Tarih Bilinci

 

Rasim Giresunlu  

HANGİ ATTİLA?


Dünya ve Türk tarihinin en büyük liderlerinden birisi olan Büyük Başbuğ Atilla, aynı zamanda Batı Hunlarının da en büyük önderiydi. Onun etkisi, özellikle Orta Avrupa’da yüzlerce yıl sürmüştür. II. Abdülhamit’in tahtan düşürülmesi sonrasında hızla gelişen millileşme sürecinde, bilhassa büyük düşünce adamı Ziya Gökalp’in etkisiyle de, kurum ve insan adlarında Türkleşme sürecinin hız kazandığı da görülmüştür.

Bu Türkleşme olayı, pek çok kuruşlara kadar inebilmiştir. İzmir’in ünlü futbol kulüplerinden olan Altay ve Altınordu, bu dönemde kurulmuş ve adlarını da bu şekilde almış olan kuruluşlardır. Örneğin Çemberlitaş’taki Turan Fotoğrafhanesi de, o dönemde kurulmuş ve adını bu çizgiye göre almıştır. Kuruluşlarda ve şahıs adlarında mesajı olan Türkçe isim takma dönemi, büyük önder Atatürk’ün Türkiye Cumhuriyeti adını verdiği devletle de devam etmiştir. Bu konuya en iyi örneklerden birisi, “Atatürk” adını da kabullenen büyük liderdir. Aynı zamanda Atatürk, pek çok kişiye ad ve soyadı verirken de, güzel Türkçemizi kullanma anlayışından hareket etmiştir. F.Altay,M.E.Bozkurt ve F.Korutürk gibi.kişilere verdiği soyadlarında dahi, bu hedef vardır. Bu duruma, yani Atatürk’ün ad verme konusuna en iyi örnek ise, 19 Mart 1923 günü Tarsus’ta yaşanmıştır. Atatürk, burada iki çocuğun adını değiştirerek, onlara Gazne ve Turan adını koymuştur. Cumhuriyet kurulduğundaki anlayış ve tablo budur. Kim ya da kimler bu tablodan rahatsız olabilir? Türk olan her hangi bir insan, eğer beyni tütsülenmemiş ise, bu durumdan rahatsız olabilir mi? Oluyorsa eğer, o Türk’ün hedefi ve siyasi rengi nedir? Ne yazık ki, bu tablodan rahatsız olanlar elbette olmuştur ve hatta onlardan bazıları, halen bu rahatsızlıklarını özlerinde taşıyarak aramızda da dolaşırlar...Bu yazımızda konumuzu oluşturan şahıs ise, aynı zamanda Mustafa Kemal’in yaşadığı bir dönemde dünyaya gelmiş olan Atilla İlhan’dır. Onun adı da, o yıllardaki Türkleşmenin bir ifadesinin sonucudur. Aynı kız kardeşi Çolphan’a verilen isimde olduğu gibi...O yıllar, bilhassa 1930’lar, “Atilla” adının erkek çocuklarına bolca konulduğu yıllardır. Günümüzde ise Berenlerin, İlaydaların, Alaraların, Aleynaların, Jasminlerin, Melisaların ve benzerlerinin anlamları bilinmeden, anlaşılmadan konulduğu dönem olarak yaşanmaktadır. İşte Atatürk’ten ve de Türklükten ne kadar uzağız ya da ne kadar yakınız? Aynı zamanda bu ad verme konusu, Türkçeden uzaklaşma açısından da, bir ölçü birimi olsa gerekir. ‘Hangi Atilla?’diye koyduğumuz başlığı düşündüğünüzde; ‘Hangi Atatürk?’,‘Hangi Batı?’,’Hangi Sağ?’,’Hangi Sol? gibi kitapların yazarı olan şahsa karşı, bir çeşit vefa borcu, varmış gibi yorumlayanlar da olabilir. Fakat bu başlık, bu niyetle konulmamıştır. Kaldı ki, Atilla İlhan’a karşı, tarihe dönük olarak bir vefa borcumuz da yoktur. Fakat, onun özellikle son yıllardaki çizgisi, Türk insanının bir kesimi adına, önemli soluk alma güzergahlarından birisi olmuştur. Elbette Atilla İlhan’ın hayatı, Türk milliyetçiliği perspektifinden baktığımızda, inişler ve çıkışlar şeklinde görünebilir.Fakat bizim için, Atilla İlhan’ın son durduğu yer, bilhassa emperyalizme karşı olması ve ulusalcılığı savunması açısından, bizim durduğumuz yerden çok uzak değildir.Biz Atilla İlhan’ın bu son duruştaki cephesini ve tavırlarını saygıyla anıyoruz. Bu yazıdaki ‘Hangi Atilla?’ sorusunu, günümüzün iki Atilla’sı üzerinde hareketlendireceğiz. Bu Atilla’ların birincisi Atilla İlhan; ikincisi ise Atilla Koç’tur. Bu Atilla’lardan soyadı ‘İlhan’ olan, ulusal-milli çizgideki duruşuyla, saygımızı kazanmış ve tarihe artık, o kimliğiyle düşmüştür. İkinci Atilla ise, emperyalizme açıktan tavır koyamayan haliyle, Fıransız Kanalı Tv 5’e para verme eylemini savunmasıyla ve ülkemizi her alanda gayri millilik sürecinde götürmeyi marifet sayan R.T.Erdoğan’ın, destekçisi olması ve kamuoyunda sürekli uyumasıyla, gündeme gelen Atilla olarak belirmektedir? Atilla adı, bana göre onun için ağır ve de kaldıramayacağı kadar ulu gelmektedir. Belki de bu yüzden, üzerine ağırlık basıp sürekli uyumaktadır. O nedenle de, kaldırabileceği bir ismi gövdesinde taşıması lazımdır diye düşünüyorum. Temennimiz o şahıs, Atilla adının altında artık daha fazla ezilmesin! Bize uyuyan ve de ulusal olmayan Atilla’lar, gerekli değildir! Bizlere kararlı, mücadeleci ve Türk milliyetçiliğini sapına kadar savunan Atilla’lar lazımdır. Hangi Atilla derseniz? Atilla Koç’lar, Atilla Kıyat’lar bize yaramaz derim! Onların kime yaradığı da malumunuzdur! Bu bağlamda, hangi Atilla milli? Hangi Atilla Türk milliyetçiliğine yakın derseniz; ben günümüzdeki haliyle, Atilla İlhan derim! MHP Genel Başkan yardımcısı Mehmet Şandır’ın, Eski İstanbul Ülkü Ocakları Başkanlarından ve İstanbul MHP eski milletvekillerinden Mehmet Gül’ün, Türk Milliyetçiliğinin sembol adlarından Necdet Sevinç’in Atilla İlhan’ın cenazesine katılması, akılcı ve de gerçekçi bir yaklaşımdır diye düşünüyorum. Ne yazık ki, ülkemiz boyutunda değer haline gelmiş olan şahıslara sahiplenme anlayışı, özellikle bazı gayri milli şahıslarda, doğal bir yaklaşım olarak belirmektedir. Aynı, Barış Manço’nun cenazesi sonrasında yaşandığı gibi... Mevcut hükümetin elemanı olan Atilla Koç’un, Atilla İlhan için AKM’de yapılan cenaze töreninde uğramış olduğu purotesto, ulusal bir anlayışın kaçınılmaz tavrıydı. Bu kaçınılmazlık, günümüz sürecinde Atilla İlhan’ın gelmiş olduğu son nokta itibariyle, oluşan doğal bir yaklaşımdır. Yine falanca Hurma Şeyhliği’nin pirensiyle, gizli pazarlıklar içersinde olduğu yazılan ve Teşvikiye’deki camide Atilla İlhan’ın cenazesinde boy gösteren Kadir Topbaş’ın siyasi yaklaşımı, Kuvayı Milliye savunucusu Atilla İlhan’a uyar mıydı? DİSK lideri Süleyman Çelebi’nin AB’den bilmem nereye kadar uzanan günümüzdeki çizgisi, Atatürk’ü kendisine bayrak yapmış olan, Atilla İlhan’a denk düşer miydi? Her taşın altından çıkmaya çalışan ve bu cenazede de boy veren