Dürüst ve samimi bir idareyle daha iyi bir konuma gelebilecekken, uygulanan yanlış ve gayri dürüst siyasetler neticesinde bugünkü duruma geldi.
Türkiyenin bu eksik, aksak, yanlış yönlerini ve politikalarını dikkate aldığımızda yeni bir yapılanmaya gitmesinin zorunlu ve kaçınılmaz olduğu fikrindeyiz. O yüzden Türkiyenin yeniden yapılanmasına dair görüş ve tekliflerimizi kaleme almayı lüzumlu ve faydalı gördük. Tabii ki burada her şeyi yazmış değiliz. Bir makalede detaya girmek hem lüzumsuz, hem de imkansızdır. Biz ana fikirlerle yetindik. Amacımız görüş ve tekliflerimizi yazmakla beraber, esas itibariyle yeniden yapılanmaya dikkati çekmektir. Memleketin istikbali hakkında düşünen, sorumlu ve aktif vatandaşların da bizim gibi fikir ve tekliflerini yazmasını bekleriz. Fikir ve tekliflerimiz devlet ve millet tarafından dikkate alınırsa, daha doğrusu yeniden yapılanmaya dikkati çekerse, amacına ulaşmış olacaktır.
Türkiyenin yeniden yapılanması için gerekli gördüğümüz ana hususlar şunlardır:
1. Türkiye gerçekten laik, çoğulcu demokrat, sosyal bir hukuk devleti olmalıdır. Ancak tatbikatta bunun gerçekten laik (aşırı laik ve hatta dine karşı değil), demokrat (demokratik değil), sosyal (hakikaten) ve bir hukuk devleti (hakikaten) olmalıdır. Böyle olunduğu takdirde Türkiye Orta Asya, Ortadoğu ve Balkan ülkeleri için hem model, hem de her alanda bir cazibe merkezi haline gelir.
Bu meyanda üniversitelerde baş örtüsü yasağı bir an önce kaldırılmalıdır. Zira şu ana kadar Türk devlet ve milletine içeride baş örtüsü yasağı, dışarıda Mecnunvari AB sevdası kadar zarar vermiş iki politika yoktur.
2. Türkiye bağımsız bir devlet olmaya karar vermeli ve bağımsızlık hedefine en geç 10-15 yıl içinde ulaşmayı hedeflemeli ve pilanlamalıdır.
3. Türkiye AB politikasından vazgeçtiğini hemen ilan etmelidir. Türkiye zaten batılıdır. Batılılık veya batılı olmak, Avrupa tarafından noter gibi tasdiklenecek ve tescillenecek bir olgu değildir. Batılı olmak iddiasıyla sürdürülen, ancak batılı değil, baskın şekilde batıcılıkla malul olan politikalardan sarfınazar edilmelidir. Bundan daha fazla batılılık ve batıcılığın sonucu Türklüğün ve Türkiyenin mahvıdır. Eğer böyle giderse, Türkiye sonunda sadece kültürünü, dinini değil, fakat dilini ve devletini de kaybetmek riskiyle karşı karşıya kalacaktır. Tekrar ediyoruz. Eğer böyle giderse...
AB, politikasından vazgeçildiği takdirde Kürt meselesi, mesele olmayacaktır. Çünkü terör örgütleri AB’ye “Türkiyeye şunu dayatın” diyemeyecek, AB de Türkiyeye “şunu yap da öyle gel” diye ısrar edemeyecektir.
Şayet Türkiyenin AB sevdası olmasaydı, şu gün Güneydoğu meselesi bu hale gelmez, Türkiyeyi zorlamazdı.
4. Devlet dış politikada da gerçekten laik olmalıdır. Şu ana dek uygulanan aşırı batıcı, batıdan daha batıcı, aşırı anti doğucu ve aşırı anti üçüncü dünyacı politikalar terk edilmelidir.
5. Türkiye her devletle iyi ilişkiler kurmalıdır. AB sevdasından vazgeçmesi, Türkiyenin batıyla münasebetlerininin bitmesi demek değildir. Sadece bila-kayd ü şart, batıcı (batılı değil) olmaktan vazgeçmesi demektir. Böyle olursa Türkiye sentez ve medeniyetler arasında barış ve iyi ilişkiler kurulmasına yardımcı olabilir. Aksi halde bugünkü vaziyetiyle hiç bir şey yapamaz ve zaten yapamıyor.
6. Türkiye askerî sanayisini bir an önce kurmalıdır. Bu, zannedildiği kadar zor iş değildir. Savaş aletlerini kendi dizayn etmeli, Türkçe adlar koymalıdır (Aslında biz silah ihraç edip para kazanmayı vicdanına yediremeyen bir şahısız. Lakin eninde sonunda silah lazım olduğuna göre bunu yapmamız elzemdir).
