Güzel Türkçemizde bazı deyimler vardır ki, olumluluğu ifade eder; bazı deyimler de vardır olumsuzluğu içerir. Yukarıdaki “Yol Geçen Hanı” ifadesi de, gerçekte bir olumsuzluğu içermektedir. Ben bu yazımda, bu başlığı ifade eden, böylesi bir olumsuzluğu ele alacağım. Olumsuzluk diyorum, çünkü pilansız, purogramsız, alt yapısız her türlü faaliyet, sonuç itibariyle uzun vadede olumsuzluğa çağrışım yapar. Bu yazıda, bu ülkenin yarınları adına görüşler üretilmektedir. Türkiye cumhuriyetinin konumu ve yapısı açısından ve ülkemizde son yıllarda yaşadığımız bir gerçeği de kapsayacak şekilde, bu yazı kaleme alınıp, önünüze sunulmuştur.
Evet ‘bugün dünyada, “Yol Geçen Hanı neresidir” derseniz; açık olarak size ‘Türkiye Cumhuriyeti topraklarıdır’ derim. Günümüzün şu anki sürecinde, ‘bu hanın hancısı kimdir’ derseniz? ‘Recep Tayyip Erdoğan denilen bir kişidir’ derim. Bu hancı için, ‘becerikli midir’ diye bir soru yöneltirseniz? Şunu söylemek zorunda kalırım: ‘Hem beceriklidir(!) hem de beceriksizdir’. Becerisi için, ‘neyin becerisidir’ derseniz. Ülkemizi, ‘Yol Geçen Hanına çevirmesi, iç ve dış politika arenasında ilkesiz, gurursuz teslimiyetçi, sorumsuz ve zik zak politikaların sahipliğinden kaynaklanan’ becerisinin (!) olduğunu söyleyebilirim. Yani kısaca beceriksizliğin becerisini özünde taşıyan bir adam portresi size çizebilirim. Böylesi beceriden(!) ‘kim mutludur’ derseniz. Şunları da söylerim: ‘ABD. AB. Ermenistan, Güney Kıbrıs Rum Devleti, Kürtçüler, Talabani, Barzani vb... Evet bu saydıklarım, bu çok ama çok becerikli (!) şahıstan ve yönetiminden oldukça mutludurlar’ diyebilirim. Fakat bu mutluluklar gurubunun içersinde de günümüzde bazı yan çizmeler söz konusu olacaktır ve de oluyor. Bu konuda ABD’nin konumunu ilerideki tarihlerdeki bir yazımızda tahlil edeceğiz. Şimdilik tablonun bu yüzünü belirtmekte fayda vardır. Yine bu doğrultuda, Tayyip Efendi ve ekibinin üç yılda yaptıklarından ‘başka kimler mutlu olabilir ya da olmuştur’ diye bir soru sorarsanız: ‘Numaracı cumhuriyetçiler, liboşlar, içi boşlar, dönekler, Türklük ve Atatürk düşmanları, Türk milletine ve Türk dünyasına düşman olanlar, çok mutlu olmuşlardır’ derim.