Yaşar Kemal’in milli olmayan yaklaşımları, Kuvayı Milliyeci Atilla İlhan’a yakışır mıydı? Ülkemizdeki bölücülerle sürekli gözü kapalı dans eden ve bir fırsat bulup da cenazeye gelmiş olan Eşber Yağmurdereli denilen şahsın anlayışı da, ulusalcı Atilla İlhan’la bağdaşır mıydı? Yine Atilla İlhan’ın cenazesinde boy gösteren Adalet Ağaoğlu adıyla bilinen ve yazar olduğu söylenen bayanın da, Kürtler konusundaki düşünceleri, R.T,Erdoğan’ın ‘Kürt Sorunu’ maskaralığında önünü açarken(!) günümüzde sabah akşam Gazi Mustafa Kemal demiş olan Atilla İlhan ile Recep Tayyip’in seslendirdiği bir anlayış nasıl bağdaşabilirdi? Eğer böyle bir bağdaşma yoksa, Adalet Ağaoğlu ile günümüzdeki Atilla İlhan, hangi çizgide bütünleşebilirdi? Görüldüğü gibi, kendilerinin konumunu iyi bilen ve durdukları noktalardaki konumlarının sürecini topluma pompalamaya çalışan böylesi kişilerin, aslında Atilla İlhan’ın durduğu noktayla uyuşmadıklarını elbette bizler de bilmekteyiz. Fakat, böyleleri ve bu gibilerle benzerlik taşıyan bazı şahıslar, yine de bu cenazeden kendilerine bir fayda ummuşlar ki, sorulan sorulara rahatlıkla bazı kanallarda cevaplar verebiliyorlardı. Bu şahıslar, günümüzde ne kadar ulusalcı yaklaşım içersindedirler? Bir çeşit Atatürk aşığı olan Atilla İlhan’ın yanında, bu şahısların sözü edilebilir mi? Onların yaptıkları, tavırları ve tutumları, Atilla İlhan’ın son yıllardaki hangi tutumuyla özdeşleşebilir ki? Atilla İlhan’ın ve diğer ulusalcıların ve milli sol’un anlayış ve yaklaşımıyla, Türk milliyetçilerinin anlayışı ve yaklaşımları, hangi noktada birleşmektedir? Bunları, Türk milliyetçisi olarak hiç düşündünüz mü? Bana göre, günümüzdeki birleşim noktası, anti-emperyalizmdir? Aynı zamanda da, her türlü teslimiyete karşı durmaktır! Peki, dünkü süreçlerde, niçin ortak nokta oluşturulamadı? Dünkü süreçte Marksistlerin,sosyalistlerin tamamına yakını, genel itibariyle Türk milliyetçiliğini niçin aforoz ettiler? Onlar için, dünyadaki bütün ulusların milliyetçilik hakkı olabilirdi; üstelik buna ulusların kendi kaderini tayin hakkı diyorlardı. Fakat nedense bir tek Türklerin hakkı olamıyordu? Viyetnam’ın, Kore’nin, Küba’nın, Nikaragua’nın hakları, hukukları desteklenebilirdi? Ya Rusya’daki, Çin’deki, İran’daki veya diğer yerlerdeki Türklerin, millilik konusunda hakları olamaz mıydı? Hala da Türklüğe karşı olumsuz düşünen ve ülkemizde yaşayan sapık ve hasta ruhlu solcular yok mudur? Elbette vardır. Fakat Atilla İlhan ve benzerleri, içlerinde bulundukları ortamdaki durumun tersliğini görmüş olan aydınlardı. Atilla İlhan bu görme olayını açıklarken, 1949’da Paris’e Marks’ı, Lenin’i ezbere bilerek gittiğini ve bu konudaki her soruya hazır bir şekilde cevap verebileceğini söylerken, kendisine orada Mustafa Kemal’i sorduklarını ve bu konuda sadece “Yurtta Barış, Cihanda Barış” kavramından başka bir şey bilmediğini fark ettiğini belirtmiştir. Evet, Atilla İlhan’ı daha çocuk diyebileceğimiz bir süreçte hapis eden İnönü rejimi, sadece