Tarih Bilinci

 

Rasim Giresunlu  

“Lobi”ler ve “Lobiciler”


Şimdi siyasetin yakın tarihinin derinliklerinden günümüz sürecine doğru taşınalım ve de futbola doğru koşalım. Recep Tayyip Erdoğan hükümetinin en başarısız bakanlarından birisi hiç şüphe yok ki, Mehmet Ali Şahin’dir. Bu başarısızlık el attığı kurumun neredeyse bütün bir gövdesinden tıkırtı halinde değil; patırtı halinde deprem gibi gelmektedir. Adam, ülkemizde siporla ilgili bakanlığın başına geldi geleli, federasyonların, siporcuların başına gelmedik kalmadı

Pek çok millette olduğu gibi; elbette bizde de bazı kelimeler, yaban ellerden beyinlerimize ve sözcük dağarcığımıza taşınmıştır. Bu sözcüklerin, ülkemizdeki kullanımının yaygınlaşmasının oranı, son yıllarda iyice artmıştır. Örneğin, Argüman, paradikma, konsensus, absürd, gılobal, pirezidınt, fifti fifti, okey vb. Şu an için bu sözcükler ya da bunları sürekli kullananlar hakkında Türkçesi yetersiz ya da bazılarının söylediği gibi de bu alanda, Türk dilinin muhteviyatı yetersiz demeyeceğiz. Türk dili elbette yeterli. Bu konuda; başkan, yarı yarıya, tasarım, saçma, küreselci, evet-tamam uyum vb. kelimeleri, Türkçenin gündeme sokabilme birikimi ve alt yapısı da vardır.
Bizim bu yazımızda, özellikle lobi kelimesini almamızdaki amaç, bu kelimenin bilhassa bazı organize faaliyetlerle ilgili olarak çağrışım yapmış olmasıyla ilgilidir. O nedenle bizim bu kelimeyi tercih etmemizin ana gerekçesi bu durum olmuştur diyebiliriz. Bu kelimeye yönelik olarak aklımıza hemen gelenler de şu şekildedir: Amerika’daki Ermeni lobisi, Rum lobisi, Fıransa’daki Ermeni lobisi vs...
Yani, bu bağlamda ülkemizdeki özellikle bireysel lobi sahipleri hakkında bir yazıyı kaleme alalım dedik. Ülkemizde de size göre de; pek çok kurumun, kuruluşun, teşkilatın ve kişilerin lobileri vardır. Bana göre de; bir İnönü ayilesinin, bir Özal ayilesinin ve hatta Recep Tayyip Erdoğan’ın dahi lobileri, şakşakçıları, yağcıları ve de yağdanlıkları var. Bunlardan özellikle bir kısmı vıcık vıcık yağ ve çıkar kokmaktadırlar. Biz bu yazımızda, onların lobileri üzerinde de durabilirdik ama, şu an için bu düşüncemizi geri pilana aldık ve siyasetin doğrudan içinde hareket etmekten başka, onun dışından içersine doğru hareket etmeye de gayret ettik.
Şimdi siyasetin yakın tarihinin derinliklerinden günümüz sürecine doğru taşınalım ve de futbola doğru koşalım. Recep Tayyip Erdoğan hükümetinin en başarısız bakanlarından birisi hiç şüphe yok ki, Mehmet Ali Şahin’dir. Bu başarısızlık el attığı kurumun neredeyse bütün bir gövdesinden tıkırtı halinde değil; patırtı halinde deprem gibi gelmektedir. Adam, ülkemizde siporla ilgili bakanlığın başına geldi geleli, federasyonların, siporcuların başına gelmedik kalmadı. Onun döneminde, şikeler, dopingler aldı başını gidiyor. Nereye kadar? Futboldan, haltere ve atletizme kadar... Beğenmedikleri Ecevit’in son hükümetinin siporda yakalamış olduğu hangi başarıyı bu