Bamteli

 

Aydil Erol  

“BİR ULU RÜYAYI GÖRENLER ŞEHRİ” VE TEBRİKLER


Camileri, konakları, koruları, kasırları, yalıları, sahilsarayları, sebilleri, selsebilleri, çeşmeleri, mesireleri, medreseleri, dârüşşifalarıyla, kaynak suları; çoğu yok edilen dantel dantel işlenmiş mezar taşlarıyla, yetiştirdiği değerlerle, son uykusunu bağrında uyuyan ünlülerle Üsküdar… Çamlıcadan Kızkulesine bir donanma gecesinin mehabetini, bir güzellikler güldestesinin haşmetini anlatabilmek, dile getirebilmek kolay mı?..

Saz da kılıç gibidir. Zafer arşına asılmak için bir kahramanın eline geçmesini bekler.
Hakkı Süha Gezgin
Üsküdar’a gider iken, her zaman bir yağmur alır mı, Kâtibimin setresi uzun mu, eteği çamur mu, uykudan uyanmış mı, gözleri mahmur mu, bilinmez. Kâtip benim, ben Kâtibin olduktan sonra el ne karışır; Kâtibime setre de pantol ne güzel yaraşır. Bir Nihavendin nağmeleri arasında gezinir de o güzelim günlerin özlemini çeker gönül. Türküye nağme, dillere destan olan Kâtibimin son uykusunu Üsküdar Selâmsız’da bir mütevazı mezarda uyumakta olduğunu kaç kişi bilir?..
Şairin “Bir semtini sevmek bile bir ömre değer” dediği İstanbul’dan bakıldığında “Köhne Üsküdar’ın dost ışıkları”nı görmemek mümkün mü?.. “Kimlerdensiniz? Ya bağrı yanık kimselersiniz!/ Yahut da her sabah uyanık kimselersiniz!” diye hulyalara daldığım, hayallere kapıldığım bir an idi ki; gözlerimin önünde “Altın Şehir”in “Üsküdar’ın dost ışıkları” belirdi. Kulaklarımda, inleyen bir tamburun ve bir kemençenin yanık nağmeleri yankılandı.
Tarihiyle, kültürel dokusuyla, coğrafyasıyla, insanıyla, saygısıyla, dünün görkemini barındıran, yarınlara umutla bakan, hayatımın yarım yüzyılının geçtiği Üsküdar belirdi gözlerimin önünde… Dünün tatlı hatıraları; mazinin sislerini, puslu ufuklarını silip pırıl pırıl göründü. Camileri, konakları, koruları, kasırları, yalıları, sahilsarayları, sebilleri, selsebilleri, çeşmeleri, mesireleri, medreseleri, dârüşşifalarıyla, kaynak suları; çoğu yok edilen dantel dantel işlenmiş mezar taşlarıyla, yetiştirdiği değerlerle, son uykusunu bağrında uyuyan ünlülerle Üsküdar… Çamlıcadan Kızkulesine bir donanma gecesinin mehabetini, bir güzellikler güldestesinin haşmetini anlatabilmek, dile getirebilmek kolay mı?..