İçimizden başka kimler, Recep Tayyip Erdoğan’ın politikalarını becerikli bulabilir? Doğal olarak kozmopolit ve Osmanlıcı yönü ile Türklük karşıtı yüzü iyice açığa çıkmış olanlar... Bu konuda ‘örnek verebilir misiniz’ diye bir soru yöneltirseniz. Elbette, çok kolay olarak şu ismi verebilirim: Ülkemizdeki taşları, 24 Ocak 1980 yılından sonra, sözde ekonomik anlayışta, daha sonra 1983 yılında doğrudan işin başına gelerek, politik anlayışta da oynatan Turgut Özal’ın, konulara benzer açıdan bakan kardeşi Korkut Özal derim. Yani Korkut Efendi, günümüzün ortamında hızlı bir Tayyipçi olarak ekranlarda dört dönmektedir. Bu, ne kadar acı bir tablodur! Bazıları,“Türk milliyetçisiyim” diyerek, yıllardır bu ülkede gezmişler ve her halde onlar ayakları yerlere basmadan gezmişler ki, Özalları ya da benzerlerini tam algılayamamışlar. Adamın kardeşi, bu ülkede cumhurbaşkanı yapıldı ve her şey ellerine teslim edildi ve onlar Türk milliliği aleyhine olanlarla el ele verdiler, tertipler, düzenler ortaya koydular ve tüm bunlar yetmemiş, bu Korkut Özal denilen adam, kardeşlerinin ve kendisinin nasıl zengin olduğunun izahını yapmadan, aklınca bir sürü hedef saptırıcı fikirler üretmekte ve bu fikirlerin topluma pompalanmasına da televizyon kanalları alet olmaktadır. İşte Türk milliyetçilerinin güçsüzlüğü buradadır. Yani bu güçsüzlük, sermaye üzerinde etkisiz kalıp, öz düşüncelerini net ve açık biçimde, ülke ekranlarında Korkut Özal kadar söyleme imkan ve kudretine sahip olamayarak iyice açığa çıkmaktadır. Elbette ülkemiz ve milletimiz üzerindeki, bu uyuşuk günler de geçecektir. Bu saptırılmış, hedefler de ezilecektir. Bu olumsuzlukların, elbette bir gün hesabı sorulacaktır. Bu hesaplar sorulurken, hedef saptıranlar, toplumu yanlış yönlendirenler ve buna alet olanlar da kaçamayacaktır. Onlara, zengin olma kaynaklarının da bu topraklarda hesabı sorulmazsa, Türk milleti perişanlıktan, yoksulluktan da kurtulamayacaktır. Alın size bu düzlemdeki başka bir örnek; bazılarına göre dönme bir ayileden geldiği söylenen ve başörtü takmamasına rağmen, hızlı bir türbancı olarak ortalıkta dolanan Nazlı Ilıcak... Bu kadın da, Recep Tayyip’in politikalarını alkışlamaktadır. Bu düzleme yönelik olarak, daha pek çok örnekler de verilebilir. Onları da, bu ülkede bilenler biliyor. Bilmeyenler varsa gelsinler bize, onları anlatalım. Başka başka örnekleri de kaynaklarıyla delilleriyle, ispatlarıyla ve de Türklük düşüncesine karşı, gizli ya da açık muhalefetleriyle gösterelim...
Biz burada, dört yıla yaklaşan süreçte, yazdığımız yazılarda, kimseye yalvarmadan, kimseden çekinmeden, Türklük onur ve gururunu esas alan bir anlayışla hareket ettik. Bizim Türklük anlayışımız, bazılarını çok rahatsız etti ve halen de etmektedir. Bu şahıslar, hiç umurumuzda değildir. İnsan, düşüncesini yiğitçe savunmalı ve fikrini takiyeye uğratmadan aktarmalıdır. Bu düzlemde, ucuz popülizm yapmadan bu yazıyı da tamamlayacağız. Gelelim günümüzde ülkemizin “Yol Geçen Hanı” olma hikayesine...
