Göğe Merdiven

 

Aybars Fırat  

Halkımız bilmek istiyor


Bu millet kadar bilgi sahibi olmasa bile sezgileriyle meselelerin aslına vakıf olmasını bilen bir milletin daha olduğuna inanmıyorum. Bu millet sadece bekliyor! Belki neden iyi yönetilmediğini anlamaya çalışıyor. Ödediği vergilerle en uzak köy yollarının bile asfalt olması, çeşmelerinin altından musluklu olması gerekirken bu fakirlik nedendir anlamak istiyor.

ABD'deki kasırga ABD'yi perişan ediyor, ama yine de Amerikan askeri Telafer’de Kürtlerle işbirliği içinde Türkmenleri katlediyormuş, Fransızlar şöyle, Almanlar böyle diyormuş, kimin umurunda. Biz etrafımızdaki kuşatma çemberi gittikçe daralırken, bütün gücümüzle gündemimize salınan küçük meselelerle boğuşup duruyoruz. "Kaya, Hülya ile neden ayrıldı?" Mide bulandırıcı bir şekilde gündemi çarpıtan azınlıkçı, ayrılıkçı güçler Türkiye kamuoyunu ellerine geçirmiş, fırıldak gibi oynatıyorlar. Her şeye rağmen dünyanın en arif milletiyiz. Bu millet, kendisine yabancı yöneticilerce eğitilmiş, derin tarihe dayanan bilgisi köreltilmiş, üstelik bugün ihanet içindeki basın tarafından sürekli kafası karıştırılmaya çalışılıyor. Belki bilgisi az, ama sezgisi, bu sezginin getirdiği birikimi ise çok fazla...
Birlikte düşünelim. Kendisine karşı bu kadar aleni işlenen suça, tahammül edilmez, rahatsızlık vermesi gereken hadiselere milletimizin suskun kalmasının sebebi ne olabilir? Bu millet neyin eksik neyin fazla olduğunu bilmiyor mu? Bir terslik olduğunun farkında değil mi? Ünlü heykeltıraş Rodin'e sormuşlar: "Üstad, bu muhteşem heykelleri nasıl yapıyorsunuz?" "Gayet basit" demiş Rodin, "Ben sadece taşın fazlalıklarını atıyorum. Geriye bu gördüğünüz heykeller kalıyor." Rodin'in bu pek de mütevazı görünen yaklaşımında, esas kilit nokta, neyin "fazlalık" olduğunu bilmektir. Çünkü, ancak ve ancak fazlalığın ne olduğu keşfedildiği anda, ortaya güzel bir şey çıkarılabilir. Ne zaman bu hikayeyi hatırlasam, şu soruyu da sormadan geçemiyorum: "Acaba hayattaki bütün güzel şeyler, bir takım fazlalıkların gölgeleyip gizlediklerinin arkasında mıdır?" Galiba evet, ama yine bir şartla: Neyin "fazlalık" olduğunu biliyorsanız eğer!.. Eğer büyük bir açık yüreklilikle ve engin bir cesaretle hayatınızdaki fazlalıklara "fazlalık" diyebiliyorsanız, onları atmakla elde edilecek güzelliklere de ulaşabilirsiniz.
Milletimizin hayatına bu günlerde giren çirkin fazlalıklar da bir gün olup bu şekilde görülebilecek midir acaba?
Dikkatinizi çekmiştir; İstanbul’un ana caddelerinden bazılarına, sıcaktan, soğuktan, yağmurdan, rüzgardan etkilenmeyecek kalitede (halka hizmet adına) afişler asılmış. Pendik’ten Kadıköy’e gidene kadar yüzlerce kez şu şartlandırma cümlelerini okuyorsunuz: “Fark ettiniz mi, Sokaklar hiç bu kadar temiz olmamıştı!”,“Fark ettiniz mi, Çevremiz hiç bu kadar yeşil olmamıştı!”, “Fark ettiniz mi, Gökyüzü hiç bu kadar mavi olmamıştı!”, “Fark ettiniz mi, Çevremiz hiç bu kadar yeşil olmamıştı!” Milletimiz böyle bir çok konuda zorla şartlandırıldığını, kendi düşünceleri dikkate alınmayıp, dayatılan bazı düşüncelerin zihnine kazınmaya çalışıldığını görmüyor mu? Yüzlerce, binlerce değişik iletişim ortamı ile zorla kendisine bir şeylerin dayatıldığını fark edemiyor mu? Bu kadar aptal mı? Bence değil! Yine Ankara'daki vatandaş, belediyece her sene yeniden yapılan kaldırımların daha eskimeden neden yıkılıp yeniden yapıldığını anlamıyor mu sizce? Bence anlıyor. (Benim anlayamadığım ise buradan ziftlenenler neden hiç kaldırımı olmayan bölgelere bu kaldırımı yaparak ziftlenmedikleri)