onu hapis etmemiştir.Turancıları da hapis etmiştir. Bundan da öte, Atatürk’ü ve düşüncelerini de yanlış yönlere sürüklemiş, gerçekte ise, o düşünceyi de kendi perspektifine göre hapis etmiştir. Aynı Atatürk’ün paralara, pullara koydurmuş olduğu Bozkurtları yok ettirdiği gibi...Oğul Erdal İnönü’de, hala utanmıyor ve geçmişteki yani, 12 Mart sürecindeki ODTÜ’deki konumunu, DEP’lerin TBMM’ine taşınmasındaki rolünü unutarak, nasıl da yüzü kızarmadan Bilgi üniversitesindeki Ermeni konferansına katılabiliyor? Sormalı, gerçekten o toplantıya hangi yüzüyle katılabiliyor? Evet, saraylarda ense yapan, yalılarda oturan Erdal İnönü’nün politikası, elbette bu kadar dar ve de sabit olacaktır. Yazık olan ise, ona inanmış olan zavallılara!!! İnönüler hakkındaki gerçekleri de, artık tarih ortaya koyuyor ve de koyacaktır. Ancak, durumdan ders çıkaranlara ve de olayları algılayan beyinlere! Elbette beyinsel özürlüler ve de hastalıklı ruhlar, bu tasnife tabi değildir! Atilla İlhan, Paris sürecinden sonra, Atatürk’ü gerçek anlamda tanımaya başlamıştır. Görüldüğü gibi Atatürk’ü bize tanıtmayan kuvvetler arasında, İsmet İnönü ve ülkemize 1945 sonrasında getirdiği Anglo-Sakson-Yahudi ittifakının anlayışı da vardır. Anglo-Sakson-Yahudi ittifakı, İnönü sonrasındaki süreçte, Türk milliyetçiliğine de sızarak, etkin de olmuştur. Belki de bu nedenle, Türk milliyetçiliği açısından tarihimizin yakın sürecinde, emek sahibinin geleceği, net olarak çizilememiştir. Emek-sermaye kavgası, sadece solcuların çıkış noktası elbette olamazdı ve de olmamalıydı. Meydan bu konuda, sadece ama sadece onlara bırakılmamalıydı. Özellikle bu konudaki asıl çıkış noktası, Türk milliyetçilerine düşmekteydi Bana göre, günümüzde de bu görev, Türk milliyetçilerine düşmektedir. Zira, milli olmayan sermayeyi de düzeltecek olan tek kuvvet; yine de, Türk milliyetçileri olarak gözükmektedir. Bu milliyetçiler de, milliyetçiliği her alanda özümsemiş olan gerçek Türk milliyetçileri olmalıdır. Hayalciler, çıkarbazlar veya bir yerlerden yönlendirilenler elbette değil! Gerçekten de Atilla İlhan gibi pek çok kişi, yakın geçmişte ülkemizdeki yoğun emek-sermaye çelişkisinden dolayı, Marks’ın uyuşturuculuk içeren düşüncesine sapmışlardır. Burada bazı genç insanların yanlış yola sapmasında, emeği esas almayan bir Türk milliyetçiliğinin, hiç ama hiç payı yok mudur? Bana göre vardır. Türk milliyetçileri,ülkemizde emek-sermaye arasındaki mücadelede, net ve açık bir tavır takınamamışlardır. En azından büyük çoğunluğu ve etkin olan kadroları, bu tavrı takınmamışlardır. Bu tavrı takınmama durumu ise, o şahısların yanlışı ve de tarihe karşı hesap vermeleri gereken bir sonuçtur. Türk milliyetçiliğine yön verenlerin ya da vermeye çalışanlardan bazılarının, Ziya Gökalp sonrasında, toplumsal derinlikten ziyade, masalımsı anlayış ve değerleri gündeme sokmaları ya da Türk milliyetçiliğinin hedeflerini saptırmaları da acı bir durumdur. Aynı şekilde, yine bazılarının da, Anglo-Sakson-Yahudi