Gerçek

 

Özdemir Özsoy  

Kıyılarda Dolaşmak


Bir toplumun kendi bireylerine manevî baskı uygulamasının ve böylece duygularını belirtmelerini önlemesinin aslında hiçbir faydası bulunmadığı gibi üstelik onların kişiliğini zayıflatır ve bazen onulmaz acılara sebep olur. Ne var ki güzel geleneklerini, törelerini korumakta zorluk çeken toplumlar böyle baskıların bir ahlak disiplini olduğunu savunan “okumuş” kişiler yüzünden çok sıkıntı çekerler.

Yazdığımız zaman, bir şey yazdığımız zaman; bir düşünceyi, bir arzuyu dile getirebildiğimiz zaman biraz ferahladığımızı hissederiz. Duygularımızı, hele sevgi dolu duygularımızı ifade edebildiğimizi görmek bize mutluluk verir. Sevgimizi anlatan sözlerimizi dinlemekten korku duyarak kaçınanlar ya da – bir savunma güdüsüyle- bu sözleri değişik yorumlamaya yönelenler olursa kendimizden çok onlar için üzülürüz. Çünkü biliriz ki, onlar da duygularını açıklayamamanın sıkıntısı içindedirler.
Hiçbir karşılık beklenmeyen bir sevgiyi bütünüyle ortaya koymaktan kaçınmak, ya onu gizli tutunca daha iyi korunacağını düşünen ya da çevrenin baskısından çekinen ve toplumdaki değer yargılarının ağırlığından bunalan insanlarda görülür. Duygularını açıklamaktan kaçınanlar ve bu yüzden bir hazinenin hapsedilip boşa gitmesine veya bir mânâ cevherinin buharlaşıp eksilmesine yol açanlar mutluluktan gittikçe uzaklaşırlar. Açık yürekli ve iyi niyetli kişiler böylece dolaylı bir şekilde haksızlığa uğramış olurlar.
Bir toplumun kendi bireylerine manevî baskı uygulamasının ve böylece duygularını belirtmelerini önlemesinin aslında hiçbir faydası bulunmadığı gibi üstelik onların kişiliğini zayıflatır ve bazen onulmaz acılara sebep olur. Ne var ki güzel geleneklerini, törelerini korumakta zorluk çeken toplumlar böyle baskıların bir ahlak disiplini olduğunu savunan “okumuş” kişiler yüzünden çok sıkıntı çekerler.
Duygularını saklamaya zorlanan insanlar zamanla görüşlerini de açıklamaktan sakınmaya başlarlar.
Ancak, değer verdimiz bir kişiyi incitmemek için bazı duyguları açıklamamanın farklı bir şey olduğunu belirtmeliyiz. Burada örtmek, gizlemek bahis konusu olmayıp, daha uygun bir hava bulmak, daha uygun bir dil kullanabilmek düşüncesi vardır. Onun için bazı şeyleri ertelemek ve yeşermesi için zamana bırakmak yoluna gidilir. Ama başka bir yazımızda da belirtildiği gibi “zamanın” kendisini yitirmek, onu boşuna harcamak tehlikesi baş gösterebilir.
“Zaman” özellikle iyi niyetli ve sevgi dolu kişiler için çok değerli bir unsurdur; öyle olmalıdır. Zamanı “ebedi hayat” için, gıda olarak kullanmak lâzımdır. O halde zaman güzel, temiz ve arındırılmış olmalıdır. İçinde “katkı maddeleri” bulunmamalı, kokusu hoş, içimi kolay olmalıdır.
Bir şeyi olgunlaştırmak, geliştirmek için zamana bırakmakla; güzelliklerini, üstün niteliklerini yitirecek şekilde bir kenarda bırakmak arasında fark vardır. Birinde filizlenme canlanma, diğerinde ise bozulup dağılma, aslından uzaklaşma görülür.
Belli bir amaç için yola çıkmak her zaman umut vericidir. Dönüşte güzel şeyler bulmayı umarız. Ancak ne ile karşılaşacağımızı önceden bilmek mümkün değildir. Bazen umduğumuzdan da güzel sonuçlara ulaşırız. Bazen de elimiz bağrımızda kalır, bir boşluk içine düşeriz. Dönüp geldiğimizde bizi sevdiklerimizle beraber başkalarının da beklediğini görmek mutluluk verir. Yolumuzu gözleyenlerin çokluğu yaşama sevincimizi artırır. Ancak asıl bizi beklemesini istediğimiz kişinin aralarında olmaması büyük bir hayal kırıklığı yaratır.