Rumelihisarı mezarlığından değil, “Üsküdar’ın dost ışıkları” arasından görünüveren Yahya Kemal’e kulak vermemek ne mümkün: “Dünya yüzünde, bir sefer olsun, tanışmadan/Öz çehrenizle sizleri görmekteyim bu an./Sizlersiniz bu ânı ışıklarla Türk eden!/ Eksilmesin şu mutlu şafaklar bu ülkeden!/Gönlüm, dilim, kanım ve mizâcımla sizdenim,/Dünya ve âhirette vatandaşlarım benim.” Kulaklarımda bir şarkı çınladı; hem de “yaşayan en önemli fasıl üstadlarından Nurettin Çelik”in sesinden. Güfte kitaplarında pek göremediğimiz “Biz Çamlıcanın üç gülüyüz/Aşk bahçesinin bülbülüyüz.” Yine Yesari Asım Arsoy’un bir şarkısına başlayıverdik: “Sazlar çalınır (mı) Çamlıcanın bahçelerinde/Bülbül sesi var (mı) şarkıların nağmelerinde.” Nihaventten Hicaza geçilir mi, bilemeyiz ama, (Sahi bu meseleyi “Türk musikisinde 13 ana makam var” buyuran, Neylere flüt diyen, “darbukanın nefis bir es işaretiyle fasıl heyetini başlatan” zamane üstadlarına sormak gerek!..) Sirkeci’den Üsküdara geçivermişiz de haberimiz bile olmamış!.. Ömer Seyfettin’in “Pembe İncili Kaftan”da “orman”dan söz ettiği Çamlıca, yıllar önce dazlaklaştı, şimdi de boynuzlardan veya teve vericilerinden bakılmaz, durulmaz, oturulmaz oldu… Ferah mahallesinde ferahlanalım, sonra da Basko’ya uzanalım diye düşünürken kendimizi sevgili Özdemirlerin evinde bulduk. Niyetimiz gelin kızımıza, (Evliya Çelebinin torunu) candan sevdiğimiz Bânûmuza Bursa’ya giderken eşlik etmek, düğününe katılmaktı.
“Dün, Göztepenin neşeli bir âlemi vardı/Hicran ne gezer Göztepe’de gam ne arardı?..” Ya bugün?.. Yalovanın şen kızını kandırıp kaçırdıktan sonra bakacaktık: Bursanın taşları ufak tefek mi, o yârin kaşları keman mı olmuş?.. Meşhur meseldir: Gelin ata binmiş, “Ya kısmet!..” demiş… İzmitin Çene suyundan içmeden, pişmaniyesinden tatmadan kafileyi yarı yolda Değirmenderede terk etmek durumunda kaldık. Fındıklar da olmamış iyi mi? Yanlış anlaşılmasın: Bu ayrılık ‘global centilmenlere’ özenmekten değil, bir başka düğüne de katılmaktan, iki cami arasında kalan beynamaza dönmekten ileri geldi. (18.06.2005) Bizim Zaptiye Nazırı’nın-evin gerçek hâkiminin-kül dökeninin yeğeninin sevgili Selçuk Çakmak’ın düğününe…
Sözü uzatmadan, okuyanı sıkmadan yazıyı noktalasak iyi olacak:
BANU (ÖZDEMİR) – SELAHATTİN ERKMEN ile DİCLE (ERSEÇGEN) – TURAN SELÇUK ÇAKMAK çiftlerine mutluluklar diliyor ve iki yol kutluyorum: Birincisi memlekete-millete hayırlı evlât yetiştirmek üzere oldukları için… İki: Devr-i dilârâ-yı Tayyiiib’de evlenmenin gerçekten yürek, hem de mangal gibi yürek isteyen bir iş olduğu için… Bursa’daki düğün çok güzelmiş; tan atarken dağılmış. Değirmenderede ise Ayfer-Tuncer Erseçgen ev sahipliğinin unutulmaz örneklerini verdiler.
Gökten üç elma düştü. Biri Erkmenlerin, biri Çakmakların başına, üçüncüsü de bu satırları okuyanların. Onlar ermiş muradına, biz çıkalım kerevetine…