hükümet yakalayabildi? İşte görüyoruz, futbolda ne duruma geldik? Son Dünya kupasının, kapısının dışında kalmadık mı? Avrupa’daki takımlara yönelik olan şampiyonluklar da Galatasaray’dan sonra, Fenerbahçe ve Beşiktaş’ta mı büyük başarılara imza attılar(!) Yoksa bu takımların, başta Galatasaray olmak üzere, Recep Tayyip Erdoğan’ın hükümetine karşı bir kasıtları mı var ki, Dünyada ve Avrupa da hiçbir başarıya imza atamıyorlar? Sahi bu arada, halterdeki yıldızlarımız niçin söndürüldü? Örneğin haltercilerimizin doping durumu, kıronik anlamda niçin sadece bu hükümet döneminde yaygınlaştı? Bu bir virüs mü, bulaşıcı hastalık mı ki? Yoksa dopingli halterciler de mi bu hükümete karşı bir tutum içersindeler? O nedenle mi doping yapıyorlar? Atletizm tarihimiz için adeta bir sembol gibi ortaya çıkarılan Süreyya Ayhan’a da mı nazar değdi? Neyse geçelim bunları. Recep Tayyip’in başarısız bakanı, Mehmet Ali Şahin, bu hükümetin yıldızı olmaya devam etsin. Fakat ne yazık ki, olan“Türk siporuna” oluyor. Gerçi biliyorum, şunu diyeceksiniz: “Recep Tayyip Erdoğan’ın ‘Türklük’ diye bir anlayışı var mı?” “Türkiyeli” diye bir şey tutturuyor. O kendisini “Türkiyeli” diye adlandırabilir. Fakat bu milleti bıraksın! Türk’ün yakasından düşsün! Deniz Baykal kadar, “Türk” demeyi de öğrensin! Bu ülkede, bu diyarda kimse, ama kimse Türk’e Türklüğünü unutturamaz! Yine diyorum: kimse, ama kimse Türk’ü Türklüğünden vaz geçiremez! Vaz geçenler varsa, işte kapı ve diyoruz: “anca gidersin” ve inanıyoruz ki, eninde sonunda bu millet bazılarını bu ülkeden elbette süpürecektir! Günümüzde Türk, Türklük ve buna benzer kelime, kavram ve de değerlerimiz üzerine oyun oynayan, bunları tahrip etmeye çalışan bir sürü asalak, çıkarcı ve seviyesiz kişiler vardır. Bu asalak, çıkarcı ve de seviyesizlere, biz bu ülkeyi dar etmezsek ve dar etmeyi beceremezsek bize yazıklar olsun! O zaman bizlere, bizden gelen nesiller namert demeye hak sahibi olurlar. O zaman atalarımızdan bize taşınan genetik, sosyolojik ve tarihsel birikimler de yok olsun daha iyi. Onurlu, gururlu ve de şerefli bir millet olarak ve bu milletin bir üyesi olarak, bu tarihsel mirası devir aldığımız ülkede, istediğimiz gibi yaşayamıyorsak, büyük önder Mustafa Kemal Atatürk’ün dediği gibi “Bu millet yok olsun daha iyi...” O nedenle, Türklüğün yiğit evlatlarının, bu günleri, bu günlerin süprüntülerini hafızalarına kazımaları gerekmektedir. Hatta ve hatta buna hafızalar da yetmez. Tarihe not düşmek ve o süprüntülerden hesabın en derinini, en keskin şekilde sormak için ne yapılacaksa, tarihe tam anlamıyla canlı canlı kayıt düşmek anlamında yapmalıyız. Tüm bu olumsuzlukları unutmak ancak, yüreği, midesi ve de gönlü geniş olan, bazı olumsuz şahıslara yönelik olabilir. Bizim ne yüreğimiz, ne midemiz ne de başka bir yerimiz geniş değildir. Geniş olanlara da yanımızda, yöremizde yer yoktur. Bu bağlamda, lobilere ve lobicilere bakış açımız da bu perspektiftendir.
