Geçen ay bu köşede, Çanakkale cephesinde kahramanlaşan Atatürk’ü, döneminin bazı kaynaklarını örnek göstererek anlatmaya çalıştık. Bu ay ise, genel anlamda Çanakkale savaşlarının askeri yönünü değerlendireceğim.
Çanakkale’yi tarihimizde, Çanakkale yapan, her yıl anılmasına ve türkülerle işlenmesine sebep olan kanlı savaşlar, 24 Nisan 1915 günü başlamıştır. Bu savaşlar, dişe diş, kana kan şeklinde geçmiştir. Ölümün daracık bir yarımadaya bu kadar yoğun bir şekilde, böylece sığdırılması, ne insanlığa ne de dürüstlüğe sığardı... Buradaki olumsuzluğa sebep, elbette Türkler olamazdı. Çünkü bu topraklar onlarındı. Burada bu toprakları haksız yere işgale gelenler, insanlık adına, hak ve adalet adına, elbette suçluydular. Çünkü Türkler, vatanlarında meşru müdafaadaydılar. Ya işgalci askerler neyin savunmasındaydılar!
Çanakkale cephesini korumakla görevlendirilen birlikler, 5. Orduya mensuptu. Bu ordunun komutanı, Alman Generali Liman Von Sanders’ti. Liman Von Sanders, 5. Ordunun mevcudunu şu şekilde anlatılır: “Tahminlere göre düşman başlangıçta 80-90 bin mevcutlu bir çıkarma kuvveti hazırlamıştı. Bu sırada 5. Ordunun ise ancak 50 bin mevcudu vardı”
Bu konuda başka bir görüş ise, şu şekildedir: “Liman Von Sanders’in elinde 60.000 kişilik bir kuvvet vardı ve asıl mesele, bu kuvvetin taksim ve tevzii idi. Bu, nazik bir mesele idi. İngilizler, 80 kilometre boyundaki sahilin herhangi bir yerine büyük kuvvetler çıkarabilirlerdi. Von Sanders kuvvetini 20.000’er kişilik üç guruba taksimi kararlaştırdı. Bu üç gurup, yarımada boyunca kademeler teşkil edecekti. Bu guruplardan hangisi taarruza uğrarsa, geri çekilmeyi hatırına getirmeden birçok günler yerinde sebat edecekti; çünkü düşmanın asıl taarruz mahalli anlaşılmadan öteki guruplardan imdat gönderilmesi mümkün değildi.”
Çanakkale Savaşlarının birinci aşaması olan 18 Mart Deniz Zaferi sırasında, düşmanın üç zırhlısı tamamen devre dışı kalmıştır. Bunlardan Buve ile Oşın batmış; İnfilieksıbıl ağır yaralı olarak güçlükle kaçabilmiştir. Ayrıca Golva, Süfren gibi zırhlıları da yaralanarak savaş meydanından çekilmişlerdir. Bizim 18 Mart harekatı sırasında verdiğimiz şehitler, 3 subay ve 22 er olarak gözükmektedir. Düşmanın kayıpları ise sadece Fıransızların Buvet zırhlısında 600 civarında denizciydi. Ayrıca diğer gemilerdeki kayıpları da düşünürsek, bu rakam biraz daha fazla olabilir. Görüldüğü gibi asıl kanlı çarpışmalar 18 Mart 1915’te yaşanmamıştır. Kanlı çarpışmalar, Nisan 1915 tarihinde düşmanın Çanakkale’yi boğazdan gemilerle geçemeyeceğini görmesinin sonucuyla, çıkarma fikrinin ürünü olarak ortaya çıkmasından sonradır. Böylece artık iki taraf için iş piyadenin süngüsüne kalmıştır. Emperyalist güçlerin çıkarması sırasında Türk ordusunun konuşlanma durumu şu şekildedir: Çanakkale ve Gelibolu bölgesinden düşmanın geçişini engel olmak için konuşlanan 5. ordunun merkezi Trakya’dadır. Bu ordunun komutanı olan Liman Von Sanders, düşmanın çıkarma yapacağı nokta olarak Saros körfezini esas almıştır. 5. Ordunun merkezi dışındaki konuşlanması, kolordu ve tümenler bazında şöyle olmuştur:
3. ve 11. tümenlerden kurulu 15. kolordu, Alman Generali Veber komutasında Anadolu yakasındadır. 7 ve 9. ve 19. tümenlerden oluşan 3. kolordu ise, Esat paşa komutasında Gelibolu yarımadasının değişik yerlerine dağılmıştır. Ayrıca bağımsız bir Süvari birliği, Keşan’da 5.ordu komutanlığı emrindedir. Bunların dışında, yine Anadolu yakasındaki Çanakkale müstahkem mevki emrinde 64. alayla, Beyoğlu jandarma alayı bulunmaktaydı.
