Bir devleti güçlü gösteren, güçlü kılan unsurlar bir zaman gelir onun en zayıf yönleri olarak ortaya çıkar. Çünkü bunlar kalenin, savunulması gereksiz görülüp, ihmal edilen burçlarıdır.
Tarih boyunca kurduğumuz on altı büyük devletten bahsederken bunların nasıl yıkıldığına hiç değinmek istemeyiz, nedense. Halbuki işin düğümü buradadır.
Kendimize dönüp şöyle bir gerçekçi nazarla baktığımızda hâla kanayan yaraları görebiliriz. Böyle bir bakış için yürekli olmak gerekir.
Anadolu Selçuklu Devleti’nin kişi başına düşen millî gelirini altın bazında hesapladığımızda (bu günkü devletimizinki ile sakın kıyaslamayın) dünyada ilk sırayı alır. Ne oldu da bir yolcunun kaybolan eşyasının bedelini en son konakladığı kervansarayda hemen ödemekle ve zararını gidermekle kendini yükümlü sayan o muhteşem devlet, çeyrek asırlık bir zaman dilimi içinde tükenip gitti.
Siyasî açıdan ortadan kalktıktan sonra bile tatlı su aydınlarımızın –kendilerini göreceli olarak üstün gösterebilmek için- seksen yıldır kötüleyerek bitiremedikleri Osmanlı Devleti’nin bayrağı cumhurbaşkanlığı forsunda yok mu? Başarısızlıklarımızın suçunu ona yıkmak –en hafif deyim ile- haksızlık değil midir? O ki kendisine “hasta adam” denildiği tarihlerde dünyanın dört büyük devletinden (imparatorluk demiyorum, devlet) biri idi. Peki, neydi onu içine çeken bataklık? Aynı şimdiki gibi iç ve dış borçlanmaya iten yönetim bozuklukları. Daha açık bir ifade ile tefecilerin eline düşmesi. Devlet alacaklarının tahsilatını bile “türedi” bankerlere havale etmesi. Şimdi de böyle olmasını isteyenler var ya! Efendim küresel ekonominin icabı her şeyi özel kuruluşlara yaptırmalıymışız. Onlar daha verimli çalışırlarmış. Peki siz niye verimli çalışmıyorsunuz?
Bir kere kârlılıkla verimliliği karıştırmayalım. Bu dediğiniz özel kişiler bizde yalnızca kâr düşünür. İkincisi, devletin kurumlarını neden “tüketme çiftlikleri” haline getirdiniz de şimdi şikayet ediyorsunuz? Ege sahillerindeki dinlenme tesislerinde tatil yapan zadegân sınıfını dönüşlerinde o kuruluşun fabrikalarının misafirhanelerinde ağırlayıp bakımlarını yaptırmak şart mıydı? Buna benzer savurganlıkların malî yükünü, işsiz bırakılmış genç kuşağın üzerine yıkmak nasıl bir adalet anlayışıdır?
Devletin, kendi kurumları eliyle soyulmasını bahane edip bir de özel kuruluşlara mı soydurmak istiyorsunuz? Özel denilen, bu yandaş sektörün bu işletmelerin meydana getirilişinde “özel” bir emeği ya da mali bir desteği mi olmuş ki pazar fiyatına onlara devrediliyor? Belirli kesimlerin şüf’a hakkı (tercih ve öncelik hakkı) nereden kaynaklanıyor?
Yanlış anlayacaklarını ve yanıltmaca yapacakların bildiğimiz için maalesef açıklama yapmak zorundayız. Gerektiğinde, adam gibi özelleştirme yapılmasına kimse bir şey demiyor. Çarpık toplu sözleşmelerle arpalık haline getirilmiş işletmeleri verimli hale getirmek, hiç değilse onların zararından kurtulmak gerekir. Ama tam tersine verimli bir işletmeyi baştan savarcasına elden çıkarmak yanlış bir iştir. Ayrıca, yabancı sermaye mevzuatını da bu zihniyet doğrultusunda düzenleyip, milletin alın teri karşılığında kazanılmış eserlerin uluslar arası sermaye tekellerinin eline geçmesine yol açmak, sonuçları daha şimdiden görülen kötü bir gidiştir.
AB ve IMF batı ülkelerinde tarıma destek olurken, ülkemizde tam aksine , tarımdaki üretimin kısıtlanmasına prim vermektedir. Son zamanlarda dış ticaret açığının büyümesindeki önemli bir etken de budur.
Enflasyon hızının azalması durgunluktan, o da satınalma gücünün düşmesinden ileri geliyorsa; kalkınma hızı da ithalatın artışından dolayı yüksek görünüyorsa bu ekonomik verilere bakarak hayale kapılmamak lazımdır. Kendimizi aldatmanın bir faydası yoktur.
Köklü çözüm ve çareyi, üretimin her alanda (tarımda, sanayide ve hizmet sektöründe) artırılmasında aramak gerekir. Bu da millî hasılanın büyük bir yüzdesini yatırıma aktarmakla olur. Bu konuda gösteriş politikaları ve birtakım kompleksler yüzünden hep geç kalınmıştır. Şimdiki iktidar da geçmiş hükümetlerin popülizminin bir başka şeklini sergilemektedir. Halbuki iktidarının ilk iki yılında kemerleri sıkıp ekonomiyi gerçek anlamda düzeltme yolunda parlamentodaki çoğunluğunun avantajlarını kullanabilirdi. Nasıl bundan öncekiler ummadıkları bir iktidarın serhoşluğu ile “aksakallılara” kulak asmamışlarsa bunlar da çoğunluğu sağlayınca (daha doğrusu seçim sistemindeki çarpıklıklar yüzünden yüksek bir oranda temsil edilince) her türlü hesapsız ve tutarsız girişimlerinin tasvip edileceği zannı ile sorumsuz davranmışlardır.