HAKAN ŞÜKÜR LOBİSİ
Gelelim Hakan Şükür lobisine. Bunların da kim olduğunu ve nereden kaynaklandıklarını da çoğumuz biliyoruz. Hepimizin dünyaya bakış da ve hayatımızda kendimize has tavırlarımız ve davranışlarımız vardır. Benim de kendi anlayışımda, bazı insanlara karşı bir ısınamama durumum söz konusudur. Hakan Şükür denilen şahıs da, bir türlü ısınamadığım, insanlardan birisi olmuştur. “Niçin derseniz?”Belki o şahsı samimi görmemiş olmamdan veya başka bir şeyden de kaynaklanabilir. Hakan Şükür denilince, medyayı kendi lehine iyi kullanmaya çalışan bir insan tipi gözlerimin önüne geliyor. Galatasaray takımı Avrupa da şampiyon olduğu zaman, o dönemde takımın kaptanı olmamasına rağmen, kupayla en çok görünmek isteyen ve poz vermeye çalışan ve elinden bırakmayan, medyatik bir Hakan Şükür tablosu gözümün önünden hiç gitmez. Oysa o maçlarda pek çok futbolcunun da emeği vardı. Fakat Hakan Şükür, oyun sonrasındaki görüntülere göre, kendisini sürekli merkeze almaya çalışıyordu. Yine Hakan Şükür denilince, takımdaki guruplaşmaların elebaşlarından olduğundan söz edilir... Bunları da geçelim. Hakan Şükür, elbette gol kırallıklarına ismini yazdırmış bir futbolcu. Acaba onda, Metin Oktay’ın çabukluğu ve de Tanju Çolak’ın bitiriciliği var mıydı? Bana göre yoktu. Örneğin Milan takımında ve 25 Kasım 2005’te Fenerbahçe’ye dört gol atan Ukraynalı Şevçenko’nun yeteneği var mıydı? Hakan Şükür’ün istatistiklere ve tarihe düşürülen başarısı, nereden kaynaklanıyordu. O durum, dönemin Galatasaray takımının, Hakan Şükür üzerine top taşıması ile ilgiliydi. Bilhassa bütün sol kanatta dönem dönem oynamış olanlardan; Hakan Ünsal, Ergun Pembe, Hasan Şaş ve Arif Erdem oynadıkları bütün maçlarda, özellikle bu görevi üstlenmişlerdir. Hakan Şükür ise, önünde adam adama oynamayan ve pires yapmayan takımlar karşısında kanatlardan gelen toplarda başarılı olabilmiştir. Fakat önündeki defanslar koordineli olduğu zaman, sadece işi görüntüyle kurtarmaya ve bunu da asist hikayesiyle geçiştirmeye çalıştıran bir futbolcu olarak görülmüştür. Evet o dönemin Galatasaray takımının oyun anlayışında, sürekli kendisini beslemesi ve Türkiye ligindeki çoğu kulübünün de, dört büyükler olarak açıklananlara göre, belirli seviye ve kalitede futbol oynaması, Hakan Şükür olayını yaratmıştır. Madem Hakan Şükür iyi golcüydü, niçin “Torino”ya gittiğinde verimli olamadı. Neden, o dönemde basın kendisine “Torinolu Şaban” dedi? Sonraları da “İnter”e gitmedi mi? Gitti. Orada kaç maç oynadı ve oynadığı maçlar da kaç gol atabildi? “İnter”den de yolcu olunca, soluğu İngiltere’de almadı mı? Aldı. Orada ne yaptı? Onu da biliyoruz. Oysa pek çok oyuncu kendi ülkesi dışında başarılara imzalar atmıştır. Napoli’de Maradona, Milan’da Şevçenko, Galatasaray’da Hagi bunlara en iyi örneklerdir. Hakan Şükür madem yetenekliydi, niçin bu başarısını yurt dışında gösterememişti? Sonra Fatih Terim sayesinde tekrar Galatasaray’a getirildi. Örneğin bu sezon Ümit Karan’ın ve Necati’nin gölgesinde değil miydi? Bu iki futbolcu da, formalarını söke söke almadılar mı? Oysa, Galatasaray’da bile her şey Hakan Şükür üzerine kuruluyor. Eğer Ümit Karan, golleri atmasaydı, Galatasaray takımında forma bulabilecek miydi? Aynı şekilde Necati bulabilecek miydi? Hakan Şükür ise doğru dürüst gol atmasa dahi, formayı kolaylıkla bulmuyor mu? Üstelik Galatasaray’da bu sezon onun için üçlü forvet anlayışına geçmediler mi? Ne kadar güçlü bir lobisi var ki, doğru dürüst kimse ses çıkaramıyor. Sadece Hakan Şükür oynasın, sahada gezinsin ve de bulunsun da ne olursa