Savaşın Saros körfezi kıyılarında geçeceğini düşünen Liman Von Sanders’in etkisiyle Türk kuvvetlerinin, Gelibolu dışında konuşlanması akılcı bir karar değildi. Kendisi ve merkezi Gelibolu’nun dışında beklerken, 3. Kolordu komutanı ve maiyeti de Gelibolu kasabasının merkezi ve kuzeyinde beklemekteydi. Yarımadanın orta noktasına yakın kesimler, Yarbay Mustafa Kemal’in 19. Tümenine bırakılmıştı. Bu tümen aslında ihtiyat birliği olarak oradaydı. Konuşlanma alanı Eceabat’ın kuzeyinde Bigalı- Maltepe-Bigalıkale bölgesi civarıydı. Aslında ilk aşamada Mustafa Kemal, Yarımadanın Güney ucundaki birliklerin başına getirilmişti Yarbay Mustafa Kemal’in bu göreve getirilmiş olduğunu öğrenen Harbiye Nazırı Enver Paşa “O’nun bu kadar ağır mesuliyetli bir mevkiye değil de, daha ehemmiyetsiz bir vazifeye tayinini Von Sanders’e emretti.” Bunun üzerine Von Sanders, “Mustafa Kemal’e nazikane itizarlarla Maydos’da ve ihraç mıntıkalarının gerisinde ihtiyatta bulunan 19. Tümen kumandanlığını verdi. O’na: ‘Size kuvvetlerinizi pek büyük bir basiretle kullanmanızı tavsiye ederim. Düşmanın hangi mıntıkaya çıkmaya karar verdiğini anlamadan kuvvetlerinizi katiyen harbe sokmayınız’ dedi.” Mustafa Kemal, kendisi ihtiyat tümeni görevini üstlenirken, yerini Albay Halil Sami Bey’e bırakmıştı. Yarımadanın en güney ucunda olan birlik 9. Tümen ve birimleriydi. Bu tümenin 27. alayından bir tabur Arıburnu-Kabatepe ve güneydeki Kumtepe’ye kadar olan yaklaşık 10 km.lik kıyı şeridini gözetlemekteydi. 27. alayın diğer iki taburu ve alay karargahı ve tümenin topçusuyla, 25. piyade alayı, Eceabat ve Sarafim çiftliği bölgesinde bulunmaktaydılar. Yine daha güneydeki Kumtepe bölgesinden Seddülbahir’in doğusuna kadar olan 15 km.lik kıyı bölgesinde ise 36. piyade alayı bulunuyordu. Bu alayın 3. taburu Seddülbahir civarında bekliyordu. Seddülbahir ve sağındaki 27. alay bölgesine kadar ki alanda bulunan kıyıyı ise sadece iki bölük kadar bir kuvvet gözetliyordu. Alayın karargahı ve ihtiyat taburu olan 2. taburu Kirte bölgesinin güney doğusunda konuşlanmışlardı. Buna göre 5. Ordu komutanın Gelibolu’da aldığı önlemler, sadece gözetleme mahiyetinde gibiydi.
