çelişki niçin bu ülkede özellikle geliştirilmişti? Sen vatanını, milletini sev ve de yoksulluk içinde yaşa! Bu ne biçim adaletti? Bu ne biçim anlayıştı? Biz Türkler, bu kadar aciz miyiz? Kendi ülkemizde, kendi topraklarımızda, kendi diyarımızda niçin sürünüyoruz? Niçin süründürülüyoruz? Böylesi oluşumda, emperyalistler, yerli işbirlikçileri ve bilmem ne kadar satılmış insanın paylarının var olduğunu da kabul edelim ve de söyleyelim. Tüm bunlar, elbette doğrudur. Fakat Türklerin ekonomik anlamda kendilerini yönetme yetenekleri, hiç yok mudur? Türk kelimesinden kaçanları baş tacı etmek, hangi saflığın ya da çıkmazların sonucudur? Tüm bu olumsuzluklar da elbette puropagandaların, uyutmaların ve de uyuşturmaların etkisi vardır. Ya bize baş olanlar! Olduğunu söyleyenler! Onların dahi Türk milletini algılamaları niçin yetersiz kalıyor? Bu ülkede, milliyetçiyim diyenlerin ya da milliyetçi kadrolar olarak gösterilenlerin çapı mı yok? Biz şunu biliyoruz. Türk milliyetçisiyim deyip önümüze düşenler, bilsinler ki bizlerin de en az kendileri kadar Türklük hususunda bilgileri ve hassasiyetleri vardır. Biz bu açıdan hareketle diyoruz ki, Türk insanı, başını kuma gömmemeli... Türkler bu diyarlarda, bu topraklarda perişan edilmemeli... Tüm bunlar hala oluyorsa, birileri aynanın karşısına geçip, kendilerine şöyle boylu boyunca bakıp, “ben nerdeyim?” “Ben ne yapıyorum?” “Benim sorumluluğum kime karşı?” demek yürekliliğini göstermeli ve dahi gerekiyorsa “benden bu kadar!” diyebilme erdemini de özlerinde taşıyabilmeli... Bu ülkede pek çok Türk, aynı Nihat Bey gibi kıyıda köşede kalarak yoksul olarak yaşamamalıydı? İshak Alaton, Jak Kahmi, Vitali Hakko bu ülkenin havasını, suyunu nasıl özgürce alıyorlarsa, kullanıyorlarsa, Nihat Bey’de bu Türk yurdunda onlardan aşağı kalmamalıydı? Bu ülkedeki çoğunluk adına, demokrasi adına olması gereken buydu. Nihat Bey ve onun gibilerin, Türk’üm derken, bu topraklarda perişan olmamaları gerekiyordu. Eğer Nihat Beyler, sizler ve bizler, birer Alaton, Kahmi ve Hakko kadar bu topraklarda etkili olamamışsa, bu durum Türk çoğunluğun ekonomide bir azınlığa teslim olması adınadır. Buna göre bu tablo, ülkemizde gerçek demokrasinin olmadığını da bize gösterir. Bu anti demokratik ortamı göstermeyen, hedef saptıran kuruluş, kişi, aydın ve yazar geçinenler tarihsel anlamda suçlu oldukları kadar, insanlık adına da suçludurlar. Yine ülkemizdeki bu ekonomideki eşitsizlik tablosunu göstermek yerine, incir çekirdeğini doldurmayacak, görüş ve hedefler peşinde koşan ya da koşturulan milliyetçi geçinen insanlar da, Türk milleti ve Türk tarihi önünde bana göre yukarıda saydığım guruplar kadar sorumludurlar. Gün boş işlerle uğraşma ya da uğraştırılma, hedef saptırılma günü değildir. Nihat Bey ve onun gibiler, üç beş kuruş uğruna hayatlarını sürdürebilmek için, adeta çırpınmışlardır. Bilindiği gibi doğada sürüngenler ve de aşağılık insanlar layık olduğu şekilde sürünmelidir. Organize olamayan, paranın gücünü kullanmayı