ittifakının istediği güzergahta koşmaları, Türklük düşüncesini, sadece komünizme panzehir olarak özdeş tutmaları bu süreçtedir. Bu konuda yönlendirme yapan Anglo-Sakson-Yahudi ittifakının yön vericileri, Türk milliyetçiliğini geniş bir açıdan bir arayış içersine sokturtmamışlardır. O dönemde Nihal Atsız’ın çizgisinden, ziyade Anadolucuların ya da benzerlerinin çizgisi daha baskın olmaya başlamıştır. Bu ise, Türklük açısından çok ama çok önemli bir eksik durum olarak belirmiştir. Bu eksikliğin sonucunda, malum bir çizgide yetişen insanların da, beslenme kaynaklarına göre mücadele etmeleri, bir ölçüde çıkmaz sokaklar oluşturmuştur. Bu çıkmaz sokakların kalemşörlerinin ufuk açıcı olmaktan ziyade, ufukları sabit ve donmuş bir noktaya endeksletmeleri de, Türk’ün ülkesinde, Türk milliyetçiliğini esas alan düşüncelerin, seçim sandıklarında yüzde onlardan ötelere taşmasını da 60’lı,70’li yıllarda sağlayamazdı ve de sağlayamamıştır. Bu süreçte, bazı gizli ellerin de, Anglo-Sakson-Yahudi ittifakının paralelinde hareket ettiği de anlaşılmaktadır. Böylece, bu hareketin Komünizme ve Rusya’ya karşı mücadelelerinin geliştirmesi kolaylaşmış; fakat ülkemizdeki milli olmayan ve başta ABD ve uluslarüstü Yahudi bezirganlarına teslim olmuş bir sermayenin de, kolayca hazım edilip, gözardı edilmesini de sağlanmıştır. Nihayet komünizmin dağılması, Sovyetlerin yok olması, içimizdeki ve dışımızdaki bir başka canavarın da ortaya kolaylıkla çıkmasına sebep olmuştur. O canavar, günümüzde ülkemizde de milli olmayan kuvvetleri tespihe dizer gibi, ipe dizmiş olarak, kendi peşinde sürüklerken, ülkemiz dışında da tüm kötülük tohumlarının Kuzey Irak’tan Kuzey Kıbrıs’a, Karabağ’dan Orta Asya’ya doğru atılmasını sağlamaktadır.Bu canavar,Anglo-Sakson-Yahudi ittifakı ve onun çeşitli kılıklardaki uşaklarıdır. Bu bağlamda dün, yani yakın geçmişte, Türk milliyetçiliği içersindeki bazı şahısların tavırları ne kadar ilginçti. Örneğin bunlardan birisi de, ülkemizdeki sorunları çözecek kişiler olarak hedeflenen genç öğrenciler için, sadece ama sadece, alnı secdeli olanlara, her şeyi endekslemiyor muydu? Bu bağlamda, yerli bir şirketin eğitim yardımı için ayırdığı parayı da, bu şekilde dağıtmıyor muydu? O şahıs, yardım edeceği gençleri ararken, tanıdıklarına aradığı gençlerde malum ölçüyü koymuyor muydu? Nitekim aradığı tanıdıklarından birisi, bu isteği şöyle yazmıştır:“İki tane Nur talebesi gönder’.Telefon eder, bana, bana der ki, ‘iki tane ülkücü gönder’, alnı secdeli olsun’. Yahut da durur, durur: ‘Batı Tırakya’dan iki tane Müslüman gence burs verdim, gönlüm istiyor ki, Yugoslav Müslümanlarından da iki tanesine vereyim. Bana öyle gönlü, alnı secdeli varsa gönder’. Ve yahut da ‘bir Rodoplu genç geldi, yiğit, yani İslam Cumhuriyeti’ni o kuracak’” Duruma dikkat buyurun ve söylenen cümleye iyice bakın! Öğrenci anlamında maddi açıdan desteklenmesi istenilenlerden Nurcu talebelerde bir sınır yoktur; fakat, ülkücülerde ise, bir sınır vardır. Ne sınırı? ‘Alnı secdeli olsun’ sınırı. Ayrıca dönemin MSP’siyle de sürekli dirsek temasında olan o şahısla ilgili olarak, o kesimde de yazılar çıkmıştır. Örneğin Zübeyir Yetik, şahsın ölümü sonrasında yazdığı makalesinde, şu tespiti yapmıştır: “...