Yani bu millet her gün televizyonlarda boy gösteren ve tapumuzu başkalarına mal etme gayretlerini, Hıristiyan kültürünü benimsetme işgüzarlığını, dozu gittikçe artan ve edepsizleşen Rumca, Ermenice öğretme yarışındaki programları, dizileri görmüyor öyle mi? Kör ha? Memleketi feodal bir ağalık düzeni içinde imiş gibi gösterme kabalığını, çingene, Levanten, Hıristiyan kırmalarının yoz kültürünü binlerce yıllık Türk kültürü yerine ikame etme çalışmalarını anlamıyor ha? Güldürmeyin beni. Bu millet bu kadar boş değildir.
Bu millet kadar bilgi sahibi olmasa bile sezgileriyle meselelerin aslına vakıf olmasını bilen bir milletin daha olduğuna inanmıyorum. Bu millet sadece bekliyor! Belki neden iyi yönetilmediğini anlamaya çalışıyor. Ödediği vergilerle en uzak köy yollarının bile asfalt olması, çeşmelerinin altından musluklu olması gerekirken bu fakirlik nedendir anlamak istiyor. Emeğini kimin için verdiğini görmek istiyor. Belki bu canım memlekete ihaneti kimlerin yaptığını bilmek istiyor. Binlerce yıldır koruyup gözettiği vatandaşlarından hangisinin kanı, hangisinin sütü bozuk olduğunu öğrenmek istiyor. Kimin asıl, kimin sahte olduğunu şeksiz, şüphesiz, kesin olarak tanımak istiyor. Şairin dediği gibi "Batıl hemişe batıl ve bihudedir velî / Müşkül odur ki suret-i haktan zuhur ede!" Bunları merak etmekte de haksız sayılmaz. Neden mi? Her gün yeni bir ders alıyor, gittikçe aklı başına daha çok geliyor da ondan!
Elemanı kalabalık bir resmi kurumda şaşırtıcı bir hadise olmuş: Ölen mesai arkadaşının cenaze törenine yetişmek için acele abdest alıp koştura koştura yetişen bir memur, bir de ne görsün? Müslüman olarak bildiği arkadaşının tabutu başında bir papaz bekliyor. Geçen günlerde de yine dini bir provokasyon gibi gözüken ama bir taraftan da az da olsa doğru bir yönü olan bir iddia ortaya atıldı: Almanya'daki Ermeni papazın kardeşi Türkiye'de Diyanet İşleri Başkanlığı yapan Lütfü Doğan'mış! İddia sessiz sedasız geçiştirildi, iki Lütfü Doğan’ın da Ermenilikle bir ilgisi yokmuş (Çünkü onlar bizim ilgimiz yok dediler) ama, yine DİB yapmış Süleyman Ateş'in annesi Ermeni çıktı! Dini bütün bir Müslüman olsa bile ne gam. La havle ve la kuvvete.
Milletimiz, eskiden beri soy sopa önem verir. Başkalarının değil, kendi mensuplarının. Ancak son asırda yöneticilerine güvenmemeye başladı. "Allah belalarını versin" cümlesinden başka yerde "Allah" demeyenleri, bir vakit namazını üç-beş kez kılanları gördü. Türkçe’nin yerine Arapça'yı, Farsça'yı, Fransızca'yı, İngilizce'yi yerleştirmeye çalışanları gördü. (Son zamanlarda özel televizyonlar Ermenice ve Rumca öğretmeye çalışan diziler yayınlıyorlar!) Bu millet hep güvenip ipine sarıldıklarından kazık yedi. Hıristiyan Demokrat Partileri camiye girdi (17.9.2005, ATV) Jonathan Swift güzel bir söz söylemiş: “Her alçağın son sığınağı vatanseverliktir.” Bunları gördüğü için milletimiz daima tetikte durma ihtiyacı hissediyor. Sütten ağzı yandı, yoğurdu üfleyerek yiyor. İstanköy’ün zımmi mahallesinin çocuğunun durumunu öğrenince uyandı bu millet. Türk eserleri yerine azınlık eserlerini, Türkçe ve Türk kültürü yerine yabancı dil ve kültürleri yerleştirmeye çalışanları gördü. Türk milleti yerine azınlıklara bütün kaynakları akıtıp onları patlayıncaya kadar şişirenleri tanıdıkça hangi taşın altında ne var diye bakmaya başladı. Bu memleketteki eski kiliselerin envanterini "Yunanistan bunları tamir ettirecek" diye toplayanlar oldu. Millet de bu yüzden kendisine şeriatçı olarak tanıtılan, gerçekte kilise açtırıp, açılış için gelen Ermeni papazlara havaalanında "Sizi 1200 yıldır bekliyorduk" diyenlerin gerçek kimliğini merak ediyor, araştırıyor. "O haddini bilsin, otursun oturduğu yerde!" diyenlerin soyunu sopunu merak ediyor. Bir çok mektup alıyorum. "Bu adam şuralıymış, şu adam şu tarihte şurada şu katolik okulunda okumuş, diğeri Büyük Ortadoğu Projesini dünyaya en iyi anlatan adammış" vb. mahiyetteki bu mektuplardan da bu meseleye verdiğimiz önemi görüyorum. "Kökenin ne önemi var?" diyenler olacaktır. Ancak, siz de bilirsiniz ki "Asil azmaz, bal kokmaz, kokarsa yağ kokar, onun da aslı ayrandır" denilmiştir. Atalar demişse mutlaka bir hikmeti vardır!