Dış borçlarının faizini yeniden alacağı kredilerle ödemeye çalışan bir maliye politikası ne kadar acıklıdır, millî olmaktan ne kadar uzaktır.
İç borçların tekelci sermayenin boyunduruğundan kurtarılarak uzun vadeli hisse senetleri şeklinde halka intikal ettirilmesi artık kaçınılmaz bir çare olarak görülmektedir. Bu iş de öyle “ahbap çavuş” anlayışıyla olmaz. Adil bir devlet anlayışıyla ve dürüstlükle olur. Yüksek ücret ödenen, kayırılmış kişilerle yürütülecek bir iş değildir bu. Vatansever, fedakâr, gerçek manada ülkücü kadroların çözeceği bir sorundur.
Öncelikle, hiç vakit geçirmeden devlet kadrolarında çalışanların ücretleri dengeli ve düzenli bir hale getirilmelidir. Bu yönde bir gayret sarf eden var mı? Hayır.
Adalet Bakanının ilk işi hakimlere hoş görünmek için onların maaşını artırmak oluyor.
Milli Eğitim Bakanı öğretmenlerin maaşlarının azlığından yakınıyor.
Maliye Bakanlığı kendi personelinin gelirlerini artırmak için her türlü formülü biliyor ve uyguluyor.
Milli Savunma Bakanlığının öncelikli işi askeri personelin özlük haklarının yeniden düzenlenmesi.
Üniversitelerde vakıfların, yan kuruluşların avantajları bir yana, belirli bir kesimin ücretleri ayrıcalıklı olarak yükseltiliyor.
Bu nasıl bir manzaradır? Sanki, başka başka devletlerin kamu çalışanlarından söz ediyoruz. Aynı devletin memurları arasında hakça bir personel kanunu yapmak ve hepsinin gelirlerini tatmin edici bir düzeye çıkarmak bu kadar zor mu? Zordur; ivazsız garazsız (bedel ödemeden ve bir şey beklemeden) objektif kıstaslarla hareket etmek nedense bu ülkede meşru hükümetler için zorlaştırılmıştır.
Ülkemizde sosyal güvenlik kurumlarının durumu gülünç ve acıklıdır. Sanki işsiz kalmak vatandaşların kendi tercihi ve dolayısıyla suçuymuş gibi yalnızca işçi haklarından bahsedilmektedir. Ya en büyük haksızlığa uğramış işsizlerin hakları nerede? Şu utanç verici istihdam politikaları yüzünden yüksek tahsilli, yabancı dil bilen, askerliğini de yapmış işsiz gencin ezikliğinin bedelini kim, nasıl ödeyecek? Şu veya bu yoldan yüksek ücrete ulaşmış kişilerin bu mağdur vatandaşlara olan ilgisizliği ve umursamazlığı ne yakışıksız bir haldir.
Bu düzenlemeleri yapamazsak ne kendi milletimizin karşısına ne de uluslar arası kamuoyu karşısına çıkacak yüzümüz olur. İnanın, böyle bir uygulamayı doğal görenlere dünyada kimse itibar etmez, saygı duymaz.
Peki, ne yapmalı, nasıl olmalı?
Yine bir çarpıklığın belirtisi olan erken yaşta emeklilik değil ama mutlaka belli bir yaşın üzerindeki herkes emekliliğe hak kazanmalı.
Uzun vâdeli tarım, ormancılık ve yer altı kaynakları projeleri hayata geçirilip işsizlik azaltılmalı ve yine de işsiz kalanlara işsizlik ücreti ödenmelidir.
Şimdi birilerinin çirkin bir sırıtışla (onlar her şeyi herkesten iyi bilirler ya) “bu işlerin finansmanı nasıl karşılanacak?” diye sormaya hazırlandıklarını görür gibiyim. Hani bir söz vardır “açtırmayın ağzımı” diye.
Siz çok iyi bilirsiniz nasıl finansman sağlanacağını. Siz her konuda uzmansınız.
O çok savunduğunuz fakat bir türlü doğru dürüst uygulayamadığınız serbest piyasa ekonomisinde hele bir serbest rekabet yolunu açıp tekelleşmeyi önleyin bakalım! Fırsat eşitliğini sağlayın.
Küresel tröstlere karşı bir tavır alın, hele bir görelim.
Tüketicinin doğrudan ve dolaylı sömürülmesini önleme girişiminde bulunun.
Sırf bu topluma özgü kredi kartları problemini çözmek için önlem alın, harcamaların aldatıcı şekilde teşvikini önleyin.
Yeraltı ekonomisini, para piyasalarındaki spekülasyonu önleyecek yürekliliği bir gösterin.
Holdingleşmelerdeki başıbozukluk yüzünden milli sermayenin erimesine mani olun.
Yaptığınız özelleştirmelerden sağlanan gelirin topluma yansımasına yol açın.
Kârlı KİT’lerin özelleştirilmesinden vazgeçin. Adam gibi işletin!
KOBİ’lere uygun koşullarla kredi sağlayıp her dalda üretimi artıracak tedbirleri alarak ihracatı kolaylaştırmak için gayret sarf edin.
Birtakım gereksiz kurumlar ihdas ederek belli kişileri servet sahibi yapmak hovardalığından vazgeçin.
Devlet bankalarını arpalık olmaktan çıkarın.
Özel bankaları bilerek batıranların hesabını tez elden görecek kanunları çıkartın.
Yabancı sermayenin kâr transferlerini düzenleyecek, sınırlayacak medeni cesareti gösterin.
Yapamıyor musunuz? Olmuyor mu?
O zaman niye oradasınız? Ne hakla oradasınız? Hangi yüzle oradasınız?
|