7. Türkiye ticari politikasını da değiştirmelidir. Şu ana değin devam ettirilegelen anti laik ve batıcı dış politika yüzünden Türkiyenin ihracatı 3. Dünya devletleri derekesinde kalmıştır. Türkiye dış ticaretinin 4’te üçünden fazlasını, batı dünyasının üyesi olduğu Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Teşkilatı (OECD) ülkeleriyle yapmaktadır. Eğer komşularımızla ticari ilişkilerde bulunsa idik, ihracatımız şu andaki gibi 75 milyar dolar civarında seyreden gülünç bir rakam olmazdı. Bu miktar kadar ihracatı daha dün kurtardığımız Güney Kore, sadece komşusu Çine yapmaktadır.
Komşularımızla ticaret arttığı takdirde onları her yönden etkileyip kendimize bağlayacağımız gibi, doğu ve güneydoğu illerinin iktisadi durumu da düzelecektir. Gaziantep ve Kayseri örnekleri bu yapılanmada dikkate alınmalıdır (Devletin komşularla ticaret yapmamasının sebebi doğu kültüründen ve doğu halklarından kaçmak istemesidir).
8. Devlet vatandaşla barışmalı, kendisini vatandaşa sevdirmeli, ondan vergi almayı bilmelidir. Vatandaş faydalı kural ve kanunlara uyması için ikna edilmelidir. Böyle yapılırsa vasıtalı vergiler de azalır. Şu bir hakikatttir ki, zorla hiç kimseden bir şey alamazsınız, zorla hiç kimseye bir şey yaptıramazsınız.
9. Aşırı laiklikten vazgeçilmeli, İslam dini ve kültürü düşmanlığına son verilmelidir. Dinsiz bir toplum olmaz. Olursa insanları zapt u rapt altına almak zorlaşır, suçlar artar. O zaman şehirler ve kırlar Amerika ve Avrupa şehir ve kırlarında olduğu gibi akşam ezanından sonra sokağa çıkılmaz hale gelir.
10. Kültürde milli ve manevi değerlere yer verilmelidir. Sağlam toplum için manevi değerler çimento vazifesi görmektedir. Bunu zamaneyle telif etmeli, İslam kültüründen kaçılmamalıdır. Eğer kaçılırsa yerini Hıristiyanlık ve batı kültürü dolduracaktır.
Sovyetlerde Türk guruplarının hiç biri İslam kültüründen kaçmamıştır ve onlar kendi kültürlerine Türkiyeden daha sevgili ve saygılıdır. Bu yüzden dünyada da daha saygındırlar. Doğrusu da budur.
11. Türkiye, başta ülkemiz olmak üzere Asya, Avrupa, Afrikanın neresinde olursa olsun kendisine, kendi kültürüne ait mimari, arkeolojik, lisani ve sair eser ve unsurlara alaka göstermeli, onları korumalı, araştırmalı, incelemelidir. Unutmamalı ki Türk kültür ve sanatı az buz bir kültür ve sanat değildir. Yalnız yazılmamış ve işlenmemiştir. Türkiye, İstanbulun ortasındaki İkinci Beyazıt hamamını yıkıma terk edip üzüm yemek için değil, bağıcıyı dövmek için Suudi Arabistandaki eserlerle uğraşmamalıdır. Eğer başta ülkemiz olmak üzere bütün geçmişimize ve eserlerimize sahip çıkarsak, kendimize sevgimiz ve saygımız olsa, kimse bizim eserimizi yıkmaya cesaret edemez.
12. Kültürde milli kültürü temel almalı, kendi kültürünü sevmeli ve aynı zamanda ona saygı duymalıdır.
Böyle olursa Fuzuli cihanın en büyük şairi olur, Yunan sanatından daha büyük ve zengin olan Uygur sanatı yeni Türk ve dünya sanatının öncüsü ve ilham kaynağı vazifesini görür. Hulasa milli eğitim gerçekten milli eğitim olmalıdır.
13. Türkiye yeni bir vatandaş pilanlaması yapmalı ve yeni bir vatandaş politikası tesbit etmelidir. Cep, mide, cinsî zevk üçlemesiyle yetiştirilen vulgar materyalist insan tipinden vazgeçmelidir. Böyle insan yetiştirirseniz bırakınız ülkesini, toplumunu, hatta çocuğunu dahi düşünmeyen, sorumsuz, sadece gemisini kurtaran kaptandır zihniyetinde olan, nereden para alırsa oranın düdüğünü çalan insanlar yetiştirirsiniz ve bugünkü güçlüklere maruz kalırsınız. Halbuki devlet, sorumlu, katılımcı, araştırmacı, aktif vatandaş yetiştirmeye önem vermelidir. Soran, araştıran, tartışan, doğruyu bulmak için fikir ayrılıklarını teşvik eden, aykırı düşünen insanlar yetiştirmelidir. Devletin bizatihi kendisi zevkperest, hedonist, Epikürcü, nemelazımcı felsefeden kurtulmalıdır. Devlet şu ana dek yürüttüğü vatandaşı düşündürmeme, onun başını vulgar materyalist şeylerle meşgul etme ve vatandaştan korkma, ona güvenmeme politikasını terk etmelidir.
