Gerçek

 

Özdemir Özsoy  

Yazık oluyor


Türkiye’yi Avrupa Birliğine lâyık bir düzeye (!) getirmeyi üstlenmiş dernek veya kuruluşlardan birinin başkanı bir TV programında, konuyu bilen tek adam edasıyla etrafındakileri de küçümseyerek “AB’nin bu toplumu hizaya getirip düzene sokması fena mı olur?” şeklinde bir ifade kullanabiliyorsa gerçekten bu millete yazık olmuştur. Bu kişinin kendisi dahil, basit çıkarlar peşinde koşan birçok kimse belki böyle bir zillete müstahaktır. Yani böyle aşağılanmayı hak edenler mutlaka vardır.

Neyi tartışıyoruz? Kiminle ve niçin?
Şartlanmış ya da bir çıkar karşılığında belirli hedeflere odaklanmış kişilerle herhangi bir konu üzerinde konuşarak olumlu sonuçlara ulaşılamadığı açıkça görüldüğü halde hâlâ niye ısrarla TV’lerde açık oturumlar düzenleniyor ve konuşmacıların aynı merkezlerden yönlendirildiği niye görülmek istenmiyor?
Sınırlı ve kalıplaşmış görüşlerin dışında, ortaya bir şey koyma yeteneği olmayan kişilerin, isim yapmış dernek ve vakıfları temsil ederek ekranda görünmeleri iyi niyetli izleyicileri hem yanıltıyor hem de zamanı boşa harcamalarına sebep oluyor.
Kendilerinden çok şey beklendiği halde “Aman koalisyonu bozan biz olmayalım; her konuda uysal davranarak uyumlu olduğumuzu gösterelim.” düşüncesiyle üzerlerindeki manevi baskıdan kurtulmak için çeşitli ödünler veren ve böylece törelerin törpülenmesine göz yuman bazı siyasi partilerin sebep olduğu hayal kırıklığı AB’ye uyum sürecinde siyasi ve iktisadi bağımsızlığı savunanların elini zayıf düşürmüştür. Onun için “Nasıl olsa bunların savunmaları sözde kalır; biz bildiğimizi yapalım.” havası estirilmektedir.
Türkiye’yi Avrupa Birliğine lâyık bir düzeye (!) getirmeyi üstlenmiş dernek veya kuruluşlardan birinin başkanı bir TV programında, konuyu bilen tek adam edasıyla etrafındakileri de küçümseyerek “AB’nin bu toplumu hizaya getirip düzene sokması fena mı olur?” şeklinde bir ifade kullanabiliyorsa gerçekten bu millete yazık olmuştur. Bu kişinin kendisi dahil, basit çıkarlar peşinde koşan birçok kimse belki böyle bir zillete müstahaktır. Yani böyle aşağılanmayı hak edenler mutlaka vardır. Ancak, güçlü bir kültür temeli olan bir halkın hepsini hafife almak edep dışı bir davranıştır.
Bu konuşmayı yapan kişi, başında bulunduğu kuruma dış ülkelerden sağlanan yardımın üstüne kendi derneklerinin kesesinden ayrıca harcama yaptıklarını, dışardan aldıkları paranın yetmediğini sanki bir marifet gibi anlatıyor. Yani başkalarının belirlediği bir misyon için hem dışardan hem içerden kaynak sağladıklarını itiraf etmiş oluyor. Elbette ki bu konuda söyleyeceklerimiz çoktur. Ama Türkiye’yi tanıtma fonundan da para alıp almadıklarını bilmiyoruz.
Aynı toplantıda o kişinin yanında yer alan (ve yanında oturan) hanım ise AB’nin kaçamak tavrının ve ayak oyunlarının mazeretini, onlar adına ortaya koyarak savunma yapma gayreti içindeydi. İddialı bir kurumun temsilcisi olan bu genç hanımın iyi bir eğitim görmüş ve konuya hâkim bir kişi izlenimi vermesine rağmen dar bir açıdan, tek bir yöne baktığı dikkatli gözlerden kaçmıyordu. Neden böyle oluyordu? Birçok konuda olduğu gibi burada da okumuş insanlarımızın gözlüklerinin yan tarafı kapatılmış olup yalnızca istenen bir nesneye odaklanması sağlanmıştı.
Acı bir durum ama burada bir gerçeği kabul etmek zorunda olduğumuzu biliyoruz. Dürüst, yurtsever önderlerin peşine düşmeyen ve dolayısıyla kendisine iyi hedefler seçmeyen bir toplumun böyle hafife alınması ve yoldan çıkarılması her zaman mümkündür.