İki cümlesi hala hatırımda ‘Sayın Erbakan Türkiye’nin en çalışkan insanıdır...’: ‘Siz, İslam’ı savunduğunuzu tek an bile unutmamalısınız’,’MSP davası bu memlekette muhakkak zafere erişecektir.’” Gerçekten de, Türk Milliyetçiliği içersinde görünen ve çizgisiyle, Türk milliyetçiliğinden de ötelere sapmış olan bu şahsın tespiti, bir ölçüde doğru da çıkmıştır. Yani, MSP değilse de, o çatı altında yetişenlerden bir kısım insan, bu ülkede kısmi zafere günümüzde ulaşmıştır. Türk milliyetçiliği içinde yer alan o kişinin, düşüncesine ve düşüncesinin çıkış noktasına dikkat ettiğinizde, malum şahsın, düşüncesinin diyalektiğindeki kurgunun esası olarak, alın bölgesi esas gözükmektedir. Bunun dışındaki yaklaşımlar ise, gerçekte kurgu dışıdır. Alın, secdeye niçin gelir? Elbette bu konu özü itibariyle, Allah katında her kulun kendisini bağlayacak bir durumdur. Eğer, bir kişinin alın secdeye geliyorsa, her şey tamamlanmış mıdır ya da doğru mudur? İslam tarihinde nice alınlar vardır ki, sürekli secdeye gelmiştir ve halen de gelmektedir. Ama bu alın sahiplerinin hepsinin ufukları ve Türklüğe bakışları doğru mudur? Yine böylesi şahıslar, Türk milliyetçiliği adına istenilen oranda bir kazanç hanesi oluşturulabilmiş midir? Oluşturulamamışsa, o zaman Türk milliyetçiliğinin yakın sürecinde, düşünce bazında bir istismar mı yapılmıştır? Bunlar hep Türklük içersinde incelenmeli, hesap edilmeli ve gerekirse sorgulanmalıdır! Durumdan kaçarak, konunun çözümü de mümkün değildir. Aynı şekilde bildiğimiz gerçekleri, hasır altı ederek, eş dost üzülmesin diye görmezden gelerek, bazı davranışları sergilememiz de gerçekçi bir yaklaşım değildir diye düşünüyorum. Ayrıca ülkemizde çok iyi tanınan şahıslardan R.T.Erdoğan’ın,B.Arınç’ın, A. Şener’in, S. Kapusuz’un, A. Gül’ün ve benzeri anlayıştaki bazı şahısların da, alınları secdeye gelmiyor mu? Peki, geliyorsa eğer, şu anda hayatta olmayan, o dönemin Türk milliyetçiliği içersinde gösterilen şahsın, ellerindeki parasal imkanları, bursları, yeter ki ne olursa olsun alnı secdeli olsun anlayışıyla dağıtması ve bugün ülkemizin en tepesinde oluşturulmuş olan bu siyasi yapı, o şahsın ve onun gibi düşünenlerin arzuladığı, ümit ettiği bir tablo mudur? Yine acaba, bu günkü siyasi süreç, geçmişte burslar ya da benzeri kaynaklar dağıtılırken takınılmış olan tavrın, günümüzdeki kötü ve adeta çıkmaz bir sokak olan yansıması mıdır? Yine soruyoruz, önümüze çıkmış olan bu tablo, hangi Türk milliyetçisini mutlu edebilir? Kıbrıs’tan Kerkük’e teslimiyetin şampiyonlarını, Kafkasya ve Orta Asya’ dememek için, sürekli AB diyen kadroları görseydi eğer, paraları dağıtan o şahıs, küçük dilini yutmaz mıydı? Tüm bu olumsuzlukları hazım edebilecek ve bu tablo doğrudur