olsun! Bu anlayış, 2002 Dünya Kupasında da Şenol Güneş tarafından Türk milli takımında da işletilmedi mi? O dönemin milli takımında, Hakan Şükür, bütün maçlarda ilk on bir de yer bulmadı mı? O dönemin gerçek yıldızları olan, İlhan Mansız, Yıldıray ve Nihat dahi arada bir yedek bırakılırken, Hakan Şükür, niçin yedek bırakılmamıştı? Üstelik Hakan Şükür, sahada genelde top bekleyen ve oyuna serilik anlamında az katılan bir oyuncu değil miydi? Öyleyse seri oyun oynayan Birezilya ile hareketli bir takım olan Senegal karşısında şansı var mıydı ki? 2002 Dünya kupasındaki kadro, özellikle Birezilya maçlarında Hakan Şükür olmasa ve Şenol Güneş takımı cesaret anlamında motive edebilseydi; inanıyorum ki, Birezilya engelini geçmemiz diye bir sorun da bana göre kalmayacaktı. Çünkü o günkü milli takım, yine inancıma göre, Birezilya’yı geçebilecek ve de Dünya Şampiyonu dahi olabilecek bir kadroya sahipti. Fakat tarihinde, Dünya kupasında ilk kez üçüncülük almış bir takımın bu konumu, sevinç ve mutluluk ortamında, elbette eleştirilmedi ve de Şenol Güneş bu durumdan kolaylıkla sıyrılabildi. Hatırlarsınız, yine orada yedi maç yapan milli takımın bütün maçlarında oynayan Hakan Şükür ancak ve ancak İlhan Mansız’ın hazırladığı bir pozisyonda bir gol bulabilmişti. Ya İtalya milli takımının golcüsü Viyeri, ya İspanya milli takımının golcüsü Raul, kaç gol attı biliyor musunuz? Elbette bunlar üç dört golden az atmadılar. Üstelik gerek İtalya ve gerekse İspanya o kupada üç-dört maçtan öteye de gidemediler. Tablo bu, yedi maçta oynayan Hakan Şükür ve bir gol ve söylediğimiz yabancı isimler... Bir başka tablo da, Türk milli takımına en çok çağrılan santraforlardan birisi olan Hakan Şükür ve diğerleri üzerinedir. Acaba Hakan Şükür oynadığı maç başına, milli takımda kaç gol atmıştır? Ya Metin Oktay’ın oynadığı maç başına kaç gol düşüyor? Bunlar hesap edildi mi? Ülkemizde bir Hakan Şükür gerçeği vardır. Arkasındaki lobisiyle... Ersun Yenal denilen şahsın görevden alınmasındaki ana faktörlerden birisinin de Hakan Şükür lobisi olduğu söyleniyor. Fatih Terim göreve geliyor; Hakan Şükür takıma çağrılıyor. Örneğin Galatasaray’da bu sezon şu ana kadar en çok gol atan oyuncu olan Ümit Karan Türk milli takımına çağrılmıyor. Türk milli takımını İsviçre maçı öncesindeki maçlarda, attığı birer golle, zar zor bir şekilde Beşiktaşlı futbolcu Tümer kurtarıyordu. Türk milli takımının gol makinesi olarak düşünülen Hakan Şükür ne yapıyordu? Ya sahada geziniyor ya da ayağına top gelince kaybediyor veya asist yapmaya çalışıyordu. O maçları izlerseniz, bu konudaki durum ve ahvali açık bir şekilde görebilirsiniz. Nihayet İsviçre maçları geliyor ve orada da ilk maçta yine Hakan Şükür sahada geziniyor ve Fatih Terim’in tek adamlı, yani Hakan Şükür merkezli golcüyü takımda tutması anlayışının da verdiği yaklaşımla iki tane gol de yenilerek Türkiye’ye dönülüyor. Fatih Terim, İstanbul’da ise Hakan Şükür’ün yanına, Tuncay, Necati, Serhat ve diğer gole yakın isimleri koyuyor. Elbette çok sayıda pozisyon oluyor, gol de geliyor ve Türk milli takımı bu açık oyunu sayesinde dört gol atıyor ve bu arada sürekli gol atma telaşındaki milli takım, defansta bolca açıklar veriyor; iki gol de yiyor ve dünya kupasına katılma umutları suya düşüyor. Maçta Hakan Şükür, kendisinin oyununu sitilini bilen Ergun Pembe’nin ortasıyla bir gol de buluyor. O gol ve asistleri bazılarının gözünde Hakan Şükür’ü kurtarıyor. Bu gol, aslında aysbergin su üzerindeki kısmını göre gözleri tatmin ediyor. Bu ülkede bozuk pilak gibi çalan ve