Aynı zihniyetin temsilcileri ülkenin tarımını da tam manasıyla vesayet altına sokma gayretindedirler ve bu yolda, oldukça mesafe almışlardır. Her zaman olduğu gibi bu konuya da yanıltıcı (demagojik) bir yaklaşımla el atmışlardır. Avrupa ülkelerinde tarım sektöründe çalışanların toplam nüfusun yüzde 15’inin altında olduğunu, Türkiye’nin de büyük bir aşama (!) ile bu hedefi yakalaması gerektiğini, heyecanla dile getirmektedirler. Ama nasıl ve hangi şartlar altında?... Evet bazı batı ülkelerinde bu oranın daha da küçük olduğu doğrudur. Hem de bu, elli yıldır böyledir. Bunu yeni keşfedilmiş bir şeymiş gibi gündeme getirmekten güdülen amaç nedir? Oralarda sanayileşme ve bu sektördeki istihdam yeni bir olay değil. Üstelik ülkemizde de plansız, programsız rasgele bir sanayileşme yüzünden büyük şehirler civarındaki bazı köylerin kendiliğinden kent sınırları içine girip tarımdan koptuğu bilinmektedir. Kent sınırlarını yapay olarak genişletip hayvan besicisinin bu sınırlar içinde ikametini sağlamakla ve köylü sayısını bu sayede az göstermekle tarımdaki nüfusun azaltılmasının ne ilgisi var? Bu nüfusu sanayi ve hizmet sektörüne mi aktarıyorsunuz yoksa iki eli böğründe şaşkın ve âtıl olarak ortada mı bırakıyorsunuz?
Tarım üreticisine -havadan- pirim ödemek ve bunun bir kısmını peşin ödemek üretimin kontrol altına alınıp kısıtlanmasını hedeflemektedir. Ürünlerin hem çeşidinin hem de miktarının, arkasında yabancı sermayenin bulunduğu kurumlarca, belirlenmesi istenmektedir. Kendileri tarafından kolayca yönlendirilebilecek büyük çaptaki tarım işletmelerinin kurulması ve böylece gübreleme, pazarlama işlerinin tröstlerin eline geçmesi sağlanmaktadır. İşsiz kalan milyonlarca insana siyasi iktidarın bir müsteşarı tarafından, bir araya gelerek büyük şirketler kurmaları önerilmektedir. Tarım kooperatiflerinin köküne kibrit suyu ekip sonra sanki çok kolaymış gibi tekrar şirketler halinde teşkilatlanmaları istenmektedir. Bir de büyük holdinglere, yabancı şirketlere destek sağlayacaklar böylece. Belki bu bürokratlar şartlandırılmış ve inandırılmıştır, belki savundukları konularda samimidirler. Ancak büyük bir gaflet içinde oldukları da açıkça görülmektedir.
Bu ortak tarım politikası ile ihracatın kısıtlanacağının ve dış ticaret açığının daha da artacağının gözden kaçırılma gayreti ortadadır.
Pancardan şeker üretmenin ülkeye ne zararı olmuştur ki üretici bundan vazgeçirilmektedir? Ekicinin üretimden çekilmesine karşılık kendisine hibe olarak pirim ödenmesi, pancardan şeker yapan ve ülkemizin milli gelirine büyük katkısı olan şeker fabrikalarının kapatılması sonucunu doğuracaktır.
Yalnız burada acı bir gerçeği gözden kaçırmamak gerekir. Nasıl bir ezikliğin yahut çaresizliğin sonucudur ki bazı üreticiler (az sayıda da olsalar) bu avansları kabul edip “yan gelip yatmaya” sıcak bakmaktadırlar. Bu duruma seyirci kalan ve basit çıkarlar karşılığında bu davranışları özendirenlere yazıklar olsun!
Burada, pancar ekiminin, geniş alanlara bol yeşillik vererek havadaki oksijeni artıracak olumlu bir katkıda bulunduğunu belirtmek gerekir.
Üreticiden alınan sütün fiyatının devamlı olarak düşürülmesine karşın tüketici tarafında fiyat yerine kalitenin düşmesi tarım sektöründe genel bir yapısal sorun olduğunun göstergelerinden biridir.
İşin garip tarafı öve öve bitiremedikleri o İsrail kolhozlarında olsun, tarım nüfus oranının düşük olduğu o batı ülkelerinde olsun bu sektördeki devlet sübvansiyonu gözden kaçırılmak istenmektedir. Üstelik oralarda tarım alanlarının yabancılara satışı yasaklanmışken ülkemizde AB’ye uyum adı altında, bu konuda da yabancı sermayenin teşvik edilmesi bir başarı gibi gösterilmektedir.
Büyük sermaye eliyle, ülkemizde şeker üretimini kısıtlayıp kendilerindeki tatlandırıcıları, mısır nişastasını ithal etmeye bizi zorlayanlar acaba hangi tarım ürünlerinde gelişme sağlamamıza izin verirler ki?...
Yaş sebze ve meyve, fındık ve bakliyat ve de küçükbaş hayvancılıkta rekabet şansımızın devamına izin verilecekmiş… Şimdilik…
Bu nasıl bir teslimiyet anlayışıdır? Yazık!...


www.ufukotesi.com - 08 / 2005  

ufuk@ufukotesi.com

Ufuk Ötesi Gazetesi'nde yayınlanan yazı, haber ve fotoğraflar kaynak gösterilerek iktibas edilebilir.