“BERGÜZAR”
Dün şairleri uyarmak için: “Bu sözü eğri büğrü söyleme/Sonra seni sigaraya çeken bir Molla Kasım gelir” denmiştir. Bugün de öyle okurlar var ki, Molla Kasım hayatta olsa fücceten giderdi; o derece dikkatli, o derece bilgili, o derece hafızaları kuvvetliler. Bin Molla Kasım’ı gölgede bırakırlar. (Lâf aramızda: Bu durum koltuklarımızı öyle kabartıyor ki, beş on Diyarbakır karpuzu az gelir!.. Sahi eskiden Diyarbakır karpuzu, Manyas karpuzu, Tekirdağ karpuzu vb. vardı. Hele sonuncusunun kabuğu zar gibiydi. Şimdikilerin ise yarısı kabuk!..)
Soruyorlar: “Müziğimiz Kültürümüz” dedin, “Bengi” dedin yazıp durdun. Ya “BERGÜZAR”?!! Onun için neden bir şeyler yazmıyorsun?.. Yoksa beğenmedin mi?.. vb. vb.
“BERGÜZAR”ı beğenmemek kimin haddine düşmüş ki, biz beğenmeyelim!!! Ziya Paşa “Ehl-i dile bergüzârım olsun/Şairlere yâdigârım olsun” der. Sazıyla, sesiyle, sözüyle örnek gösterilmelere lâyık olan MUZAFFER ERTÜRK, Paşa’ya nazire yaparcasına “BERGÜZAR”, ehl-i dile, Türk musikisini sevenlere “bergüzar” olsun, “yadigâr” olsun dercesine her biri ayrı güzellikte program sunuyor. Sağ olsun var olsun. Rabbim sazına, sesine, sözüne kuvvet versin. Tebrik etmek, kutlulamak için söyleyecek söz bulamadığımızı itiraf etmek durumundayız.
Vakarın-ağırbaşlılığın, ciddiyetin sevimlilikle, güler yüzle nasıl bağdaştırılabileceğini, kaynaştırılabileceğini merak edenler “MÜZİĞİMİZ KÜLTÜRÜMÜZ”de Mehmet Güntekin’e, “BENGÜ”de Ali Gürlü’ye, “BERGÜZAR”da Muzaffer Ertürk’e lütfen dikkat etsinler. Dikkat etsinler ki, bir programı sunmak için şımarmaya, cıvımaya, cıvıtmaya, sululaşmaya, alkış dilenmeye, hoplamaya, zıplamaya gerek olmadığını görsünler. Bu husus sunuculuğa soyunan oğlanların, kızların da kulaklarına küpe olsun.
“Türkiyem Türkiyem benim eşsiz milletim” diye haykıran Müşerref Akay yerden göğe dek haklı: “TRT’den başka hiçbir yerde Türk müziği dinleyemiyoruz.”
BU PUROGRAMLAR DAHA ERKEN SAATLERE ALINIP TEKRARLANSA, DEĞİŞİK KANALLARDA, BU ARADA, PEK BEĞENİLEN-TAKDİRLERLE ANILAN TRT İNT’TE DE GÖSTERİLSE İYİ OLUR SANIYORUZ…

Kültür Bakanlığı

İki kişi konuşuyordu. Biri sordu:
—Kültür Bakanlığı var mı?
Karşısındaki muzip muzip gülümseyip cevap verdi:
—Kültür Bakanlığı var mı, yok mu, orasını bilemem ama, başında uyumalarıyla evren çapında şöhret olan Koç gibi bir yörük çocuğu var!
Meraklı vatandaş bir soru daha yöneltti:
—Kültür Bakanlığı ne iş yapar?
—Doğrusunu söylemek gerekirse, ne yapması lâzım geldiğini bilemem; lâkin yıllardır
bir tek kitap bile basmadığını bütün dünya biliyor…

Hocamız Handan
Sevgisi candan
İsteriz daim
Olmalı handan…

De bana Nurdan:
Kim geçti burdan?
Tanrı kimini
Yaratır nurdan…

Mâni
Özlemi duya duya
Gittik gözeye suya
Türkülerden bir selâm
Olsun Tunca Tanju’ya



www.ufukotesi.com - 07 / 2005  

ufuk@ufukotesi.com

Ufuk Ötesi Gazetesi'nde yayınlanan yazı, haber ve fotoğraflar kaynak gösterilerek iktibas edilebilir.