diyebilecek bir Türk milliyetçisi var mıdır? Eğer bu duruma rağmen, Türk milliyetçisiyim deyip de, hala aynı yaklaşımı benimseyenler varsa, o zaman, R.Tayyip ve arkadaşları, onlara helal olsun! Tepe tepe övsünler ve onların peşlerinde gezsinler. Örneğin her hangi birimiz, Türk milliyetçiliğini, alnı secdeye geliyor ya da gelmiyor diye de ayırabilir mi? Ayırırsa eğer, bu ayırma hakkını ayıranlara kim verebilir ki? Sonra, Türk milliyetçiliği, sadece Edirne’den Kars’a olan bir hareket midir? Ondan ötesi ve berisi yok mudur? Yani, Hıristiyan Türkler yok mudur? Alevi Türklerden alnı secdeye gelmemiş olanlar ile benzer özellikteki Türkler, kabul olunmayacak mı? Tüm bunların da ötesinde, tarihin derinliğinde bulunan ve o dönemin şartları gereği olarak, Oğuz Kağan, Bumin Kağan, Atilla Kağan ve diğerleri de, hiçbir zaman makbul olmayacak mı? El insaf! Bakınız tarihin derinliğine ve örnek alınız İslam Peygamberini. Hangi konuda? Amcası Ebu Talip konusunda. En çok sevdiklerinden birisi olan amcasının alnı secdeye geliyor muydu? Peygamber amcasını niye dışlamamıştı? Amacımız elbette alnı secdeye gelen Türk milliyetçilerine karşı çıkmak ya da tavır almak değildir. Zaten böylesi bir yaklaşım da, Müslüman ve milliyetçi bir Türk olarak, bizim Türklük hedefimizi ve diyalektiğimizi de çıkmaza sokabilir. Özellikle alnın secdeye gelmesi konusu üzerinde durmamızın nedeni ise, bu durumun Soğuk Savaş sürecinde, Türk Milliyetçiliğinin ufkunun belirli bir noktada tutulmasıyla ilgilidir. Bu bağlamda, o dönemde yoğun bir dış basınç da yapılmış ve bu dış basıncın etkisiyle, özellikle Nihal Atsız ve arkadaşlarının Türk milliyetçiliğini benimsemedeki yaklaşımlarının ezilmeye, sindirilmeye baskı altına alınmaya çalışıldığı da görülmüştür. Bu hususta da; Anglo-Sakson-Yahudi ittifakının etkisi, ya da payı veya ilişkisi, yönlendirmesi ya da teşviki olmuş mudur? Acaba bu sorunları, bu ülkede hangi Türk milliyetçisi inceledi? Bu ve benzeri konular, derinlemesine şu ana kadar niçin incelenmedi? Hala da incelenmiyor ya da incelenemiyor! Tüm o süreçlerin sonucunda, günümüzde bölgemizde varılan nokta nedir? Bu noktanın düğümü, “Ilımlı İslam” olarak ortaya konulmamış mıdır? Bu düğümü, bölgenin üzerine atanlar kimlerdir? Bu düğümün de ötesinde, yani kördüğümün arkasında, kimler veya hangi güçler, devletler ve uluslar vardır? Aslında bu konuyu, bu ülkedeki her aklı başındaki kişi bilmektedir. Bilmeyenlere ve halen öğrenmemiş olanlara da söyleyelim. “Ilımlı İslam” perdesinin arkasındaki güç, kesinlikle Anglo-Sakson-Yahudi ittifakıdır. Yani, Soğuk Savaş sürecinden, küreselci sürece doğru geçişle bölgemizde, “Ilımlı İslam”sürecine yönelik bir manevra yapılmış ve böylesi bir değişim de tezgaha konulmuştur. Üstelik bu değişim, içimizdeki bazı alnı secdeye gelenler eliyle sağlanmıştır ve de sağlanmaktadır. Hayırlı olsun (!) Kime ya da kimlere? Her halde, Anglo-Sakson-Yahudi ittifakına. Çünkü, bu ağacı bölgemize, malum uşaklarının elleriyle diktiren de