Gazeteleri ve dergiyi kaldırıp, internette gezinmeye karar veriyorum. Son günlerin moda sitelerinden ‘earth.google’dan 30 yılımın geçtiği sokağın uydu fotoğraflarını buluyorum. Sonra yaz akşamları ateşböceklerini kovaladığımız son yeşillik parçasını… Bir dost, MSN’den selam çakıyor. Ta Moskova’dan… İhtimal, IP numaramdan kentim, ilçem, sokağım ve evime ulaşmak, çocuk oyunundan da kolay… Ana üryan, yerkürenin bir noktasındayız. Gizlimiz, saklımız var diyen ne büyük hüsrandadır. Öyleyse nedir bu ruhlarımızın üstüne riya peçeleri çekmek! |
“Biz şehir ahalisi, üstü çizilmiş kişiler
Kalırız orada senetler, ahizeler ve tren tarifesiyle”
Yol alabildiğine sessiz… Gece kendini derin bir boşluğa bırakmış, iç çekişini dinliyor. Karşımdaki kamu binasının projektörleri ve sokak lambasının ışığı masadaki kitap ve gazeteleri okuyabileceğim kadar güçlü… Cılız bir sardunya, belli belirsiz rüzgâra direniyor. Tırtıl istilasına uğramış gülfidanı, güzü beklemeden yapraklarını dökmeye başlamış bile.
Vatan’a göz atıyorum. 22 Ağustos 2005 tarihli nüsha. ‘Sadece 29 kupona’ İngiliz gazeteci Hugh Pope’un Türk dünyasını anlattığı son kitabını veriyor gazete… Adı, “Evlad-ı Fatihan”
Pope, bize bizi anlatıyor…
Çeviriyorum gazeteyi… Beşinci sayfada bir haber: “Burkalı kadın, Bakan korumalarını korkuttu” Sağlık Bakanı Recep Akdağ Erzurum’da incelemelerde bulunurken karşısında burkalı (!) bir kadın peydahlanıp, hasta gelini için yardım istiyor. Korumaların müdahalesini Akdağ önlerken, gazete burka için parantez içinde “çarşafa benzer kapalı kıyafet” açıklamasını yapıyor. Haberde mahreç olmadığı için, yerel muhabir mi geçmiş, Ankara ya da İstanbul’dan bir muhabir mi gidip Sağlık Bakanı’nı takip etmiş anlamak mümkün değil. Yazı işlerinden biri, fotoğrafa bakıp, ‘ehram’ için ‘bu olsa olsa burkadır’ saptamasını da yapmış olabilir. Erzurum, Bayburt ve Gümüşhane’ye özgü yerel bir örtü olan ehram, Vatan’ın dilinde ‘burka’ya dönüşürken, iyi ki, Evlad-ı Fatihan’ı Hugh Pope yazmış, demekten kendimi alamıyorum…
Artık o gazetenin benim için beşinci sayfadan sonrası yok. Bir sigara yakıp, Cenk Kargı’nın editörlüğünde yayınlanan ‘Bar Clup’ dergisinin (Temmuz-Eylül 2005 Sayı: 46) sayfalarını çeviriyorum. Birbirinden ilginç yazılar. Turgut Özakman’ın “Şu Çılgın Türkler” adlı kitabının okullarda ders kitabı olarak okutulmasını öneriyor. Hürriyet’ten Ali Atıf Bir, kitap 30 baskı yaptıktan sonra methiyeler dizmeye başlamıştı. Cenk Kargı ise daha ilk baskılarda ‘Şu Çılgın Türkler’deki inceliği yakalamış ve dergisine konu etmişti… 17. Baskısını okuduğum romanın son sözünde “…Bugün Türk gençliği biri ötekine benzemeyen iki tarihe inanıyor” saptaması dikkat çekici. Gönül isterdi ki, böylesi bir belgesel-romana ‘çılgın’dan farklı bir ad bulunsun. Kitabın içinde de yer aldığı gibi bir ‘destan’ ve ‘kutsal savaş’ı çılgınlık gibi bir sözcükle ifade etmek, bazı kavramların içini boşaltmak yukarıda belirtildiği gibi ‘iki tarih’ çelişkisini zorunlu kılar. Özgürlük, vatan, namus ve diğer kutsal değerler için verilen mücadeleyi ‘çılgınlığın’ gölgesinde bırakmak, bu çelişkiyi ancak ve ancak körükler…
Dergide asıl ilgimi çeken bir başka yazı vardı: İlk kadın meyhaneci. Rum olan kocası ölünce, onun mesleğini sürdüren Esen Lorencu ile yapılmış kısa bir söyleşi… Ve o yazıdan, Esen Lorencu’nun ağzından bir paragraf:
“…Bir de ben bir Rumla evlendim diye rahat ederim, rahat giyinebilirim, gezebilirim diyordum, ama o Osmanlı çıktı. Bana karşı çok tutucuydu. Hatta ben takılırdım ona ‘senin şecereni incelemek lazım, sende bir Türklük var’ diye…”
Türk’ten ‘burkanın’ tanımını, Rum’dan ‘tutuculuğun’ icabını öğrendikten sonra, bir sigara daha yakıyorum… Sırada Vakit gazetesinin aynı tarihli nüshası var. BBP Genel Başkanı Muhsin Yazıcıoğlu manşet: Bir tek başörtülüler 2. sınıf vatandaş… İkinci sayfada bir köşe yazısı: Örtü sorunu çözülmeden, Kürt sorunu çözülemez! (A. İhsan Karahasanoğlu)
9. sayfada Başbakan Erdoğan manşet: Kürt ayrı, PKK ayrı.
Keşke bugün bütün gazeteleri alsaydım, diye hayıflanıyorum. Kim bilir kimler, kimlere neleri söyletmiştir. Başka bir ifadeyle ‘ne yutkunmalar takılmıştır’ satır aralarına. Bir coğrafya düşünün ki, herkes kendini koymuş arzın merkezine, geride ne varsa kulak tıkamış… Dünya ‘o’ndan ibaret…
Gazeteleri ve dergiyi kaldırıp, internette gezinmeye karar veriyorum. Son günlerin moda sitelerinden ‘earth.google’dan 30 yılımın geçtiği sokağın uydu fotoğraflarını buluyorum. Sonra yaz akşamları ateşböceklerini kovaladığımız son yeşillik parçasını… Bir dost, MSN’den selam çakıyor. Ta Moskova’dan… İhtimal, IP numaramdan kentim, ilçem, sokağım ve evime ulaşmak, çocuk oyunundan da kolay…
Ana üryan, yerkürenin bir noktasındayız. Gizlimiz, saklımız var diyen ne büyük hüsrandadır. Öyleyse nedir bu ruhlarımızın üstüne riya peçeleri çekmek!
Kim kimi kandırıyor, kim yalan oyunlarla ‘talan’ın üstüne burkalar çekiyor!
Ve kim ‘soyuyor’ daha doğmamış bebelerin geleceğini; ucundan kan sızan ihtiras kamalarıyla…
Beyler, çıkarın kafalarınızı kumdan, biri bizi gözetliyor!
ilgazbabacan@hotmail.com
|