bilmeyen milletimizin zavallı bireyleri, bu ülkede ne yazık ki sahipsiz ve de perişan olmuşlardır ve de olmaktadırlar. Gidin kenar mahallelere, gidin diğer Türk diyarlarına ve görün gerçeğin çıplak yüzünü... Yine bizim tarihimizde ve anlayışımızda, sadece ve sadece “Karadeniz çırpınmalıydı” Türk insanı çırpınmamalıydı. Oysa bu ülkede, hayatın çilesinden ve yükünden dolayı en çok çırpınanlar Türk insanları değil mi? Ne yazık ki Nihat Bey’de kendisinin olumlu kişiliğine rağmen yoksul düşmüş bir insandı. Zaten bu ülkede Türk milliyetçiliği uğruna çalışan ve mücadele eden kaç kişi zengin olmuştur? Bazı paralı örnekler, gözümüzün önünde akıp gitmektedir. Ey dostlar! Türk’e sadece, malum kişiler düşman değil, en acısı, içimize bir elma kurdu gibi sızıp da, köşe, hatta dört köşe olanlar da, size göre nedir? “Komşusu açken tok yatılması” uygun görülmeyen bir dinin fertleri olduğumuz söylense de, tablo ne yazık ki bu değil midir? Anlamayanlar alsınlar malum kişileri başlarında taşımaya da devam etsinler. Aynı bir hamal gibi... Yeter ki bize ve biz gibilere taşıtmasınlar malum zevatı…
Evet Nihat Bey’i ben yoksul, fakat umutlu, hayatın çilesini çekip, darbesini yemiş ve buna rağmen moralini bozmamaya çalışan bir insan olarak tanıdım. Aklımdaki, düşüncelerimin gerisindeki Nihat Bey, portresi böyledir. Oysa o da belirli bir bilincin içersinden geçen her Türk gibi, belirlemiş olduğu umutları, yüreğinde elbette taşıyordu. Onun umutlarına yazılarımla bir parça soluk, bir parça ışık olabildiysem, bana ne mutlu... Elbette bizlerin ve sizlerin şu süreçte, yani milletimiz üzerindeki olumsuzluk dolu günlerde, ellerimizden başka ne gelebilir ki?
Dostlar! Bu dünya hayatında pek çok şeyi bilebilirsiniz. Pek çok yetenekler, özünüzde var olabilir. Ama unutmayınız ki, bilgileriniz ya da yetenekleriniz eğer, örgütlenmemişse ya da yanlış çizgi ve yollarda örgütlenmişse, bu diyarda nasıl etkili olabilirsiniz? Bu arada, karşınızda da yol ve mesafeyi başka boyutta alan, örgütlenmiş ve gayri millilik sürecinde kanlanan ve beslenen güçlere karşı, yolunuz açık değilse, diyalektiğiniz belirsizse ne yapabilirsiniz? Karşınızdaki olumsuzluğu, bir buz kütlesinin güneş ışığının etkisinde kalıp da, erimesi gibi yok edebilir misiniz? Karşınızdaki olumsuzluğun birleşik cephesini, doğru yolda organize olmuş bir milliyetçi çizgi bulmadan, bu ülkede çözebilir misiniz? Eğer böylesi bir ufuk ya da tablo yoksa önünüze çekilen duvarlara, kafanızın toslaması, düşüncelerinizin ve o düşüncelerdeki umutlarınızın un ufak edilmesi de söz konusu olabilir. Aynen günümüzde olduğu gibi... Böylesi süreçte, yol, hatta kulvar değiştirenler de bulunabilir. Hatta ve hatta bu kulvar değiştirmenin parasal zevkinin doyumuna ulaşıp, ihanet zincirine halka olmayı, gururlanılacak bir meziyet olarak, bu millete lanse edenler de bulunabilir. İşte böylesi olumsuz bir Türkiye gerçeğinde, ben Nihat Bey’i tanıdım. Onunla tanışma miladı kabul ettiğim o tarihten günümüze ise, hafızamda gayretli, gücü