Bamteli

 

Aydil Erol  

TRT’ye saldıran don Kişotlar!..


Rezaletlerin bini, hayır hayır; milyonu bir paraya giderken, kepazelikler ortalığı tutmuşken, adından başka Türklükle ilgisi olmayan Orta Çağ kafalı kimi varakpâreler de TRT karşısında don Kişot kesiliyor… Neymiş!.. Efendim TRT’cilerin ücretleri yüksekmiş!.. Kurum’da eleman sayısı fazlaymış..mış..mış!.. Avrupa’da böyle değil..miş!..

İtiyatlar paslı çivilere benzer. Gömüldükleri
yerlerden pek zor sökülürler.
Hakkı Süha Gezgin
TRT, TRT olalı yayınlarının belki de en güzelini yapıyor, her gün daha iyiye, daha güzele yöneliyor. Pek çok kişi gibi biz de zevkle seyretmekten geri kalmamaya bakıyoruz.
Özel olup da bir türlü güzel olamayan bazı kanallar, utanmadan sıkılmadan kanalizasyon gibi yayın yaparken, ‘koccaman koccaman’ stendapçılar, komedyenler ve bilmem neler ve bilmem neciler (Sanat güçleri yetersiz olsa gerek!..) el kol hareketlerinden medet umarken; abuk sabuk, saçma sapan, edep dışı lâflardan geçilmezken; suyu çıkmış, kabak tadı vermiş diziler tekrar tekrar oynatılırken; her gün pek çok Türkçe cinayeti işlenirken; tıknefes sipikerlerden geçilemezken; koparılasıca diller, kırılasıca kalemler bu millî kuruluşumuza uzatılıyor…
Bu arada şükranla karşılanacak, ayakta selâmlanacak bir iş var: “Vatandaş tvlerdeki purogramlardan dildeki kirlenmeye dek her konuda Meclis’i dilekçe yağmuruna tutuyor.” (Mehtap Gökdemir, Halka ve Olaylara Tercüman, 1.5.2005)
Dizilerin, reklâmların hemen hemen hepsi ne hikmetse hep lüks, yayla gibi, at koşturulabilecek mekânlarda geçiyor!.. Herkes son derece varlıklı; herkes para babası!..
Her nedense yoksul şöyle dursun, orta hâlli bile yok!.. Refah düzeyimiz inanılamayacak derecede yükseldi de bizim mi haberimiz olmadı?!!
Rezaletlerin bini, hayır hayır; milyonu bir paraya giderken, kepazelikler ortalığı tutmuşken, adından başka Türklükle ilgisi olmayan Orta Çağ kafalı kimi varakpâreler de TRT karşısında don Kişot kesiliyor…
Neymiş!.. Efendim TRT’cilerin ücretleri yüksekmiş!.. Kurum’da eleman sayısı fazlaymış..mış..mış!.. Avrupa’da böyle değil..miş!.. Ya nasılmış?.. Eleman az, ücretler de bizdekine göre düşük.. müş!.. Bu iddiaların doğru olduğunu bir an için kabul edip soralım: Ya ne yapılacaktı?... Elemanlar, sizin yaptığınız gibi sefalet ücretine mi çalıştırılacak, çalışanların aldıkları üç kuruşa göz mü dikilecekti?..Bunları iddia eden hilkat garibesi hidrosefaller herkesi kör, âlemi sersem mi sanıyorlar, nedir?..
Takviye edileceği yerde TRT’nin gelir kaynakları kurutuluyor, eli kolu bağlanmaya yelteniliyor; bunlar da yetmezmiş gibi saldırılara uğratılıyor. Maksat belli, hedef açık, yapılmak istenen aşikâr: Millî kuruluşları, işe yarar müesseseleri çalışamaz, işe yaramaz duruma getirmek!..
Bir yanlış anlaşılmaya kapı aralamamak için hemen söyleyiverelim: TRT Genel Müdürü Şenol Demiröz ile yakınlığımız olmak şöyle dursun, kendisiyle bugüne değin tek kelime bile konuşmuşluğumuz yoktur.
Muradımız: Sezar’ın hakkını Sezar’a vermekten başka bir şey değildir. Bilenler bilir, bilmeyenler de bu vesileyle öğrensin: Bunca yıl kimsenin hatırı için tek kelime bile yazmadık; Allah bundan sonra da yazmak nasip etmesin!..
Türke Doğru
Prof. İsmayıl Hakkı Baltacıoğlunun bir kitabı vardır: TÜRKE DOĞRU… 1942’de, 1972’de yayımlanmış. Son yıllarda bir baskısı daha yapılmışsa da mahkemelik olmuştur. Okunmalara değer bu eserinde rahmetli, “Türk nedir?” diye sorar. “Türk rejimi”, “Nereden geliyoruz, nereye gidiyoruz?” dedikten sonra sıralar: Orduya inan! Yurdunu sev! Devleti say! Çoğal! Genç adam oku! Havaya hâkim ol! Vazifeni yap! Cevap ver! İnanacaksın, başaracaksın!.. vb.
