Milli Sıtrateji

 

Dr. Alptürk Ünlü  

Türk milleti için düşünceler


Dünya üzerindeki milletlerin ırksal oluşumlarına yönelik düşünce ve görüşler vardır. Aynı şekilde, var olan ırkların dünya üzerinde geliştirdikleri her türlü değerleri inceleyen birimler de vardır. Bu anlayışlar bazen tarihin, sosyolojinin, iktisadın, antropolojinin veya başka bir sahanın ilgi alanına girebilmektedir. Biz de burada, dünya yüzeyindeki bazı milletler ya da topluluklar üzerine sosyolojik özellikleri hususunda, değerlendirmeler yapmak istiyoruz.

Bize göre dünyada; liderci toplumlar, zaman ya da mekâna göre güçlenen ya da güçsüzleşen toplumlar, kurumsal anlayışla harekete ederek etkili olan toplumlar, bölgeci ve içine dönük olan toplumlar, dinsel anlayıştan güç alarak etkili olan toplumlar, bireyci ve de organize olamayan toplumlar ve son olarak Siyonistlerin yönlendirip dünya liderliğinde ön pilana getirdikleri toplumlar vardır.
Liderci toplumlara örnekler verecek olursak, bunların en başında her halde, Türkler gelir. Ayrıca tarihi süreç incelendiğinde bu kategoriye İtalyanları, İranlıları ve Rusları da almamız lâzımdır. Bu toplumların dünyada etkili olmaları, o ülkelerde bulunan liderlerin yetenekleriyle orantılı olmaktadır. Örneğin Roma İtalya’sında Sezar; Pers İran’ında Kiros; Türk dünyasındaki Mete, Atila, Alpaslan, Atatürk gibi….Liderci topluluklar içersinde bir topluluk vardır ki, en enteresanı onlardır. Hangi topluluktur onlar diye sorarsanız? Bu topluluk Ruslardır derim. Çünkü Ruslar da gerçekten liderci bir topluluktur, fakat onları başarıya götüren liderler, Rus olmayan liderler olarak tarihte yer almaktadır. Kısaca Ruslar, yabancı kökenli liderlerle yükselen toplumdur. Bunun en iyi kanıtı Çarlık Rusya’sı döneminde II. Katerina; Sovyet Rusya döneminde ise Sıtalin’dir. Çağın gelişimine göre yükselmiş olan toplumlara ise:Yunanlar, Moğollar, İspanyollar, Portekizliler ile Orta ve Güney Amerika halklarını (Aztekler-Mayalar-İnkalar) örnek verebiliriz Kurumsal anlayışla etkili olan toplumlar için de; Normanlar, İsveçliler, Danlar, Almanlar ve Japonlar kolayca örnek olarak gösterilebilir. Bölgeci ve içine dönük olan toplumlara ise, en iyi örnek Çinlilerdir.
Dinsel anlayıştan güç alarak etkili olan toplumlar da vardır. Bunlara yönelik iki önemli topluluk vardır. Bunlardan birincisi; dinsel-ırkçılığı esas alarak yükselmeyi hedef almış olan Yahudilerdir.
Diğeri de Müslümanlık dinin ilk yıllarındaki iradeyi arkasına alıp, bir rüzgâr estirerek güçlenen ve yükselen Araplardır. Dikkat buyurun Arapların, dünyadaki yükseliş yüzyılları, ancak ve ancak İslamiyet’e sarıldıkları yüzyıllarda olmuştur. Başka bir dönemde, dünyada etkili değillerdir. Kısacası Araplar, ancak ilahî iradeye dayanmakla güç olabilirler. Başka şansları da yoktur..
Fakat Araplar, Yahudilerle aynı ırktan geldikleri, yani Sami ırkına mensup oldukları için midir bilinmez; İslam dininde Emeviler döneminde, Arap milliyetçiliğini esas alma yöntemlerine başvurmaya çalışmışlardır. Bunun en iyi kanıtı da, İslam dininin özünde olmamasına karşın, soya dayanan bir iktidar kuran Muaviye ve oğlu Yezit’in yaptığı faaliyetlerdir.
Bireyci ve de organize olamayan toplumlara en iyi örnekler olarak: Zenciler, Hintliler ve Kızılderililer verilebilir. Ayrıca Siyonistlerin yönlendirip dünya liderliğinde ön pilana getirdikleri topluluklar adına da, Anglo-Saksonlar, yani İngiltere ve ABD söylenebilir...