Savunma anlamında daha güçlü bir oluşum düşünülebilirdi. Gelibolu’da konuşlandırılan bölgeler ve askerlerin sayısı, yetersiz olarak gözükmekteydi. Liman Von Sanders ya da kim akıl ettiyse (Hafız Hakkı Paşa’nın tavsiye ettiği söylenir) bölgeye Yarbay Mustafa Kemal’in 19. Tümen komutanı olarak verilmesi en doğru işti... Aslında bu görevi verenler Yarbay Mustafa Kemal’i sadece ihtiyat kuvveti olarak düşünmüşlerdi. Oysa savaşın kaderi onun elinde çözülecekti... Niçin? Çünkü düşmanın çıkarma yapacağı alan, nedense pek hesap edilmeyen ve de Mustafa Kemal’in tümenin bulunduğu alana yakın olmasıydı. Belki Liman Von Sanders büyük hatta yapmıştı, ama en büyük hatayı düşman yapmıştı. Nasıl? Çıkarmayı Mustafa Kemal’in birliklerinin bulunduğu yere yaparak ve o nedenle kanlı savaşın kaderi burada değişmişti. Bu değişmede elbette en büyük hissedar, cesareti, yiğitliği ve de soğukkanlılığını muhafaza etmesiyle Mustafa Kemal’e düşmüştü..
ATATÜRK’TEN BAZI ANILAR
O, bir hatırasını şöyle anlatmıştır: “Conkbayırının güneyindeki 261 rakımlı tepeden kıyının gözetleme ve emniyetine memur olarak bulunan bir kol erinin Conkbayırına doğru koşmakta, kaçmakta olduğunu gördüm. Kendim erlerin önüne çıkarak: ‘Niçin kaçıyorsunuz?’ dedim. ‘Efendim düşman’ dediler. ‘Nerede?’ ‘İşte!’ diye 261 rakımlı tepeyi gösterdiler. Gerçekten düşmanın bir avcı hattı 261 rakımlı tepeye yaklaşmış, rahat rahat ileriye doğru yürüyordu. Şimdi vaziyeti düşünün! Ben kuvvetlerimi bırakmışım, erler on dakika dinlensinler diye. Düşman da bu tepeye gelmiş. Demek ki düşman bana benim askerlerimden daha yakın! Ve düşman, benim bulunduğum yere gelse kuvvetlerim pek fena bir duruma düşecekti. O zaman artık bunu bilmiyorum, bir mantık muhakemesi midir, yoksa içgüdü ile midir, bilmiyorum. Kaçan erlere:‘Düşmandan kaçılmaz’ dedim.’Cephanemiz kalmadı’ dediler. ‘Cephaneniz yoksa, süngünüz var’ dedim. Ve bağırarak bunlara süngü taktırdım. Yere yatırdım. Aynı zamanda Conkbayırına doğru, ilerlemekte olan piyade alayı ile dağ bataryasının yetişebilen erlerinin ‘marş marşla benim bulunduğum yere gelmeleri için yanımdaki emir subayını geriye saldırdım. Bu erler süngü takıp yere yatınca, düşman erleri de yere yattı. Kazandığımız an bu andır.” Görüldüğü gibi akıllı, kendine güvenen, paniğe kapılmayan ve cesur bir komutanın bu savaşta özelliklerini gösteren bir insandır Atatürk. Türk askerinin de, bu savaşta akılcı bir komutanın emrinde ölüme giden ruh halini de, Atatürk şu şekilde açıklar: “Size Bombasırtı vakasını anlatmadan geçemeyeceğim. Mütekabil siperler arasında mesafemiz sekiz metre yani ölüm muhakkak. Birinci siperdekiler hiçbiri kurtulmamacasına kamilen düşüyor, ikincidekiler onların yerine gidiyor, fakat ne kadar şayanı gıpta bir itidal ve tevekkülle biliyor musunuz? Öleni görüyor, üç dakikaya kadar öleceğini biliyor, hiç ufak bir fütur bile göstermiyor, sarsılmak yok. Okuma bilenler ellerinde Kuranı Kerim cennete girmeye hazırlanıyor, bilmeyenler kelimeyi şahadet çekerek yürüyorlar. Bu Türk askerindeki ruh kuvvetini gösteren şayanı hayret ve tebrike bir misaldir. Emin olmalısınız ki Çanakkale Muharebelerini kazandıran bu yüksek ruhtur.”