yettiğince mücadele eden ve bu bağlamda çalışkan bir Nihat Bey var. Şimdi, şu anda, bu aziz ve yoksul okuyucum, dostum, bu dünyada artık yok. Elbette pek çok Nihat Beyler bu diyarlarda hep var olacaklardır. Onlara ulaşmak kolay mı? Her Nihat Bey, bizim tanıdığımız Nihat Bey olabilir mi? Kimi mafya babası olabilir. Kimi futbolcu olabilir. Kimi yaşlanan şarkıcıların erkeği de olabilir. Fakat bizim tanıdığımız Nihat Bey, bizim gibi bir insandı. Can insandı. İnsan insandı. Tam bir Türk evladıydı. Nihat Beyler, bu ülkede çok büyük şeyler istemiyor. Onların amacı zenginlik, köşe olmak veya buna benzer şeyler değil. Sadece insanca yaşamak! Bu topraklarda gerçek bir Türk gibi, yoksul olmadan, horlanmadan, sürünmeden, aşağılanmadan ve de yok sayılmadan yaşamayı istiyorlar. Bizler, sizler ya da bize milliyetçilik anlamında baş olanlar ne yapıyor ya da yapacaklar? Onları yine bekliyoruz. Fakat nice Nihat Beyler geliyorlar ve de dünya sahnesinden acıyla geçiyorlar... Bu hayatı, bu ülkede düzeltmek, yani Nihat Beyler gibilerin lehine düzeltmek çok mu zor? Yoksa yöntem ve ilkelerde büyük yanlışlıklar mı yapıldı? Bu ülkenin yer altı ve yer üstü kaynakları, her türlü ayni ve nakdi kaynak ve değerleri, biz Türklerin denetiminde ve bilgisinde olması gerekirken, niçin bizim ellerimizde değil? Kimlerin ellerinde? Bu durum, demokratik bir anlayışın ürünü müdür? Böylesi demokrasi doğru mudur? Biz Türkler, kaynaklarımıza gerçek anlamda ne zaman sahip çıkacağız? Bana göre, bizleri yönlendiren milliyetçilerin hedefleri asıl bu olmalıdır? Gerisi, boş yere ve boşlukta süren bir meydan savaşıdır. Daha da ilerisi bir kör dövüşü olmaktan öte gitmemektedir. Haydi arkadaşlar! Bütün bu ülkedeki Türkler, kaynaklarımıza sahip olmak için ve bu ülkeye gerçek anlamda sahip olabilmek için ileri!
Önümüzdeki yerli, yabancı, satılmış, çıkarbazlara dur demeye doğru, gerçekten ama gerçekten ileri! Örgütlenme, modelimizi bu bağlamda oluşturmalıyız. Özellikle bazı elma kurtçuklarının istediği gibi, güneşe karşı balçık olmamalıyız. Bu ülkenin tapusu, mülkiyet ve her şeyi Türk’ün ellerinde olmalıdır. Yoksa eğer, sizlerin kaynaklarını talan edenler, sizlere, atalarınıza ve yarınlarınıza ana avrat küfür etmekten de öte, bu ülkeyi de sizlere ve sizlerin nesillerine de dar edeceklerdir. Aynı Mora yarımadasında olduğu gibi... Aynı Zengezor’da yapıldığı gibi... Aynı Tuna boylarındaki uygulamalar gibi... Uzatın ellerinizi, hep beraber, hep beraber kenetlenelim, yeni bir çıkış, yeni bir Ergenekonla atılalım ileri! Başka çıkar var diyen Türklere de soralım: yolları neymiş ve de öğrenelim. Ne masal istiyoruz. Ne palavra! Gölge etmesinler, başka ihsan ve de lütuf istemiyoruz. Bu ülkedeki, bu toraklardaki tarihsel haklarımızı ve atalarımızın kan bedelini istiyoruz.Uyutuculara diyoruz ki, bize ayak bağı olmayın, yeter!!!


www.ufukotesi.com - 01 / 2006  

ufuk@ufukotesi.com

Ufuk Ötesi Gazetesi'nde yayınlanan yazı, haber ve fotoğraflar kaynak gösterilerek iktibas edilebilir.