Biz, bu verilen kümelerdeki toplulukları, bu aşamada incelemekten ziyade, Türk milleti ya da toplulukları üzerine, genel anlamda ve de tarihsel verilerin ışığında, görüş belirteceğiz.
Gerçekten Türk insanı, tam anlamıyla liderci; yani, lider merkezli bir anlayışa dayanarak hareket etmektedir. Böylesi topluluklarda baskın karaktere sahip olanlar, toplumun geleceğini belirlerler.
Yine böylesi bir anlayışın olumlu ve olumsuz yönlerini şöyle belirtebiliriz. Türk topluluklarındaki baskın karakterli kişi, topluluğa önderlik edebilir. Fakat sorun önderlik etmede değil. Sorun önder olarak kabul gören şahsın, geleceğe yönelik hedefler koyup koymamasında ya da içinde bulunduğu ortamı, iyi okuyup okuyamamasındadır. Bu nedenle, eğer lider olan kişi, gerçekten yaşadığı ortamı iyi görüp değerlendirebiliyorsa, Türk milleti için başarı da kaçınılmaz olmaktadır. Türk tarihi, bunun örnekleriyle doludur. O nedenle Mete, Atila, Alpaslan ve Atatürk adını örnek olarak verdik.
Fakat Türk milletinin başına geçmiş ya da geçirilmiş olan liderlerin çapsız durumda bulunması da, Türk milletinin ıstıraplar içersine düşmesine ve perişan olmasına yol açmaktadır. Bu konuda bakınız Atila sonrası Avrupa’daki Hunların haline!.. Bakınız Atatürk sonrası Türkiye’nin hallerine!..
Çok övündüğümüz dayanışmamıza gelince, sadece akrabalığın vermiş olduğu anlayıştan ötelere gidilememektedir. Bu nedenle de, bir Türk, hemen kolaylıkla bölgeci, şehirci ya da köycü olmaktadır. Nasıl derseniz? Şöyle: Örneğin bir ilçede herkes kendi köyünü, bir ilde herkes kendi ilçesini, İstanbul, Ankara gibi büyük şehirlerde ise, kendi ilini esas almaktadır. Bu durumda da, bölgeler arası pek çok ayrışma ve de kültürel farklılaşma ve de her kesimin kendi içersine doğru eğilme süreçleri artmaktadır. Bunun bir örneği de, halk oyunlarında ve hatta türkülerde dahi kendini göstermektedir. Bu çeşit farklılaşmalar, en çok enternasyonalistleri sevindirmekte ve de kültür zenginliği ya da mozaik edebiyatını gündeme sokmalarına da yol açmaktadır. Hatta öylesine purovokasyonlar yapmaktadırlar ki, Yörükleri, Tahtacıları ve Çepnileri, sanki Türk’ten ayrıymış gibi kamuoyuna sunmaktadırlar.
Türk insanı, birbirine sistematik anlamda bağlanmayı geliştirememektedir. Bu geliştirememenin sonucunda sosyo-politik ve sosyo-ekonomik boyutlarda, sürekli acılar çekmekte ve ıstıraplar içersinde inlemektedir. Sadece liderin peşinden gitmeyi biliyoruz. Eğer lider akıllı ve de sıtratejik açılımı iyiyse, zafer kaçınılmazdır. Tersi durumunda ise, felaketler kaçınılmaz olmaktadır. Türkler arasında, ekonomi bilincinin toplumsal derinliği yok denecek kadar azdır. Bu işin derinliğini anlamış olan bazı cemaatler ve gurupların dışında, Türk milleti durumdan habersizdir.
Kırsal kesimdeki köy üretiminin, en sosyal yönünde dahi, sadece imece usulünden öte gelişmemiş olduğumuz görülmektedir. Halbuki imece usulü, bir yardımlaşma örneği ise, sadece köydeki tarımsal anlamdaki üretimin bir sürecinde kalmamalıdır. Millî anlamda yani üretimin ve tüketimin millîleşmesi anlamında, imece anlayışı hiçbir şekilde söz konusu olamamaktadır.
Böylece Türk milleti, gayri Türk anlayışlıların insafına terk edilmektedir ve de geçmişte de hep böyle olmuştur. Bu durum vahim tablolara yol açmıştır ve de açmaktadır ve de böyle sürerse de açacaktır.