Yine Atatürk, bu durumun bir başka kanıtını da şu şekilde izah eder: “ Conkbayırı kuzeyinde mevzi alan 19. Tümenin hızlı dağ bataryası, Arıburnu çıkarma noktasını ateş altına aldığı için düşmanın henüz çıkarmaya devam ettiği kıtaların çıkarılması hem zorluklara, hem de gecikmeye uğradı. 57. Alayın Conkbayırı ve Suyatağı hattında 261 doğrultusunda ve dar cephe ile yoğun olarak düşmanın pek nazik ve mühim olan sol kanadına yüklenmesi iki taburdan ibaret olan 27. Alayın da Merkeztepe genel doğrultusunda geniş cephe ile düşmana atılması, düşmanı çekilmek zorunda bırakmıştır. Fakat bu tabiye durumundan daha önemli olan bir etken vardır ki, o da herkes öldürmek ve ölmek için düşmana atılmıştır. Bu öyle sıradan bir taarruz değil; herkesin başarmak veya ölmek azmiyle harekete susamış olduğu bir taarruzdur. Hatta ben, kumandanlara verdiğim sözlü emirlere şunu eklemişimdir: ‘Size ben taarruz emretmiyorum, ölmeyi emrediyorum. Biz ölünceye kadar geçecek zaman içinde yerimize başka kuvvetler ve kumandanlar gelebilir.’ Bu sözler, Paşanın göğsünden o kadar azimle çıkıyordu ki, muhakkak kumandan o günü hayalinde tekrar yaşatıyordu. Bunları duydukça muharebe vasıtaları ne kadar ilerlerse ilerlesin, her şeyin üstünde gene ruh azminin bir gaye uğrunda fedakarlık etmenin bulunduğuna inanıyordum.”der.
Çanakkale’de bize savaşı kazandıran Türk’ün askerlikle bütünleşen ruh hali ve o ruhun içindeki bedenini fedakarca ölüme götürebilmesidir. Burada yapılan savaşın, bizim için önemli bir göstergesi de, Türk insanın başına ya da önüne gerçekten aklı başında lider gibi bir lider geçtiği anda, Türk insanını kimse tutamaz. O lider tarihte bazen; Mete Kağan, bazen Atilla, bazen Bumin Kağan, bazen Sultan Alpaslan, bazen de Timurlenk, olmuştur. Çanakkale’de de o lider, Mustafa Kemal’dir... Önündeki lidere göre giden bu milleti, Allah çapsız, bilgisiz ve ufuksuz liderlerden ve lider bozuntularından korusun! Tarihimizde böyle olan liderleri mahkum etmeli ve halen var olanlarını da teşhir etmeliyiz. Gün bugündür. Çanakkale konusu, bu ülkede en çok işlenen, yazılan konulardan birisi olmasına rağmen, işleyenlerden ve bu işten ekmek yiyenlerden pek çoğunun, Çanakkale savunmasındaki ordunun hangi ordu olduğunu, kaç kolordusu bulunduğunu, bunlardan birisinin komutanının da Veber adlı birisinin olduğunu da bilmediklerini görüyoruz. Onlar, yani bilginin cahilleri, 5. Ordunun bütün personel sayısını da bilemez. Yine aynı şekilde, Mustafa Kemal’in emrine verilmiş olan Arap alaylarının da savaşta pek varlık gösteremediğini de bilmedikleri gibi... Bu savaşın bütün yükünü Türk çocuklarının bulunduğu 57. alay ile 9. Tümenden destek olarak gelen 27. alayın üzerine bindiğini de bilemezler. Bunları bilmeyenler, Osmanlı Devleti döneminde burada oluşturulmaya çalışılan şehitlikte, sembolik olarak her