14. Bir üst maddede vurguladığımız hususların gerçekleşmesi için yeni bir bilim politikası tesbit ve tatbik edilmelidir. Türkiye Bilimler Akademisi, Azerbaycan Milli İlimler Akademisi örneğindeki gibi bölümlenmeli ve teşkilatlandırılmalıdır. Tabii ki en başta tıp, fizik, kimya, astronomi, elekturonik dallarına yatırım yapılacaktır. Yalnız müsbet bilimlerle beraber ictimai bilimlere de önem verilmelidir. Çünkü ictimai bilimler toplumun kendine güvenini sağlar, onu motive eder ve itici güç rolünü oynar. Bu meyanda Türkolojiye ve Türklüğe ait İngilizce, Fıransızca, Almanca, Rusça, Çince, Japonca ve Macarca eserler ile Türk tarihinin eski devirlerini ilgilendiren Çince, Farsça, Arapça, Ermenice ve Gırekçe eserler bir an evvel Türkçeye çevirtilmelidir. (Sonuncusu TTK’nın işidir). Türk çocuğu daha ilk okuldan itibaren araştırmaya, incelemeye, icada, keşfe yönlendirilmelidir.
Bunun için bilim ve teknoloji araştırma geliştirme bakanlığı kurulmalı, yeteri kadar para ayrılmalıdır.
15. TDK kelime, deyim, etnoğrafik malzeme, folklor değerlerini ve yer adlarını derleme işine yeniden başlamalı, derlemeyi daha geniş bir mikyasta yerine getirmelidir.
16. Halk eğitimine önem verilmelidir. Başta sağlık, tırafik, beslenme, evlilik ilişkileri, çocuk yetiştirme olmak üzere bir çok konuda halk okulları ihdas edilmelidir.
17. Adliye meselesi halledilmelidir. Çabuk karar verilmeli, vatandaş yıllardır süren davalarla meşgul ve mağdur edilmemelidir. Mahkeme sayısı çoğaltılmalıdır. Bunun için adliye personeli arttırılmalı, emekli olan adliye mensuplarının göreve çağrılması tecrübe edilmelidir. Madem ki adalet mülkün temelidir (gerçekten de öyledir), temeli sağlam tutmalıyız (Mülk burada devlet anlamındadır. Merhum Turgut Özalın sandığı gibi özel mülkiyet anlamında değildir).
18. Genel sağlık sigortası hayata geçirilmeli, hastanelerin hasta kabul etmemeleri önlenmelidir. Hastanelerde rehin olaylarına son verilmelidir. Basın kuruluşları da dahil olmak üzere sigortalı işçi çalıştıran bütün müesseselerden sigorta pirimleri tahsil edilmelidir.
19. Türkiyenin belli noktalarında kurulacak tırafik acil yardım ve müdahale merkezleriyle tırafik kazalarına anında müdahale edilmelidir. Tabii ki bunlar helikopterli olacak ve her istasyonda sağlık ekibi haricinde kaynakçı, yangın söndürme ekipleri de bulunacaktır. Mesela Ankara-İstanbul yolundaki tırafik acil yardım ve müdahele merkezi Boluda olmalıdır.
20. Yolsuzluklarla mücadele tavsiyelerle, temennilerle sınırlı kalmamalı, hakikaten kovuşturulmalı, yüksek para ve hapis cezasıyla cezalandırılmalıdır (Bir kaç ay evvel yüksek para ve hapis cezalarıyla tecziye edilen iş adamlarının (!) yakalanıp hapse atılacağından kuşkulu olduğumuzu yazmıştık. Kuşkumuzda haklı çıktık. Hâlâ yakalanıp hapse konulan ve para cezası tahsil edilen kimse yok. Böyle yaparsak yerimizde sayarız).
21. Çıplak dağlar, boş araziler helikopter veya uçaktan tohum atma yöntemiyle ağaçlandırılmalı, yeşillendirilmelidir.
Köy, şehir ve şehirler arası yolların etrafına yöre iklimine uygun, çabuk yetişen ağaçlar dikilmelidir. Her köy kendi bölgesini ağaçlandırsa yeter. Özellikle Karadeniz bölgesindeki eğimli yolların üst kenarına erozyonu ve heyelanı önlemek için toprağı tutan sarmaşık ve benzeri bitkiler dikilmelidir.
