Köşe Taşı

 

Prof Dr. Ali Osman Özcan  

Görümlük Görüntüler


Görümlük görüntü ve duyumluk sesler evreninde yaşamaktayız. Bu görüntü ve sesler dünyasının kuram ve kavramları da başka. Hele ikisi birlikte iken ortaya çıkan ilişki bağlamları da öyle yanıltıcı ki. Görümlük görüntü dünyasının söylemsel oluşumları da canlı değil. İleri sürüp kabul ettirmek istediği ideoloji de alışıldık bir ideoloji değil. Televizyon, bilgisayar ve cep telefonu dünyasındaki olay ve olguların dayatmalarıyla bir başka evrene atıldığımız da bir gerçek.

Televizyon, bilgisayar ekranı denilen ayna, bilinen ayna değil. Bu aynada kendimizi görmek mümkün değil. Alınan bilgiler de bambaşka renkte.
Görümlük görüntüler, tadımlık yiyeceklere benziyor. Ne doyuruyor, ne açlık gideriyor. Ağzımıza bir bal çalıp bizden hemen uzaklaşıyor. Takip etmek imkânsız. Nereye kaçtığı, nasıl gizlendiği hakkında hiçbir bilgi yok. Duyumluk sesleri dinlemek için bir tuşa basmak kâfi. Telefonun öbür tarafındakini görseniz de görmeseniz de gelen ses metalik bir ses. Görülen görüntülerin ve duyulan seslerin asıllarına dokunma olanağınız yok. Varlıkları veya yoklukları konusunda karar vermeniz çok zor. Dokunup koklamanız veya tatmanıza asla izin verilmez. Onları deneyimlemeniz, ancak görümlük görüntü ve duyumluk sesler aracılığıyladır. Bu evren işte böyle bir evrendir. Görülüp işitilen şeyler. Sanal bir evrenden ulaşan şeylerdir. Bu evren iki duyu organı olan insana hitap ediyor. Medya denilen bu evrenin insanı sadece gözü ve kulağı olan insana kendi kapılarını açıyor.
Bu sanal evren, herkese “daha daha, daha fazla daha fazla” dedirtecek kadar etkilidir. Bu evrende yoksulun, sefilin acı ve ıstırapları, zenginin can sıkıntısından farksızmış gibi sunulur. Zenginlerin ağlamalarıyla akıl ipliğini koparanlar aynı terazide tartılarak raflara yerleştirilir. Görümlük görüntü evrenindeki terazi, insanlık terazisine hiç benzemez. Terazinin kefesine daima parmak atılır. Görümlük görüntü ve duyumluk sözlerle insanların zihinlerini yönlendiren medyanın kavramsal, kuramsal ve pratik yapısı, insanlık tarihinde hiç bu kadar etkili olmamıştır. Bu medyatik evren, kendine özgülük ve özgüllüğüyle oluşturduğu söylemlerle zihinlere mesajlar göndererek masajlar yapma alışkanlığından vazgeçecek de değildir.
Görümlük görüntü ve duyumluk sesler evreni, kendinden önceki kültürel evreni istila etmiştir. Bu istila geçici bir istila da değildir. Önceki kültürel evrenin üzerine öyle bir çullanmıştır ki, onun nesi var, nesi yoksa her şeyini tüketmeye başlamıştır. Bir tüketim çılgınlığına “Daha! Daha!” diyerek alkışlarla tempo tutmaktadır. Önceki kültürün her şeyini pazara çıkarıp satmaktan öyle mutlu olmaktadır ki. İnsanların hırs, haset, kin ve nefretlerine öyle hitap etmeyi bilmektedir ki, kimse kendisine “Dur!” diyecek gücü kendisinde bulamamaktadır. Yüzyıl öncesinin tüm değerleri, bu sanal evrenin istilacı değerlerinin ayakları altında can çekişmektedir.” Tüket, tüket” çığlıkları kitleleri öyle sarmıştır ki…
Görümlük görüntüler ve duyumluk seslerle olan yaşantıların bilgi için kavram üretemeyeceği kesin iken, bu evrenin varsayımlarına meydan okuduğunu ileri süren yaklaşımların onu onayladıkları da görülmektedir. Bu sanal evren, yozlaştırdığı değerlerle de yeni değer ürettiği yanılgısı içinde olduğu halde, sadece kendini seyredip bakanlara hoşça vakit geçirterek gelişmeye ve istilasını kalıcı hale getirmeye muvaffak olmuştur. Gören gözler ise, görümlük görüntü ve duyumluk seslerin sahteliğini fark etmekte, geçici deneyimlere pek ödün vermemekte... Düşünce evreni, algı evreninin egemenliği altına girmekte. Yetişkinlerden çocuk olmaları talep edilmektedir.