6 Kasım 2005 Pazartesi akşamı, Şov ve Sıtar televizyonlarının akşam haberlerinde Somali’den gelmiş olan bazı ayilelerin Ankara’da yokluk içinde, çoluk çocuklarıyla yaşadığı ve hatta burada çocuklarının da doğduğu söylenmektedir. Bu açıdan bakıldığında, Türk milleti insanlığın hamalı mı? Bu ülke, yol geçen hanı yapılıp, her hangi bir yerde ve yolda bulunanlar buralara taşınıyor. Her halde Somalililer de, bu anlayışla bu ülkeye getirilmişler. İlgili televizyonlar da yorum yapan sipikerler, ucuz popülizm yapmışlardır. Ankara’daki Somalilerin yoksulluğundan dem vurup durmuşlardır. Aslında o kanallar, Türk milletinin sırtından paralar kazanırken, bu bağlamda milleti yönlendirirken, niçin yoksul Türklere yardım etmiyorlar? Aslında, yoksul Türklere yardım etmeyen bu kanallar, Somalililere yardım ederler mi? Sonra ekrandaki Somalilileri, bu ülkeye, yani Ankara’ya kim getirmiştir? Niçin getirmiştir? Getirmişlerse niçin bakmıyorlar? Her şeyi gariban ve yoksul Türk milleti mi yapacak? Diyelim ki Somaliler yoksul, yoksul olanlar üreme konusunda niçin zengin oluyorlar? Üremeyi bilen bu insanlar, sonra neden herkese el avuç açıyorlar? Sadece nesillerinin üremesine dayanarak ve üredikten sonra da dilenerek yaşanır mı? Bu nasıl Müslümanlık anlayışıdır? Yoksul ol! Neslin artsın ve o nesillere birisi baksın! Bu olur mu? Türk milleti, bu ülkede adeta süründürülen bazı Türklere yardım yapabiliyor mu? Azerbaycan’daki perişan haldeki kaçgınlara, başka diyarlardaki sürgün Ahıskalılara, yoksul Kırım Türklerine, Gagavuzlara, Balkanlardaki Türklere yardım yapabiliyor mu? Örneğin Romanya’daki Başpınar köyünün nerede olduğunu, bu ülkedeki Türkler biliyor mu? Bilmiyorlarsa niçin bilmiyorlar? Birileri yakın tarihimizde, özellikle o insanları ve o insanların coğrafyasını ve o coğrafyadaki gerçekleri unutalım diye mi gayret etti? Yine bu ülkede, özellikle ülkemizin Doğu ve Güneydoğu bölgesinde başka bir etnik adla yabancılar tarafından lanse edilen ve yıllardır üzerlerinde siyasi sipekülasyonlar yapılan vatandaşlarımızın yoksul olanlarının da, Somalililer kadar hakları yok mu? Yoksul bölgelerdeki, Ağrı’daki, Muş’taki, Bingöl’deki insanların haklarının da Somali’den getirilenlere peşkeş çekilmesi uygun mu? Böylesine yoksul ve de siyasi anlamda işlenmeye yönelik olarak müsayit duruma düşürülen Doğu ve Güneydoğu’daki insanların çocuklarının da, Kürtçülüğe kayması kolaylaşmaz mı? Kısaca açık ve seçik, kıvırmadan, delikanlıca söylüyorum. Biz bu ülkede açlarımızı doyurabiliyor muyuz? Bu bağlamda ve bu düzlemde, bu nedenlerden dolayı, ülkemizde başka açlar istiyor muyuz? Yine bu bağlamda, taşıma suyla değirmenin elbette dönmediğini bilenlerdeniz. Buna göre de, başka başka açların, bu ülkede ilerideki süreçlerde yapacakları olumsuzlukları da yaşamak istemiyoruz. Somalililer gibi bu çeşit insanların bu ülkeye getirilmesine ön ayak alanların, hesap vermesini istiyoruz. Bu hesap vermesi gerekip de, her zaman belirli noktalara gizlenen ve saklananlar yüzünden, Türk milleti, asırlardır ıstıraplar çekiyor. Ülke dışından bu ülkeye getirtilenlerin çoğu, bu ülkeye nankörlük etmedi mi? Bunlardan bir kısmı özellikle Türk milliyetçiliğine ve Türklüğe düşman olmadılar mı? Halen de olmuyorlar mı?