milletin yakasından bir türlü düşmemeye çalışan Süleyman Demirel gerçeği varsa; milli takımda da böyle bir Hakan Şükür gerçeği ve lobisi var. Lobi belki Hakan Şükür’ü kurtarıyor ama; milli takımın Fenerbahçe kulübünün sahasında Dünya Kupasına katılma umudunu kurtaramıyor. Orada düştüğü bataklıktan kurtulmaya çalışan Fatih Terim ise, adeta debeleniyor. Bu debelenme de yok hakemler, yok bilmem ne gerekçelerinin altına sığınmaya çalışıyor. Belki de, kendisini böyle kurtaracağına inanıyor! Her şeyden aklansa bile, İsviçre’de ve öncesindeki maçlarda Hakan Şükür merkezli oynattığı takım doğru muydu? Beşiktaşlı Tümer’in atmış olduğu gollerin maçları kurtarması, her halde Fatih Terim’e bir türlü ders vermemiş olmalı ya da Hakan Şükür lobisi baskın çıkmış olmalı ki, onsuz takımı kuramıyordu. Akıl almıyor. Bu ülkede, şu an için Ümit Karan, Fatih Tekke ve daha başka dinamik, seri ve hareketli oyuncular ile Almanya’daki Nuri Şahin adlı genç golcü yıldız gerçeği yok muydu? Ama bir de Ersun Yenal’ın başını yiyen lobi vardı. Ah o lobiler! Bizler neler çektik ve de çekiyoruz. Dışarıda Ermeni lobisi, Yunan lobisi ya içeride bilmem ne lobisi. Ya diğerleri, yazımızın başında söylediklerimiz yani: İnönü lobisi, Özal lobisi, Recep Tayyip Erdoğan lobisi, ve diğer lobiler... Bunları sakın ha, otel lobisiyle de karıştırmayın! İnşallah diğer olumsuz lobilere de başka zamanlarda sıra gelir...
Sonuç itibariyle, bazı kafalar şöyle düşünebilir. “Be adam! Sana mı kalmış futbol ya da futbolcu.” Elbette bana kalmış. Niçin? Bu işte bu milletin soyuna, köküne yönelik adı kullanılıyorsa, bu adın içersinde Türk geçiyorsa ve bu Türk milli takımı göz göre göre gümbürtüye gidiyorsa, bir Türk olarak bu konuda da, fikir ve düşünce üretmek, elbette bana ve benim gibilere kalmıştır ve de kalmalıdır. Bizler, bu kavramlar, yani “Türklük” üzerine yaşadık, yaşıyoruz ve de yaşayacağız. Yazının başlarında dediğim gibi, bu ülkede üç beş organize olmuş asalak, çıkarcı ve benzerleri şu an için köşeleri, koridorları tutmuş olabilir ve de en yüksek perdeden palavralarını sıkabilirler. Bunlara yakın güçler dahi, Türklüğün içine doğru sızmış ya da sızdırılmış da olabilir. Tüm bu olumsuzluklara rağmen, ayakta kalıp direneceğiz. Ne korkunun eceli önlemeye faydası; ne de ecelin korkuyu dinlemeye ihtiyacı vardır. Öyleyse yiğit insan yiğitçe ölür; it insan ise itçe ölür. Herkesin ve herkesimdeki bir sürü cahili cühelanın, bu ülkede tarih ve tarih bilinci üzerine fikir yürüttüğü şu günlerde, bizim de Türk milli takımının başarısızlığı üzerine fikir yürütüp, düşünce üretmemiz elbette çok doğaldır. Bizim için amaç; sadece maç değildir. maç ise hiç bir zaman amaç değildir. Fakat varlığımızın özünde yer alan, fikrimizin temel dayanak ve çıkış noktası olan “Türk” kavramı ve şuuru, “Türk milli takımı” diye işleniyorsa, bu da yanlış ve güdümlü bir şekilde işletiliyorsa o zaman bizim için amaç sadece maç ve maç ise amaç olabilir. Neye göre; o anki Türk milli takımının konumu ve oyununa göre… İşte bu perspektiften yazımız kaleme alınmıştır. Bazılarının Türk milli takımının adını, şerefini kullanırken dikkat etmesi lazımdır. Yoksa Türklük dışındaki maçları, faaliyetleri beni elbette bir yere kadar ilgilendirir. Fakat dediğim gibi bir Türk olarak, Türk adının taşındığı her şey, elbette her zaman beni ve benim gibileri ilgilendirir ve de ilgilendirecektir. Öyle biline...


www.ufukotesi.com - 12 / 2005  

ufuk@ufukotesi.com

Ufuk Ötesi Gazetesi'nde yayınlanan yazı, haber ve fotoğraflar kaynak gösterilerek iktibas edilebilir.