Şu dünyada neler olmuyor? Akla hayale gelmeyecek şeyler, bir bakıyorsunuz çevrenizde arzıendam ediveriyor. Niteliksizlik denilen çirkin cadı süpürgesiyle zihinlerinizde uçup duruyor. Bilinenleri bir daha bilip “buldum! Buldum!” diye haykıranları mı ararsınız, yoksa yozlaşmış, bozuk düşünceleri bilimin “yenilik pazarına” sürenlerini mi ararsınız. Hepsi bir araya gelmiş. Bilimin ciddiyetimin ve kararlılığını, ciddiyetsizliğe kurban edenler ise, zihinlere saçtıkları mikroplar için bayram etmekte. Ortalık toz duman…
Çoklu zekânın sahte incileri oyuncak pazarında satılmaya başlamış. Artık her okul ve evde bu sahte inciden yapılmış oyuncaklarla oynamayı öğreneceğiz. Yatkınlıklarımız bir çırpıda yetkinliğe dönüştürülüp pazarlanıvermiş. Herkesin ilgi alanlarının farklı olduğunu herkes bilirken, çoklu zekâ alanları diye sahte bir kuram, bu bilgiyi yok saymayı hüner zannetmiş. “Farklılıklar psikolojisi” diye bir bilim dalının kuram ve uygulamalarını da “çoklu zekâ kuramı” denen kuram bir çırpıda bilimler sınıflamasından çıkarıp atmış. Eğitim-öğretimde öğrencilerin baskın olan zekâ alanlarına göre değil, bir çok zekâ alanını işlevsel yapan öğretim teknikleri geliştirmeye ağırlık vereceği masalını uydurmuştur. Eğitim-öğretimin içeriğinin niteliğini yükseltme yerine “öğretim teknikleri” diyerek, amacı bırakıp araç-gereç peşinde koşma huyunu geliştirmiştir. Daha ne kadar sahte söz incileriyle zihinleri yanıltacakları konusunda yapacakları atılımları bekleyip görmek en iyi tutum olur. Çoklu zekâcıların hırslarını ne zaman dizginleyecekleri belli değil. Bilim diye sahtesini pazarlama hırsı herkese nasip olur mu?
İnsanlar kendi zekâlarını artırıp geliştirme yeteneklerine sahipmişler. Oh! Ne güzel! Zekâ artıp eksilen bir zihinsel güç müdür? Zihinsel yatkınlıklar iyi bir eğitimle yetkin hale getirilebilir. Zekâ geliştirme yeteneği herhalde çoklu zekâcıların tekeline geçmiş. Birbiri ile çelişkili ve yanıltıcı kavramları kullanarak insanları inandırmak, fakat gerçekleri anlamalarını engellemek onların hüneri galiba. Zekâ hem çok yönlü, hem kendi içersinde bir bütün imiş. Anlayan varsa beri gelsin. Herhalde böyle bir tanım, kutsal bir tanım olabilir. Bu tanımı ameliyat masasına yatırdığınızda, her türlü hastalıktan muzdarip olduğu görülür. Bu tanım içinde zekânın işlev ve işlemlerinin birbirine karıştırıldığı ve çorba edildiğini görmek çok acı ve üzücü. Başkasının sunduğu malı benim malım diye sahiplenmek, püf noktalarını anlayamamak, çoklu zekâcıların sırrı olsa gerek…
Kerameti kendinden menkul çoklu zekâ başkalarına öğretilebilirmiş… Zekânın öğretilebilen bir şey olmadığını çoklu zekâcılara nasıl öğretmeli bilmem ki?.. Zekâ denilen şeyi herhalde zekâ geni ile nakledeceklerdir. Bundan sonra öğretmenlere “zekâ geni nakledenler” desek daha doğru olur. Çünkü onlar bildiklerini öğrencilere aktarmaya çalışıyorlar. Bu saçmalık nasıl da doğru kabul ediliyor. Onu anlamak ise, çok güç. Yoksa bunlar ilgi ve bilgiyi zekâ zannediyorlar. Dolayısıyla okulları da zekâ nakli yapan kurumlar olarak kabul ediyorlar.
Çoklu zekâ kuramında, zekâ alanları bir arada ve belli bir uyum içinde çalışmakta imiş. Yaşam bütünlüğü içinde zihinsel aygıtımızın çeşitli işlem ve işlevleri vardır. Zekâ alanları diye ayrı özerk bölgelerimiz var mıdır acaba? Zihinsel çelişki ve çatışmalarda, zihinsel uyumsuzlukların ortaya çıkması durumunda, hangi alanlar yönetici, hangileri yönetilen olacaktır? Her söylenilen söze çanak tutmaya çalışmak, bilimsel yöntemle nasıl bağdaşır? “Çoklu zekâ” kavramının içeriğini çözümlemeden, “başkaları yaptıysa doğrudur, o halde bunun yapılmasında sakınca yoktur” ilke ve kuralını uygulamak bilimsel bir tutum mudur? Normal zekâlı insanların taklit etme özellikleri çok yüksektir. “Başkaları yaptıysa ben de yaparım” diyerek taklit ederek uygulamak, bazen insanı gülünç durumlara düşünebilir.
“Zekânın gelişiminde kişisel altyapı, kalıtım, kültür, inançlar ve tutumlar etkilidir.” cümlesinde kavramlar, keşmekeş bir halde peşpeşe dizilmiştir. Sanki “istediğini seç!” dercesine bir tutum söz konusudur. Zekâ gelişimi içinde “çoklu zekâ” nasıl gelişmektedir? Bu sorunun açıklaması yok. Olsaydı zaten insan şaşırırdı. Çok bildiğini zannedenin yanılgısı da zaten bu noktadadır. Bilir, inanır, fakat anlamaz.
Çoklu zekâyı öğretmen-öğrenci-veli birlikte ölçüp değerlendireceklermiş. Öğrencilerin kafataslarını açıp baksalar bari. Orada çoklu zekâ alanlarına ait genleri bulup çıkarırlar herhalde. Ne acayip ve garip günlere kaldık. Çoklu zekâ denilen cin, cin olmadan Türk millî eğitim sistemini çoktan çarpmış bile… Çoklu zekâ kuramının kışkırtıcılığı, niyetlerinin anlaşılmasından hoşlanmaz. Niyetleri açığa çıkınca kışkırtıcılar daha da tecavüzkâr davranışlara yönelirler. Oysa doğru olanı sevmek ve savurmak suçlanır mı? Güçlü olana sırtını dayayıp çoklu zekâ denilen kışkırtıcı düşünce, kamuoyundan destek bulursa, neler olur neler? Sahte maddî ve manevî hak iddia etme gücünün önünde durulur mu? Türk gençliğinin gücünü boşa gidecek şekilde yönlendiren makamlarda oturanlar, nasıl vicdan rahatlığı ile uyuyabilir? Türk gençliğinin zihinlerini hedef alan çoklu zekâ kuramı kışkırtıcılığına kim “dur!” diyecek. Düşman sever, dost savarların sözlerine nasıl güvenilir? Yabancı ve yalancı zihinlerdeki düşüncelere aptalca inanma yerine, o düşünceleri akıl terazisine vurup anlamak daha önemlidir.
|