Elbette herkes için bu söylemi, kullanmak istemiyorum. Fakat böylesi guruplar içersinden bir kişinin çıkması dahi, son derece acı oluyor. Belki Türk milletinin çoğu, bu konumun gerçeğini, analitik anlamda halen algılamış değildir. Fakat bizler gibi olanlar, bu gerçeği görüp, tarihe ve günümüze bakarak, çok kolay düşünceler üretebiliyoruz. Bu konuya yönelik olarak elimizde, çok sayıda kötü örnekler vardır. Bunları istenildiği anda da, deklere edebiliriz. Fakat her geçen gün, böylesi örneklerin çoğalmaması dileğimizdir. Yine bu çeşit örneklerin, düşman oldukları merkezi düşüncenin yuvasında, Türk milliyetçiliği gerçeği olduğunu da buradan açıklıyoruz. Onlar bu gerçeği, kendi konumlarına göre hareket ederek oluşturuyorlar. Fakat unutmasınlar ki, bu ülkede yerleştikleri topraklar ve kaynaklar Türk milletinindir. Bu topraklara ve bu kaynaklara ve bunların sahiplerine ihanet edilmesi de insanlık adına ve Türklük adına, son derece ıstırap verici bir durumdur. Bunu anlayan bizler için, ıstırap iki katı artmaktadır. Öylesine artmaktadır ki, bizler yabancılara ülkemizde verilen kaynakları, yoksul Türk insanın var olan kaynaklarının peşkeş çekilmesi olarak gördüğümüzden ve bu konumdaki Türklerin ve çocuklarının bu topraklarda sürünmesi ya da süründürülmesi gerçeğini de gördükçe, rahatsızlığımız daha da pekişmektedir.
Somalililerin ya da benzerlerinin daha mutlu, daha müreffeh yaşaması ya da yaşatılması için yetmiş milyonluk yoksul bir Türkiye yerine, birkaç milyonluk, Kuveyt’e, daha az nüfuslu, Katar’a, Bahreyn’e, BAE’ne, Dubayiye taşınmasını ve yollanmasını teklif ediyoruz. Olması gereken de, insan hakları adına ve Müslümanlık adına da budur. Çünkü saydığımız ülkeler, hem Müslüman nüfusa sahip, hem de müreffeh yapıları mevcut ve üstelik nüfusları da başka Müslüman nüfusları da besleyebilecek kudrettedir. Bu teklifimize dikkate almayanlar, hem ülkemizde sürünen Somalililere ihanet ediyorlar; hem de ülkemizin yoksul çocuklarına hayinlik yapıyorlar. Bu anlamda, yoksul olan Sivas, Yozgat, Çankırı, Giresun, Erzurum ve Diyarbakır vb. yerlerdeki köylülerin hakkını, bu ülkenin gerçeği adına savunmamız lazımdır. Ülkemizin ekonomik gerçeği ile doğruluk düzlemi, objektif düşünce ve yurttaş olma bilinci de bunu gerektirir. Bu ülkede, yabancılar anlamında sadece Somalililer yoktur. Uyuşturucu pazarlayan Nijeryalılar, polis kayıtlarında mevcut değil midir? En son medyaya intikal eden, yakılmış yılan balığının yanında uyuşturucu koyarak, gümrükten geçirme eyleminde zenciler yok mudur? Başka başka ülkelerden gelen zenciler İstanbul’da hangi yeteneklerini (!) kullanarak yaşıyorlar? Bu özel yeteneklerini (!) kullandırılmasına imkan sağlayan ev sahipleri ya da iş sahipleri, bu işten yüksek kazanç sağladıkları için mi zencisever oldular? Bu konuda gerçekten iyi bir yazı yazmış olan Savaş Ay gibi, çok az kişi konuya duyarlı olmuştur. Savaş Ay, 2002 yılında 3.000 kaçak zencinin illegal olarak İstanbul’da yaşadığını yazmıştır. Şu anda bu gurubun sayısı kaçtır? Bu insanların bu şekilde, bu şehirde kalması uğruna kimlerin kasaları doluyor? Emniyet yetkilileri uyuyor mu? Savaş Ay, bu zencilerin olumsuz işlerde çalıştıklarını belirtirken, yazısının üzerinden üç yıl geçmiştir. Bu