Görümlük görüntüler, öyle sıra ve düzen içinde birbirini takip etmektedir ki, görüntü aralıklarının boş olduğunu kimse anlayamamaktadır. İnsanların algılamaları düşüncelerine baskın gelmekte, düşünen insan algısal evrenden sınır dışı edilmektedir. İnsanlardan düşünmeleri değil, kendilerine sunulan görümlük görüntü ve duyumluk sesleri algılamaları istenmektedir. İnsanın düşünme özelliği elinden alınıp yerine algılama bayrağı dikilmiştir. İnsandan bilinçli bir varlık olarak iradesini kullanması yerine, görümlük görüntü ve duyumluk seslerin emrini yerine getiren algısal robotlar gibi davranmalarının daha iyi olacağı iddia edilmektedir. Yaşam iradesinin tam olarak gerçeklenmesi bu evrende yasaktır. Güzel düşüncelerin tüketim pazarında müşterileri yoksa, onların bir değerleri de yoktur. Yaşamın yol dönemeçlerindeki kararsızlıklara, başka kararsızlıklar ilave etmeyen görüntüler ve sesler de bir anlam taşımaz.
Ölgün ve solgun yansımaların bilinci zenginleştirip genişlettiği iddiası, kurmaca ve kurgusal görüntülerle desteklenir durur. İnsanın kendi iç dünyasının yasalarını kendilerinin koyabilmesi özgürlüğüyle savaşılır. Bunun yerine görüntü ve ses evreninin kutsal görevine çağıran sesin peşinden gidilmesi emri verilir. Bu evreni koyungözü ile seyredenler makbul, kartal gözüyle seyredenlerin maktul olduğu haberleri de etrafta dolaşmaktadır. Aptallık aynasından yayılan aptallık kokuları da gitgide dayanılmaz hale gelmektedir.
Özetle şimdiye kadar insanlık tarihinde hiç yaşanıp denenmemiş sanal evrendeki ortama düşmüşüz. Kurtuluş yok. O halde bu evrenden zararla değil, kârla çıkmak için neler yapılabilir? Bu konuda görüş birliğine varılması temenni edilir. Bu sanal evrenden kaçış imkânı olmadığına göre, bu sanal evreni teslim almak için gereken ne ise yapılmalıdır? Bu evreni ortaya çıkaran bilim ve teknolojiden daha ileri bir bilim ve teknoloji üretebilirsek, sorun zaten kendiliğinden çözülmüş olacaktır. Gayret ve sorumluluk bilim adamlarının omuzlarında ve beyinlerine yüklenmiş gibidir. Bu hayali görüntü ve seslerin canlı olduğuna çocuklar gibi kanacak insanların mutsuzluğunun suçu kime ait olacaktır?
Bilim adamlarının çalışmalarını destekleyip, onlar destekçilik yapacak zenginlerin himmetlerine de Türk milleti minnettar olacak ve onları asla unutmayacaktır. Bilinmelidir ki, dünyada keşif ve icatların ancak yüzde beşi üniversite ve yüksek okullarda yapılmıştır. Bunların yüzde doksan beşi üniversite ve akademik alan dışındakiler tarafından gerçekleştirilmiştir. Bu gerçeklikten ders alarak üretilecek proje, plan ve programlarla bilgi ötesi toplum hedefi ülküsüne ulaşabiliriz. Toplumsal ülkülerin toplumsal benlik ve bilincimizi aydınlatan işaret fişekleri olduğu gerçeğini de kabul edelim. Bilim adamlarını da ayaklı öğretici robotlar olarak görmeyelim. Bilim adamı dediğin, bilim tüketicisi ve satıcısı da değil, o üretici, buluşçu ve icatçı özellikleriyle tanınan biridir. Bu tür bilim adamlarının eserlerini kütüphanelerdeki tozlu raflardan indirip onları satır satır okuduktan ve satır aralarını da anladıktan sonra, günümüz bilim ve teknolojisini temel alarak bilim ve teknoloji evrenine sunacak bilim adamları artık çıkın ortaya… Kendinize ve kendi aklınıza güvenmeniz yeter…


www.ufukotesi.com - 12 / 2005  

ufuk@ufukotesi.com

Ufuk Ötesi Gazetesi'nde yayınlanan yazı, haber ve fotoğraflar kaynak gösterilerek iktibas edilebilir.