Çıplak araziler ve bölgeler için ağaç dikme seferberliği ilan edilmeli, sivil toplum örgütleri devletle iş birliği yaparak ağaçlandırma ve yeşillendirmeyi yerine getirmelidir. Gerektiği takdirde bazı yabani ağaçlar aşılanmalıdır.
Şimdilik bu kadar... Gerekirse devam edeceğiz...
Mezitli ve Pompeipolis olayı : Konstantinopole az kaldı
Ağustos ayının dikkati çeken bir çok vakası içinde bir tanesi daha da manidardı. Bu Mersinin Mezitli beldesinde Ertuğrul Gazi parkının adının Pompeipolise çevrilmesi vakası idi.
Hangi bakımdan bakarsanız bakınız, ibret verici, manidar, vehamet arzeden ve S.O.S. veren bir vaka.
MHP’li başkan zamanında gayri resmi olarak Ertuğrul Gazi adı verilen parkın adı, yeni CHP’li başkanın zamanında 10 CHP’li, 4 MHP’li, 1 AKP’li, toplam 15 meclis üyesinin oy birliğiyle Pompeipolise çevriliyor.
Şayet MHP’liler de gazetelerin yazdığı gibi müsbet oy kullanmışlarsa, durum daha da vehamet arzediyor demektir.
Ülkü Ocakları olaya demokratik tepki koyup tabelayı boyayınca vaka Türkiye gündemine taşınıyor. Tartışmalar alevleniyor. Hadiseden 2 hafta sonra dahi sokak kavgaları kendisini gösteriyor (H. ve O. Tercüman, 3 eylül 2005, 1, 8. s.).
Vakaya gösterilen tepkiler de en az vaka kadar vehamet arzeden sosyo-pisikolojik bir vaka hususiyeti gösteriyor. Hürriyetin “humanizma“, yani Yunan-Latin kültürüyle yetişen “hümanisti“ Özdemir İnce, tam bir Yunan aydını gibi konuşuyor. “Türkiye tekin bir yer değildir“ diyor (Yeniçağ, 29 ağustos 2005, 10. s.). Böylece kendisinin de tekin olmadığını itiraf ediyor. Bir çok yer isminin hâlâ kullanıldığını, Pompeipolis isminin de kullanılmasının doğru ve doğal olduğunu söylüyor. Mantığına göre bütün yer isimleri antik isimleriyle değişebilir.
İşte Türkiye devletinin Yunancı-Latinci eğitim siyasetinin neticesi...
Benzer hadiselere 30-35 senedir şahit olmaktayız. 1970’li yılların başlarında veya ortalarında CHP’li belediye başkanı Selçuk kazasının adının değiştirilip Efes yapılmasını istemişti. 1980’li yıllarda Çanakkalede Hektor ismini alan bir vatandaş vardı. 1998 yazının ortalarında Eskişehirde bir İyonya cemiyeti kurulmuştu. Yakın zamanlarda Fenike dilinde yeni şehir anlamına gelen Khalkedon, Kadıköyün yerine ikame edilmek istenmişti. Şimdi de Pompeipolis geldi. Artık Konstantinopole pek az kaldığını güvenle iddia edebiliriz. Bakalım ne zaman Gırekçe veya İngilizce konuşmaya başlayacağız?
Bir de şunu anlayamıyoruz: Özdemir İnce gibi konuşan aydınlar Yunanistanda, Bulgaristanda, Ermenistanda, Avusturyada, İtalyada var mı acaba? Mesela Bulgar ve Balkan isimleri de Türkçedir. Yunanistan 400 sene Türk hakimiyetinde kaldığı için acaba Türklerden hiç bir şey almamış mıdır? Ermenilerin şahıs isimlerinin pek çoğu Türkçedir. Avusturya, İtalya, Yugoslavya, Romanya, Çekya, Sulovakya, Macaristan, Ukrayna, Rusya, Gürcistan, Ermenistan ülke ve halklarının bazısı 2000, bazısı 1000, bazısı 500 yıl Türk idaresinde kaldı. Oradaki aydınlar da böyle şeyler söylüyorsa mesele yok. Ama böyle söylemediğini Ermenistan, KRY, Yunanistan, Bulgaristan ve sair ülkelerden biliyoruz. Sırf Türkiyeli olduğu için Murat Belgeye 24 nisan 2005’te Erivanda saldırılmadı mı?
AB, ABD, BM; biraz da mezkur ülkelerdeki milliyetçilik hareketlerini törpülese ya...
Son olarak yeni bir tarih ve etnojenez tezi üzerinde düşünmemiz lazım…
(Ağustosta yazılmıştı. Yer yokluğundan şimdi yayınlıyoruz).
|