bölgeden örnekler dahi koyulmaya çalışıldığını da elbette bilmez. Örneğin o zamanda, Fizan isminin o nedenle yazılmış olduğunu da bilemezler. Fakat zamanın etkisiyle devreden çıkan bu şehitlik yerine, sonradan burada Türkiye’nin her ilinden şehit olduğu inancını pekiştirmek için bir yapının oluşturulduğunu da bilenler azdır. Örneğin, yeni şehitlikte, 1915’te bir köy halinde bile bulunmayan şimdilerde adı il olan yer var mıdır? Bu il ne zaman kurulmuştur? Böylesi konularda medeni cesareti gösteremeyenler, tarihi ancak tahrif ederler. Onlar, Çanakkale Türküsü’nün de nereden çıktığını elbette bilemezler. Bilmeyenlerin katarına binenler, dümen suyunda gidenler, gitseler gitseler ancak bir adım gidebilirler. Bu gidiş de sağlıklı gidiş olamaz. Yanlışlıklar üzerine kurulan düşünceler ve o düşüncelerden beslenmeye çalışanlardan bazılarına, şunu söylemek istiyorum: Eskiden bir kökü dışarıda söylemi vardı. Ben şimdi bunları değiştiriyorum. Arkadaşlar! Bunlar köksüz, ama tam anlamıyla köksüz, anlayın ve de anlatın! Yine bilgisiz ve cahil ulemadan bazıları, bu savaş konusunda şehit rakamlarıyla ilgili olarak kulaktan dolma sayılar verir. Bütün 5.Ordu personeli de şehit olsaydı, -ki böyle olmamıştır-, yine sayı bellidir. Bunun için dışarıdan destek amacıyla gelenler siviller de olsa (Tıbbiyeliler ve diğerleri gibi) rakam yine bellidir. Bilmiyorlarsa gelsinler öğretelim. Bu zavallıları yönlendirenleri ve onların çok bilenlerini de oldukça iyi tanıyoruz. Ey Türk milleti, siz de bunları bilin ve tanıyın! Bunları bilmeyip de ahkam kesenlerden bazıları, kitaplarında örneğin 18 Mart 1915’te Nusret mayın gemisi komutanı Hakkı Bey’in öldüğünü yazar. Oysa Tophaneli Hakkı Bey, elbette kahramandır; fakat Hakkı Bey, Eylül 1915’te eceliyle bir başka yerde ölmüştür. Arkadaşlar, kimden korkun biliyor musunuz? Söyleyeyim: Bilgili geçinen cahillerden korkun, eğer böyle birilerinin ipiyle kuyuya inerseniz, kör kuyudan hiç bir zaman çıkamazsınız. Herhalde Türkiye’nin bu günkü gerçeği de bunu ifade ediyor.
Bizim kahraman Türk askerlerinden olan Çanakkale ilinin Ezine bölgesinden savaşa katılıp gelen Yahya Çavuş ve takımı hakkında Namık Memik Bey’in yazmış olduğu şu dizeleri okuyalım ki bazı gerçekleri de görelim. Bu dizeler, Yahya Çavuş ve askerlerinin kahramanlığı hakkında çok güzel ifadeleri özünde taşır:
“Bir kahraman takım ve de Yahya Çavuştular
Tam üç alayla burada gönülden vuruştular.
Düşman tümen sanırdı bu bir avuç askeri,
Allahı arzu ettiler, akşama kavuştular.”
Tüm kahramanlar ve şehitlerimizin önünde saygıyla eğilir ve onlara rahmet dilerken, Necmettin Halil Bey’in şu dizeleri, bölgeyi gezen herkesin kulaklarına küpe olsun derim:
“Dur yolcu, bilmeden gelip bastığın
Bu toprak, bir devrin battığı yerdir.
Eğil de kulak ver, bu sakit yığın
Bir vatan kalbinin attığı yerdir.”
|