Burada, size Türkiye’de yıllık kazanç bazında, ilk yüze girenlerin kök analizini yapacak halimiz şu anda yoktur! Ki bu analiz hususunda, çeşitli yazılarımızda da sürekli bilgiler verdiğimiz ve ülkemizdeki genç insanların, asıl bu anlamda kendine gelmeleri için çırpındığımızda, bu köşeyi okuyanların malûmları olsa gerektir.
Bu bağlamda, yıllık kazancın ötesinde, genel olarak ayni ve nakdi zenginlik açısından da, bu ülkede kimlerin ve hangi ayilelerin ilk yüze girdiği hususunda, ne yazık ki sağlıklı sosyolojik çalışmalar yapılmamaktadır. Bunun yapılamamasındaki ana sebeplerden birincisi, zenginlik sıralamasında olan fakat bu zenginliklerinin kaynaklarının ve kendi orijinlerinin sorgulanmasını istemeyen güç odaklarıdır. Onların, hedef saptırmak için, değişik görüşler ürettirdikleri bilinmektedir Ayrıca toplumun içersine, kasıtlı olarak saldıkları ajanların faaliyetleri de bellidir. Bu anlamda “laf olsun, torba dolsun” anlayışıyla, ülkemizde beslenen yığınlar, kendileri ve gelecekleri adına “İncir çekirdeğini doldurmayan” konular peşinde koşup oynamaktadırlar. Böylece, Türk milletinin pek çok saf evladı da, bu bitmek tükenmek bilmeyen mücadelenin içersinde, yuvarlanıp gitmektedir. Saf ve temiz Türk çocukları, diyalektik bakış açılarını netleştiremedilerse, ne işin özünü görebilir, ne de kömürün közünü, bunları göremeyenlerin gözlerinin önündeki çelişkileri görmeleri de, mümkün değildir. Aynı şekilde, bu çelişkilerden kaynaklanan karanlık ve kirli ilişkileri anlamaları da, söz konusu olamamaktadır. Böylesine vahim ortamın sonucunda, bu ülkede zenginliğin bütün boyutlarında sürekli ilk yüze giren köksüzlerin, rahatça zil takıp oynamalarına da imkan tanınmaktadır. Fakir Türk insanı için, günümüzün büyük şehirlerinde ayile içi yardımlaşma bilinci varsa da, bu da akılcılığı geliştirmekten ziyade, uyuşukluğu ya da günü kurtarmadan öte bir gelişme sağlamamaktadır. Ayile içi yardımlaşmada, iyi niyetlilik esastır. Fakat, bu iyi niyetlerin sonu, eğer kalıcı bir ekonomik destekle çözülmezse, her şey sonuçta hüsrana ve bireysel bunalımlara yol açmaktadır. Çünkü “Taşıma suyla değirmen dönmediği” hepimizin bilgisi dahilindedir.
Toplumsal yapı, iyi ve kötü düzlemindeki ayırımını, himayeci bir anlayışla yapmaktadır. Örneğin toplumsal uyuşukluğun kullanımında etkin olan ve sermaye tarafından birer sembol gibi sunulan Hülya Avşar-Bülent Ersoy-Özcan Deniz-İbrahim Tatlıses ve benzerleri, Türk insanına çeşitli metotlarla anlatılmaktadır. Biz de sürekli bu köşedeki yazılarımızda, Türk milletine değişik boyutlarda dostluk ya da düşmanlık yapan kişi, kuruluş, tekel ya da devletlerden örnekler vermekteyiz. Biz dost ya da düşmanları, inandığımız ve doğru bildiğimiz diyalektiğin anlayışı gereği ele alıp değerlendirmeye çalışıyoruz. Türk milletine mensup olan pek çok insan, kendisine dost ya da düşman olanları, analitik bir metotla ayırmaktan ziyade, sıtatik bir yaklaşımı esas almakta ve üstelik de farkında olmadan, politikacı, gazeteci, şarkıcı, türkücü demeden yoldan geçeni, bilinçsiz bir şekilde pohpohlayıp bir de beslemektedir.
