İşgal kuvvetlerini memnun etmek için, bir hukuk cinayeti işlenmek suretiyle, yargılama sırasında zorla hakimi değiştirerek idama mahkum eden ve 10 Nisan 1919 tarihinde İstanbul Beyazıt meydanında Boğazlayan Kaymakamı Kemal Bey’i asan Osmanlı devleti, aslında kendini ipe çekmişti! Milletinden tamamen kopmuş, Avrupa’ya yaranmak için, Türkleri ve Türk devletini korumakla görevli ve yetkili olan bir Kaymakamı’nı asmıştı. |
İşgal kuvvetlerini memnun etmek için, bir hukuk cinayeti işlenmek suretiyle, yargılama sırasında zorla hakimi değiştirerek idama mahkum eden ve 10 Nisan 1919 tarihinde İstanbul Beyazıt meydanında Boğazlayan Kaymakamı Kemal Bey’i asan Osmanlı devleti, aslında kendini ipe çekmişti! Milletinden tamamen kopmuş, Avrupa’ya yaranmak için, Türkleri ve Türk devletini korumakla görevli ve yetkili olan bir Kaymakamı’nı asmıştı. Neden? Çünkü, işgal kuvvetleriyle ittifak halindeki Ermeni komitacıların Türklere saldırmasının, öldürmesinin, yağmalamasının önlenmesi emrini vermişti. Böyle bir emir hukuka aykırı değildi. Zira, Devletler Hukuku, savaş halinde ülkede kamu düzenini bozanlara karşı bedeni yükümlülük yüklenmesini haklı kılmaktadır. Artık Osmanlı devletinin dayandığı temel Türk milleti değil, Avrupa idi. Artık bir egemenliği ve herhangi bir işlevi kalmamıştı. Görüntüde, sözde bir devlet olarak kalmıştı. Kemal Bey’in son sözleri de zaten “millet sağolsun” olmuştu.
O gün idamın infazına şahit olup da hiçbir şey yapmayan İstanbul halkı, seksen altı yıl sonra yine bir 10 Nisan günü Beyazıt meydanında, Kemal Bey’in asıldığı yerde toplandı ve Kemal Bey’i andı. Bu sıradan bir anma töreni değildi. Türk tarihinde nice üstün hizmet görmüş askerler, siyasetçiler, bilim adamları vs. olmuştur. Ama çoğu sadece kitaplarda anılmaktadır. Bu anma aslında, dün Kemal Bey’in başını alanların torunlarının bugün Mustafa Kemal’in de başını alma çabalarına karşı bir tepkiydi. Atatürk’ün eseri olan ve Türk milletinin kendisini geliştirmesini ve muhafazasını sağlayan Cumhuriyet bugün tasfiye edilmeye çalışılmaktadır. Hem ekonomik, hem kültürel, hem sosyolojik, hem siyasi, hem hukukî, kısaca her yönüyle Cumhuriyeti tasfiye etme çabaları yürütülmektedir. Bir yandan Büyük Ortadoğu Projesi, diğer yandan AB’ye üyelik müzakereleri sürecinde Cumhuriyetin tüm kazanımları tek tek kaybedilmeye başlanmıştır. Kendi bağımsızlık ve egemenlikleri konusunda son derece hassas davranan ve bölgesel bütünleşmeye karşı direnen Avrupa devletleri nedense Türkiye sözkonusu olduğunda ABD ve İsrail ile ittifak yapmaktadır. Doğu sorunu, Kıbrıs ve Ege sorunları ile Orta Doğu’da sınırların değişmesi konusunda tam bir işbirliği içerisindedirler. Bu planların başarıya ulaşabilmesi için, Türkiye’nin siyasal, sosyal ve hukuki yapısının değiştirilmesi ve bu bölgelerdeki etkisinin tamamen kırılması şarttır.
Türkiye’nin değişime uğratılması demek Atatürk Cumhuriyeti’nin değişikliğe uğratılması demektir. Yani Mustafa Kemal’in başını vermektir. Her fırsatta Atatürkçülükten dem vuranlar şimdi AB, insan hakları, demokrasi, Apoya özgürlük gibi lafları ağızlarından düşürmemektedirler. Aslında onlar hiçbir zaman Atatürk’e zerre kadar değer vermediler. Atatürkçü olarak tanınan akademisyenler kitaplarında ikinci cumhuriyeti pervasızca savunmaktadırlar. Nasıl olsa kimse kitap okumuyor diye mi düşünüyorlar, yoksa okusalar bile Atatürk’e karşı bir şey olduğunu anlamazlar diye mi düşünüyorlar? Daha dün “Sarı Zeybek” belgeseliyle Atatürk’e methiyeler düzen bir şahıs, bugün, Trabzon’da halkın Türkiye üzerinde oynanan oyunlara haklı tepkisine “faşist ve tehlikeli” diyebilecek kadar basiretsiz ve gayri samimi olabiliyor. Deniz Kuvvetleri Komutanı’nın oğlu “Gelibolu” belgeseli hazırlayarak, işgalci Avrupa’dan Çanakkale zaferi için neredeyse özür diliyor. TBMM Başkanı çıkıyor, AB müzakereleri sürecinde, Yunanistan’ın Ege’deki karasularını 12 mile çıkarmasının savaş sebebi sayılmaması gerektiğini söyleyebiliyor. Bundan sonra artık Türkiye, Yunanistan karasularını 12 mile çıkarttığı taktirde savaş ilan edebilir mi? Tabi ki hayır. AB’ye umutsuzca bağlanmanın sonucunda, bir AB Üyesi’ne savaş ilan etmek düşünülemeyecektir. Rum Patrikhanesi’nin “Ekümenik” sıfatını kullanmasına göz yummanın, Türk devletinin egemenlik haklarının ortadan kaldırılması olmasına karşın, Ankara bu sıfatın kullanılmasına göz yumarak tam bir aymazlık örneği sergilemektedir. Diğer bir aymazlık örneği, bir diplomatın, ölümle burun buruna Irak Türkmenlerine, AB adayı Bulgaristan’da yaşayan Türklerini örnek gösterip, devletinizin vatandaşı olarak kendi ayaklarınızın üzerinde durun tavsiyesidir.
|