Ölçü

 

Cem Sökmen  

Gel de Metropolde ‘Dava Adamı’ Ol!..


20. yüzyılın Türkiye’sine baktığımızda, Nurettin Topçu’nun “Hareket”, Necip Fazıl’ın “Büyük Doğu”, Peyami Safa’nın “Türk Düşüncesi”, Nihal Atsız’ın “Ötüken”, ve Osman Yüksel Serdengeçti’nin “Serdengeçti” gibi dergiler çıkararak, yanlarında az sayıda insanla birlikte yerli düşünceyi yeniden inşa etmek ve kamuoyu oluşturmak mücadelesi verdiğini görüyoruz. Onlar uygun vasatı beklemeyi ya da sonu hiç gelmeyen vartaları atlatmayı değil, her fırsatta sahip oldukları doğruları ve ürettikleri düşünceyi toplumla paylaşmayı seçtiler. Ve bundan dolayı çok cefalar çektiler.

Fakat Nurettin Topçu’nun şu cümlesiyle ifade ettiği gibi duruşlarını hiç bozmadılar: “Bizim hareketimiz mesuliyet hareketidir; davamız hayat uymak değil, hayatımızı hakka uydurmaktır.” Onların duruşu, sadece kendileri gibi entelektüeller tarafından değil, bir tahsil görmese de arifliğiyle, irfanıyla milletimizin meselelerini dert edinen sıradan zannedilen ama hiç de sıradan olmayan insanlar tarafından da desteklendi ve paylaşıldı. Necip Fazıl: “ Kendisine “dava adamıyım” diyen bir insan, davası çapında pişmeye borçlu değil mi?” derken, âlim ile arif’i birleştiren tavra ve duruşa işaret ediyordu.
FİKİR ÖFKESİ NEREDE?
Saydığımız isimleri birleştiren, “fikir öfkesi”ne sahip ve “bildiğini söyleme iradesi” taşıyan aydınlar olmalarıydı. Onlar kendi devirlerindeki anti-yerli aydın kalabalığının sahip olduğu sosyal statüleri reddetme iradesi gösterdiler. Bu üç vasfa gerçek aydının olmazsa olmazları diyebiliriz. Bu isimler eserleriyle çok ciddi bir düşünce mirası bıraktılar. Fakat sonraki kuşakların Türkiye’yi doğru anlamak için hayati önem taşıyan bu birikimden layıkıyla faydalandıkları söylenemez.
Bugünkü Türkiye’nin okumuş tabakasında, büyük çoğunluğu ’30 yaşına gelip de 30 tane kitap okumayanlar ya da 30 tane kitap okuyunca kendisini “tamamlanmış” hissedenler oluşturuyor. Bu noktaya gelişimizin temelinde moderniteyle birlikte çıkarıldığımız pozitivizm ve pragmatizm yolculuğu bulunmaktadır. ‘Şiddetli pozitivizm’in toplumun bünyesinde açtığı derin boşluk 1970’lerden sonra kendisini iyice ortaya koyan “Yeni Dünya Düzeni” ve “Vahşi Kapitalizm”e ciddi bir mukavemet gösterilmesine sebep oldu.
İsmet Özel de konuya şu cümlelerle temas ediyor: Mali sermaye insanların her geçen gün biraz daha plastikleşmesine sebep oluyor. Çaba sonucu kendi biçimini bulmuş insanların sermaye elinde plastikleşmiş insanlarla iletişim kurması çok zor belki de imkânsız. Çünkü plastik insanlar siz cümlenize başladığınız sırada sahip oldukları şekli siz cümlenizi bitirdiğiniz ana kadar bile muhafaza edemiyorlar. Herkesin yalnızca kendi maaşını, maddi anlamda rahatını düşündüğü bir ülke varlığını koruyamaz. Ve bu yüzden kimse “Ben milletime bir şey veririm ve milletim de bana bir şey verir” demiyor.”
BİLGİ VE İNANÇLA, SÖZLE VE EYLEMLE…
Türk toplumunun bu dönüştürme işleminden kurtulabilmesi için kafa yoran Alev Alatlı şöyle diyor: “İnsanoğlu yaşayacaksa adaletin hatırı için yaşamalı. Böyle, bir şey yapmadan durup kendinizi güneş ışığına bırakır gibi, başkalarının gayretine terk ederseniz, öğrenemezsiniz. Siz zahmet edeceksiniz, ihtiyacınızı siz sahipleneceksiniz. Yaşam sahanlığını ‘Büyük Yalan’a terk etmek istemeyen herkes, olaya bugün ve bu saat müdahale edecek. Bilgi ve inançla, sözle ve eylemle, malla ve canla, bütün kuvvetini sarf ederek biyofiliya yolunda savaş...”
Özellikle 1980’lerden sonra kapitalist toplum şartlarına iyice uyarlanan Türkiye’de insanların kafasındaki standartlar farklılaşmış, hayatı yaşanabilir kılan değerler manevi olandan maddi olana doğru hızlı bir dönüşüm geçirmiştir. Yeni tüketim kalıpları aslında ihtiyaç olmayan şeyleri ihtiyaç haline ve maddeyi de vasıtalıktan tamamen soyutlayarak gaye haline getirmiştir. Hal böyle olunca, şahsiyet kelimesinin içini dolduran vasıflara sahip olan değil, serveti ve gösterişi başkalarından daha fazla olan saygı duyulan insan olmuştur. Artık eskisi gibi sağ ve sol’dan bahsetmek de pek mümkün değildir. Çünkü kapitalizmin gücü ve meydana getirdiği dönüşüm hem sağın hem de solun referanslarını aşındırarak dünyevileşme çukuruna düşmelerine sebep olmuştur. Birbirinden farklı olduğunu zannettiğimiz insanların “hayat tarzı birlikteliği” sağ ve sol görüntülerinin altında yaşanan içeriksizleşmeye delildir. Bugün ihtiyacımız olan ‘aydın ve insan tipi’ müşahhas bağlardan sıyrılmış kimseye makam, mevki sahibi olduğu için, hemşehrisi olduğu için ayrıcalık tanımayan, bütün bunları varoluşumuzu anlamlandıran temel dinamiklerin süzgecinden geçiren ve son tahlilde mağdurdan, mazlumdan, orijinaliteden, samimilerin birlikteliğinden yana tavır koyandır...


www.ufukotesi.com - 09 / 2005  

ufuk@ufukotesi.com

Ufuk Ötesi Gazetesi'nde yayınlanan yazı, haber ve fotoğraflar kaynak gösterilerek iktibas edilebilir.