Aynı zamanda Türkler, dünya üzerinde en fazla ve en değişik arazilerde hareket eden birkaç toplumdan birisi olmakla beraber; (diğerleri İngiliz, Fıransız, İspanyol ve Portekizlerdir.) gittiği çevreden çabuk etkilenen ve de o çevrelerde çabuk karışıma uğrayan bir karakter özelliği de çizmektedir. Bu iyi bir durum mudur? Tartışmalıyız... Türk boylarının ya da Türklere yakın unsurların, gittikleri yerdeki bu özellikleri, genel anlamda asimile olmalarına da yol açmıştır. Buna, günümüzde en iyi örnek olarak, Bulgarlar verilebilir. Geçmişe yönelik örnekler olarak: Hazarları, Kuman-Kıpçakları ve Peçenekleri sıralayabiliriz. Oysa, bir Portekiz ya da İspanya’nın dünyadaki yayılmacılığı çok farklı boyuttadır. Nasıl dersiniz? O zaman gidin Güney ve Orta Amerika’da yaşayan toplumlara sorunuz, ‘diliniz hangi dildir’ diye? Onlar size ne cevap verecektir? Bilin ki alacağınız cevap, istediğiniz cevap olmayacaktır. Örneğin Peru’nun dili, niye İspanyolcadır? Peru’da kaç tane İspanyol kökenli vardır? Sürekli yer değiştirmelerine bağlı olarak, belki size biraz tuhaf gelecektir ama, dünyada en çok dini arayış içersine girmiş olan yegane millet de Türklerdir. Türk milleti, tarihi süreçte, çok farklı dinlere girmiş olan bir topluluk olma özelliğini de göstermektedir. İsterseniz, tarihsel sürecimiz boyunca girilen dinleri, bir araştırınız! Örneğin; Uygurları, Hazarları, Uzları araştırınız! Ne göreceksiniz? İçlerinde Mani, Yahudi, Hıristiyan olanlar var mıdır? Var olanları da, Türk’ün bireyi olarak kabul etmemek mümkün müdür? Buradaki amaç, o dinlerin doğruluğu ya da yanlışlığı üzerine düşünce yarıştırmak değildir. Buradaki amaç, Türk milletinin hep arayışlar içersinde olduğunu, zaman ve mekan sürecinde de, bu arayışlarını farklı boyutlara taşıdığını göstermektir. Türk milleti, tüm bu özelliklerin olumlu ya da olumsuzluklarını yaşamış olabilir. Fakat en büyük olumsuzluk, liderci anlayışının kaderci bir yaklaşımla benimsenmesinden kaynaklanmaktadır. Lidercilik anlayışını, kaderci bir yaklaşımla benimseyenlerin, hiçbir olaya analitik bakmaları da söz konusu olamaz. Öyleyse, Türklerin tarihindeki, tüm olumsuzlukların müsebbipleri incelendiği zaman ne görülecektir? Çapsız ve de akılsız liderlerin, başta olduğu gerçeği... Düşününüz! Başınıza geçirdiğiniz, adam yerine koyduğunuz liderinizin çapsızlığını, o zaman anlayacaksınız, yenilginizin gerçek sebebini ve Türk insanının dünyadaki, bugünkü konumunu... Bizim liderlerimize verdiğimiz genel isimler nasıldır? Başkan, Başbakan, Başbuğ vb. Dünyada kaç ülke böylesine liderini anlamlandırıyor? Yani, başının üzerinde taşıyor? Siz önderinizi, başınızın üzerine oturtuyorsunuz. Niçin? Ona güvendiğiniz ve iyi bir lider olduğuna inandığınız için. Sonra, bir bakıyorsunuz, lideriniz bir köye çoban olamayacak kadar, bilgisiz ve çapsız biri... Atamıyorsunuz, kovamıyorsanız. Örümcek kozasını örmüş ve ağlarla emniyetini de almış. Olayın vahametini fark edenler çırpınıyor; fark etmeyenler, örümceğin salgısıyla uyuşmuş bir oraya gidiyor, bir buraya. Çıkış nerede? Yok diyorlar…
Evet, başınıza koyduğunuz kişiler çapsızsa ne yapabilirsiniz? Çok şey! Fakat, iyi mi, kötü şeyler mi? Onu da yaşayarak öğreniyorsunuz…
Liderleriniz size hiçbir şey yapamasa bile, başınızdalar ya!
Belki sizin adınıza, ya da hesabınıza, başınıza bir şeyler yapıyordur
Benden size öğüt: dikkatli olun!
Başınızı sonuna kadar açın ve liderinizden önce bir kuş yapsın da, şansızı açılır belki! Böylece kifayetsiz liderlerden kurtulursunuz!
Bana sorarsanız: “sen ne yaptın” diye? Benim kifayetsizlerin ardında gidecek ne zamanım var, ne de isteğim. O nedenle başım açık ve rahat rahat dolaşıyorum.
Size de tavsiyem şudur: “Dürüst canlar bir olsun!”


www.ufukotesi.com - 08 / 2005  

ufuk@ufukotesi.com

Ufuk Ötesi Gazetesi'nde yayınlanan yazı, haber ve fotoğraflar kaynak gösterilerek iktibas edilebilir.