onlardır. Bu durumda bölgemizi ve kaynaklarını malum kişiler eliyle denetlemek de, o efendilerin hakları olsa gerekir(!) Günümüzde Türk milliyetçiği düşüncesini benimsemiş ve inanmış olan bazı gençlerin, ayaklarını yere basarken, tarihin yakın dönemindeki bu gerçekleri de bilmelerinde fayda vardır. Bilmezlerse eğer, yeni zik zaklarda sürüklenmeleri de kaçınılmazdır. Ülkemiz,Anglo-Sakson-Yahudi ittifakının mengenesinde, her geçen gün sıkıştırılırken susmak, doğruluk mudur, dürüstlük müdür? Türk milletinin dışında Irak’ta, Filistin’de Müslüman Arapların vahşice öldürülmelerine her gün seyirci kalmak, hangi onurlu anlayışının benimseyebileceği bir durumdur? Alnı secdeye gelen bazılarıyla, Ş.Alpay, E.Mahçupyan,C.Çandar,G.Göktürk,K.Bumin,K.Düzgören,A.Bayramoğlu gibilerin müttefikliği neyle bağdaşmaktadır? Bu açıdan bakıldığında da, o malum cephe, gayri-Türklük anlayışında birleşmekte. Yani,bazı alnı secdeye gelenlerle, gelmeyenlerin kardeşçesine, ülkemizin ulusal ve milli değerlerini tırpanlamaları gündemdeyken, siz neyi tercih edersiniz? Kısaca günümüzde, çıkarlarına yönelik bir “Ilımlı İslamı” anlayışını benimseyen bazı kişilerle, ateyist-sosyalist-komünist geçmişten beslenenler, kolayca omuz omuza saf tutabiliyorlar ve de o saflarda da sıkılmadan ilerleyebiliyorlar. Ayrıca R.Tayyip’te, beraber yağmurda yürüdüğünü söylediği arkadaşlarının da namaz kıldıkları bilinmektedir. Onların da alınları secdeye geliyor, elleri ve gözleri de Hıristiyan liderlerle bütünleşmiş bir şekilde yağmurlu yolarında da gidiyorlar. Bizim bildiğimiz ve inandığımız alnı secdeye gelmek olayındaki örnek kişi,kesinlikle R. T Erdoğan değildir ve de olamaz... Kaldı ki, Recep Tayyip’in yaklaşımına göre, bizler de onun saflarında değiliz. O da onun bilincinde...Doğrusu da budur.Biz nasıl her gördüğümüz sakallıyı dede olarak görmüyorsak, zaten her alnı secdeli de, Türk milliyetçilerini dost ve müttefik olarak da görmüyor.Bu geçmişte de böyleydi, günümüzde de böyledir. Bu konuda pek çok Türk milliyetçisinin de deneyimi vardır. Türklük içinde, diyalektiği eksik ya da yanlış olanların varacağı nokta, son aşamada, yukarıda bazı örneklerini verdiğimiz, acı dolu yanlışlardır. Gençlere burs dağıtan o kişi hayatta olsaydı eğer; günümüzün iktidarındaki bazı kişileri ve onların siyasi pıratiği hakkındaki düşünceleri, acaba olumlu olur muydu?” Şu da ona, sorulmalıydı: “Acaba dağıttığı burs sahiplerinden ne kadarı, ülkemizi Anglo-Sakson-Yahudi ittifakına peşkeş çekip, onların dümen suyunda yol almaktadır?” Sonuç itibariyle bu yazıdan milletini, ülkesini seven hiçbir Müslümanın rahatsız olmaması gerekir. Bizim burada kastettiğimiz kişiler, milli değerlerden uzaklaşmış; ABD ve AB gibi anlayışlarla bütünleşmiş kişilerdir. Müslüman Türk milletinin gazası eninde sonunda elbette muzaffer olacaktır…


www.ufukotesi.com - 11 / 2005  

ufuk@ufukotesi.com

Ufuk Ötesi Gazetesi'nde yayınlanan yazı, haber ve fotoğraflar kaynak gösterilerek iktibas edilebilir.