üç yıl boyunca, o olumsuz işler ve ilişkiler düzelmiş midir? Sihirli ellere sahip Recep Tayyip Erdoğan bu sorunu da çözmüş müdür(?) Bu ülkenin, en az on milyon işsizi varken, Afrika’dan elini kolunu sallayarak ülkemize gelen ya da getirilen pek çok zenci kökenli, illegal olarak İstanbul’da kalarak, pazarlarda ya da Eminönü ve benzeri yerlerde işportacılık yapmıyor mu? Siz önce bu ülkede yaşayan, vergi veren, askere giden insanlara, iş üretmek zorundasınız. Kendi insanınıza kaynak üretemeden, başkalarına kaynak veremezsiniz. Verirseniz ya da göz yumarsanız, kendi insanınıza ihanet etmiş olursunuz. Üstelik bu Afrikalılardan bazıları Hıristiyanmış ve Pazar günleri İstanbul’da ibadet için aralarında Kilise arayanları da varmış... Türkiye’de Türk milletine uzak duran sermaye sahiplerinden bazıları, şimdilerde yüksek düzeyde zencisever olmuşlar ve bu tabloyu televizyon ekranlarında, pek çok dizilerde, reklamlarda, müzik yayınlarında zencilere iş üreterek göstermektedirler. Halbuki bu ülkenin on milyon küsur insanı, iş bulmak için çırpınırken, bu uğurlarda her şeyi yaparken. Bu ülkede bu milyonlar adına iş üretmeyen kuruluşları, sizde özellikle takip edin! Gerekirse tüketim ekonominize sokmayarak, etkisiz kılın! Niçin? Kendi geleceğiniz ve çocuklarınızın geleceği adına, iş bulabilmeniz ve kaynaklara ulaşabilmeniz adına purotesto ediniz. Çünkü bu ülkenin kaynakları, malumunuz çok geniş değildir, bilakis sınırlıdır. Kendi paranızla, geleceğinizin olumsuzluk zincirlerinin halkalarını çoğaltmayınız. Elbette bu tablo, sadece zencilerle bitmiyor. Onlarla sınırlı kalmıyor. Bakınız Urfa’ya ve diyorlar ki, “İsrayil kökenli Yahudi sermayesi orada ne arıyor?” Ya Alanya’ya Almanlar niçin yerleşiyor ya da yerleştiriliyor? Bunların Türklüğe ve Türk milliyetçiliğine artı değer getireceğine, inan var mı? Peki Türklüğe artı değer getirmeyenler, eksi değer getirirlerse ne olur? Ayrıca, Beşiktaş ve benzeri semtlerde dolaşan Filipinliler, nerede çalışıyor ya da çalıştırılıyor? Bu ülkede onların yaptığını, yapacak kadınlar yok mudur? Ülkemizde İngilizcenin her geçen gün dozajı arttırılırken, yurt dışından İngilizce öğretmeni getirilmesi de kaçınılmaz olmaktadır. Bu ülkenin kaynağı, bu kadar çok mudur? Ayrıca ülkemizde, öğrencilerin hepsinin İngilizce öğrenmesi gerekli midir? Bu ülke eski bir sömürgemidir ya da İngiliz kolonisi midir? Evet İngilizce dili adına, ülkemizden ekmek yiyen Anglo-Sakson ya da başka kökenliler yok mudur? Aksaray’da Romanyalı işçiler, Moldavyalı hizmetçiler; Laleli’de Rus ve Ukraynalı kadınlar yetmedi mi? Hatta Japonlar, Çinliler ve diğerleri de, bu ülkede ne yapıyor? Bu konuda “İthal belalar” ya da “Bizimkiler Yetmedi...” diye başlık atan ya da haber veren gazeteler kimlerindi? İşte, karşınızda yol geçen hanı. Hancı Tayyib’in idare ettiği han, bu handır. AB’nin iyice çorba etmeye çalıştığı han da, bu handır. Bizlerin de görevi şudur: bu hanın bizim olduğu gerçeğini her yerde ve her ortamda haykırıp, buranın gerçek sahibinin olduğumuzu hatırlamak ve hatırlatmaktır. Bu anlamda diyoruz ki: hanı işletenler, kullananlar, el altından ya da üstünden satmaya çalışanlar çekiliniz! Bu hanı, sahiplerine bırakınız! Demokrasi ve adalet de bunu gerektirir...
|