Türk milleti olayların gerçek sebeplerini bilmek istiyor. Mesela, hiç bir şekilde kamuoyuna açıklanmaması gereken MGK konuşmaları neden gazetelerde boy boy manşetlerle yer alıyor? Bunun kimin tarafından sızdırıldığının araştırılmamasının sebeplerini de öğrenmek istiyor. MGK'nın sivilleşmesiyle Türk bayrağı taşıyanların tartaklanmaya, Kürt meselesi diye bir mesele yokken Kürt meselesinden bahsedilmeye başlanmasının ilişkisini merak ediyor.
Millet fakr u zaruretler içinde yetiştirdiği, aydınlarının, bütün özünü verdiği kişi ve kurumların suskunluğunun, aciz kalmasının, cesaretsizliğinin sebeplerini öğrenmek istiyor. Bünyesi çok kuvvetli olan Türk milleti, mutlaka bir çözüm yolu bulacak, bundan kimsenin şüphesi olmasın ama bir yanlışlık yapmak, doğru teşhisten uzak kalıp, yanlış tedavi uygulamak istemiyor. Her şeyin aslını esasını öğrenmek istiyor vesselam.
1950'deki Kore savaşlarında Kuzey Koreli komünistlerin eline esir düşen 1200 ABD ve 250 civarındaki Türk askeri, beyin yıkama işlemine tabi tutulmuşlar. ABD askerlerinden üçte ikisinin beyni yıkanabilmiş. Türklerinse hiç bir şekilde beyni yıkanamamış. Hatta Azerbaycan'dan beyin yıkama uzmanı komünist bir bayan eğitimci bile getirilmiş. Konuyu inceleyen bilim adamı şu iki sonucu bulmuş. Birincisi Amerikalı askerler numara, isim ve soyaddan oluşan bir tekmil verir, bir Türk askeri, doğduğu köy, ailesi, bölüğü, birliği, ordusu ne kadar bilgi varsa hep birlikte tekmil verir, künyesini sayarmış. İkinci olarak da Türklerin ast üst ilişkisini esirlikte de sürdürdüklerini tespit etmiş. Esir bile olsalar hiç bir şey olmamış gibi subaylar ne derse o oluyormuş. Subayların etkisini azaltmak için yemeklerini azaltmışlar, türlü eziyetler etmişler ama nafile. İtaat ve saygıda en küçük bir kusur olmamış. Komünistler bunu önlemek için subayları askerlerden ayırmışlar. Bu sefer çavuş, onbaşı görevi devralmış. Onları da ayırmışlar, bu sefer kıdemlilerin dediği olmaya başlamış. En sonunda iki kişi kalana kadar bu işlemi sürdürmüşler. O iki kişiden biri erbaş, biri erat olmuş. Türk milleti, mensubiyet duygusunu ve disiplini kaybetmedikçe beyninin yıkanmasına izin vermeyecektir.
Milletimizin bilmek istediği şeylerden biri de "dünya Türk olacak" gibi basit, içi boş, hiç bir anlamı olmayan sloganları bir kenara yazarak günü geldiğinde bundan bir örgüt çıkarmayı veya bir menfaat temin etmeyi düşünenlerin kimler olduğu. Başbakana suikast düzenlenmesinin nasıl saniye saniye görüntülendiği, ortada silah filan yokken silahın bulunduğu... Bana gelen mektuplardan biri de Telafer katliamı ile ilgiliydi. Okuyucum oturduğu evin balkonundan Ankara'yı seyrediyormuş. Beş ayrı parkta havai fişekler atılırken katliamın yapıldığı haberlerini dostlarından, Irak Türkmenlerinin çığlıklarından öğrenmiş. Soruyordu: "Telafer’de binlerce Türkmen katledilirken neden Türk basını susuyor, TRT inatla bir muhabir göndermekten kaçınıyor? Telafer için yasak mı kondu? Bu sevinç gösterilerinin sebebi nedir?" Ve ekliyor. "Belediye başkanının Apo'nun hemşerisi olduğu doğru mu?"
Milletimizin ayranı kabarmak üzeredir. Biraz daha sabır. En doğru tespitleri yapıp sıfır hata ile meseleleri kökünden çözecektir diye düşünüyorum. Ancak doğru teşhis için bilgilenmeye, bu bilgilerin sağlıklı kullanımı için de birleşmeye ihtiyacımız var.


www.ufukotesi.com - 10 / 2005  

aybarsfirat@yahoo.com

Ufuk Ötesi Gazetesi'nde yayınlanan yazı, haber ve fotoğraflar kaynak gösterilerek iktibas edilebilir.