“Türke doğru” diye başlayıp “doğru”ları sayar: Ahlâkta Türke doğru, Hukukta Türke doğru, Dilde Türke doğru, Mimikte Türke doğru, Edebiyatta Türke doğru, Tiyatroda Türke doğru, Mimarîde Türke doğru, Evde Türke doğru, Resimde Türke doğru, Dekorda Türke doğru, Bahçede Türke doğru, Mobilyada Türke doğru, Şehircilikte Türke doğru, Teknikte Türke doğru, Devlette Türke doğru, Felsefede Türke doğru vd.
Koca Sinandan, Nasrettin Hocadan, Mustafa Rakımdan, Süleymaniyeden söz eder, “Ey Türk gençliği” diye seslenir.
Çorba der, pastırma der, aşure der, akide der “Yemeklerimiz”i anlatıp şunu söyler: Milliyet fikri, yemek fikrinden ayrılamaz. Kuskus, erişte, yoğurt, pekmez, helva… Türklükten ayrılabilir mi? Türk kanı Türk yemeğiyle kuvvetlenir.
Türk evini anlatır: “Türk evi zindanın bir köşesi değil, cenneti âlânın bir parçasıdır.”
*
Acaba diyorum Baltacıoğlu hayatta olsaydı bir bölüm açıp “Basında Türke doğru” diye başlasaydı, kiralık kalemleri, satılık vicdanları, Karen Fogg çocuklarını gördükten sonra neler yazardı?
Mümtaz bir bilim adamı!..
Kendisi de müderris (prof.) olduğu hâlde Yahya Kemal şöyle söylermiş:
-Halk otobüse ‘otobos’ der; profesöre ‘pırifisir’..
—Niçin?.. diye sorarlar ve şu cevabı alırlar:
—Otobüsü gözünde büyüttüğü için ‘otobos’ der; profesörü de küçümsediği için ‘pırifisir’…
Bu fıkrayı hatırlamamıza sebep olan bir prof’un iddiasına bakılırsa “milliyetçiliği geç keşfeden toplumlardan biri” imişiz..
Aklımı sen koru Görklü Tanrı’m!..
İnsanın cevherler saçması için illâ da prof. mu olması gerekiyor?..
Milliyetçiliğin tariflerini apardıkları sürü hâlinde yaşarken, ben çoktandır millet olarak yaşıyordum… İnanmazlarsa Orkun Yazıtları’na bir bakıversinler…
Konuşurken “Türk öne!..” diyen, işe gelince tam tersini yapan prof. etiketli bu mümtaz er, aynı yazıda insanı ayıltan bayıltan cevherler saçmaya devam ediyor: “Nihal (doğrusu: ‘Nihâl’ olacak!..) Atsız’ın kurduğu derneğe üye olanların sayısı 50’yi geçmiyordu. (Zaman, 28.5.2005)
Ya dayak yememiş ya da sayı bilmeyen bu monşere nasıl anlatalım ki, Türkçüler Derneği’nin yalnız Üsküdar Ocağı’nda 50’den fazla üye vardı; iyi mi?..
Dilin kemiği, kalemin dümeni olmalı, mı dediniz?.. Onu bendenize değil, bu çok sayın profa söyleyiniz…
Osmanlıya dair
İki kişi hararetli hararetli konuşuyordu. Biri sordu:
—Bazı kişiler, dünya tarihinde ikinci bir örneği olmayan Osmanlının pek çok meziyeti varken, niçin onun yalnız belden aşağısıyla uğraşıyorlar?..
Soruya muhatap olan gevrek bir kahkahadan sonra cevap verdi:
—Onu bilmeyecek ne var!.. Akılları sıra kendi sapıklıklarını sevimli gösterebilmek için!..
Enver Paşa
“Enver Paşa’nın en mühim fonksiyonu çok kısa sürede Osmanlı ordusunu düzenlemesi, orduya millî ve dinî şuurla sentezlenmiş yeni bir ruh vermesidir.”
Genel Yayın Yönetmenimiz Dr. Yusuf Gedikli hocamız Ufuk Ötesi yayınları arasında yeni çıkmış bulunan Enver Paşa adlı eserinde böyle dedikten sonra devam ediyor:
“Çanakkale bu ruh sayesinde kazanıldığı gibi, İstiklâl savaşı da bu ruh sayesinde kazanılmıştır.”
“Enver Paşa hakkında ilk defa kendi eserlerinden yararlanılarak ve kendi eserlerine dayanılarak birinci elden bilgi verilen” ve bir çırpıda okunan eserinde Gedikli bir gönül yangını hâlinde şunları söylüyor:
“Enver ve Cemal Paşa’nın adını taşıyan bir tane cadde, mahalle, okul ve saire bulunmamasını anlamak zordur…”


www.ufukotesi.com - 06 / 2005  

ufuk@ufukotesi.com

Ufuk Ötesi Gazetesi'nde yayınlanan yazı, haber ve fotoğraflar kaynak gösterilerek iktibas edilebilir.