Ama baştan her şeye razı olanların, büyük fedakârlıklara hazır olanların, karşılaşacakları hayal kırıklığından korkmayacak bir yüreğe sahip olanların böyle hallerdeki sağlam duruşu hayranlık verir. Onların yorgunluk duymayan, yılgınlık bilmeyen birer savaşçı oluşu gerçekten insanları şaşırtır. Çok kimse de onların çabalarını anlayamaz, anlamak istemez. Anlamaya çalışmaktan kaçarlar; çünkü yorgun düşeceklerini bilirler.
Yazmak, kaynayan bir kabın kapağını aralamak gibi basıncı düşürür; havasız bir odanın pencerelerini karşılıklı açmak gibi ferahlık verir. Ancak bazen her şeye rağmen o boğucu iklimin bir türlü giderilemediği üzüntüyle fark edilir. Kitle iletişim araçları tarafından zihinleri işgale uğramış topluluklar karamsarlık içinde bunalırlar. Böyle ortamlarda yalnızca küçük, belirli bir okuyucu grubuna ulaşılabilir; daha ileri gidilemez.
“Okumuş adam” denildiğinde –bir zamanlar- kültürlü insanlar akla gelirdi. Arif kişinin tam karşılığı olmasa bile “irfan”dan söz edildiği anlaşılırdı. Şimdilerde okumuş adamın “okur yazar” adamdan farkı kalmadı. Artık belli bir eğitim düzeyine ulaşma ve ulaştırma amacı yok. Niçin olsun ki? İnsanlar artık “şimdiki zamanı” yani yalnızca içinde bulundukları ânı yaşama gayretinde. Geçmişteki anıtlaşmış kültürü görmekten bucak bucak kaçtıkları gibi, geleceğe de korku ile bakmaktalar. Bunalımdan kurtulmanın yollarını bile aramayacak kadar paniğe kapılmışlar.
Halbuki çıkış yolu tektir. Dürüst olarak, eksikliği ve yanılgıyı kabullenmek gerekir. Belki o zaman yeniden başlanabilir.
Bir bakmak lâzım. Bugün kıt’alar ötesinden –karaborsa yoluyla- ithal etmeye yeltendiğimiz eğitim sistemini ecdat (atalarımız) asırlarca önce nasıl uygulamış da irfan sahibi insanlar yetiştirmiş. Bugün yeni dünya düzeni diye dayatılan vurgunculuğa sapmadan “nizamı âlem” ülküsünü her gittiği yerde nasıl benimsetmiş. İnsanların baskı altında fikir üretemeyeceğini, ön yargılı değerlendirmelerin gerçekleri örteceğini bildiğinden nasıl bir hoşgörü ile sosyal bunalımlara çözümler getirmiş. Dar kalıplar içine kendini hapsetmenin zararlarını nasıl görüp göstermiş.
Ama şimdi biz, bugün hâlâ ne yapmaktayız. Gerçeği yansıtan geniş yorumlardan korkup kaçarak her şeyi basit anlamlarıyla açıklama yoluna gitmekteyiz. Bu da bir bakıma gerçeklerden kaçıştır.
Bir ilâhi emri “yakınlarınıza yardım yapın!” şeklinde algılamak yanlış değildir, fakat eksiktir. Burada zikredilen “yakınları” bu sonsuz âlemin yaratıcısına yakın olanlar, hak yolunda yürüyenler olarak anlayabilseydik belki “emredilen” dayanışmayı daha kolay sağlayabilirdik.
Şimdi bunalımdan çıkmanın bir tek yolu kalmıştır. Beşerin bu madde âlemindeki yolculuğunu “şimdiki zamanın” dar kalıplarından kurtarıp sonsuza doğru giden yola ışık tutarak geleceği görebilmek. Bunun da çaresi insanlığın geçmişte yaşadığı büyük ve hazin macerayı anlayıp dürüstçe anlatabilmektir.
Cevhere, öze ulaşmak istiyorsak sığ yerlerde dolaşmayı bırakıp derinlere gitmek gerekir.
“Yüzgeçlik” öğrenmek ve yürekli davranmak zorundayız.


www.ufukotesi.com - 10 / 2005  

ufuk@ufukotesi.com

Ufuk Ötesi Gazetesi'nde yayınlanan yazı, haber ve fotoğraflar kaynak gösterilerek iktibas edilebilir.