Köşe Taşı

 

Prof Dr. Ali Osman Özcan  

ÇOKLU ZEKÂNIN SIRRI


Çoklu zekâ diye estirilen fırtınaların yağmacılığı ve yıkıcılığına karşı direnmek, bilim dışı bir tutum olarak anlaşılmamalıdır. Çoklu zekâ deneyiminden sonra, pişmanlık ele girer mi? Deneyimlerimiz, bilme işleminin bir parçasıdır. Fakat iş işten geçmeden önlem alınması da akıllıca davranışın göstergesidir. “Zararın neresinden dönülse kârdır” atasözümüze uygun davranma zamanı gelmiştir, hatta geçmiştir bile.

Çoklu zekânın gücü, dayandığı bilimsel ve felsefî temelden çok duygusallığından ve kitlelerin hareketine kaldıraç görevi görmesinden gelmektedir. Öğretici ilişkilerdeki çoklu zekânın rolü ve işleviyle eğitici ilişkilerdeki rolü ve işlevi birbirine karıştırılmaktadır. Oysa bu ilişkilerin yapı, içerik ve yöntemleri birbirinden farklıdır. Zekâ tipleri diye tipolojik varsayımları sunmak birbirinden ayırma, soyutlama, zihinsel sorunu durumdan bağımsız ele alma, tanımlama, betimleme, sınıflandırma vb. zihinsel işlevlerdir. Çoklu zekâ yaklaşımında bu işlevler zekâ tipleri, türleri, çeşitleri vb. yokmuş gibi bir tutum söz konusudur.
Öğretimde amaçlar, öğrenilecek bilgiler, öğreticiler, öğrenciler ve yapılacak etkinlikler karşılıklı ilişki içindedir. Öğrencilerin kişiliğinin bir parçası olan çoklu zekâ (tabiî varsa) kişiliğinin bütünlüğünü kapsar duruma getirilmiştir. Düşüncelerin zihinlerde birbirleri ile yarışması, çekişmesi zekânın hangi etkinliği veya hangi zekâ tipinde ortaya çıkar? Tıpkı yanlış düşüncenin anlayışı yanlışa zorladığı gibi öğretimde çoklu zekâ yaklaşımı da, eğitim sistemimize yanlış adım attırmak için siyasi otoritenin gücüyle zorlayıcı yolları denemektedir.
Öğrencilerin bilinçlerinin derinlikleri içindeki yücelik ve kutsallığa ait imge ve simgelerle ilişki kurmaya çalışmalarına bu çoklu zekânın katkısı olur mu? Olur diyen varsa, beri gelsin görüşelim.
Çoklu zekâ diye estirilen fırtınaların yağmacılığı ve yıkıcılığına karşı direnmek, bilim dışı bir tutum olarak anlaşılmamalıdır. Çoklu zekâ deneyiminden sonra, pişmanlık ele girer mi? Deneyimlerimiz, bilme işleminin bir parçasıdır. Fakat iş işten geçmeden önlem alınması da akıllıca davranışın göstergesidir. “Zararın neresinden dönülse kârdır” atasözümüze uygun davranma zamanı gelmiştir, hatta geçmiştir bile. Zihnimizin somut olanı kuşatıp onu kavrama ve egemen olma işlemlerindeki etkinliğini çoklu zekâ yaklaşımıyla nasıl açıklayabiliriz. Bu zekâ tipolojisi yaşamın iç derinliklerindeki içerikleri kavrayabilecek bilgi ve beceriden de yoksun bir insan bilincinin değişik zaman dilimlerine kendini hazırlaması, ayarlaması ve düşünce meydanındakilerin algıladıkları bilgileri işleyebilecek zihinsel yetilere sahip olduğuna inanması çoklu zekâ yaklaşımındaki yüzeyselliğin göstergesidir. Çünkü bir bilgi ve duygunun en son kaderi zihnin rızası olup olmadığıyla ilişkilidir.
Çoklu zekâ diye sunulan zekâ tiplerinden birisi görsel-uzaysal zekâdır. Bu zekâ biçimi acaba görme özürlülerde nasıldır? Yine müziksel-ritmik zekâ ile ilgili özellikler işitme özürlülerde nasıl belirlenebilir? Şarkıların melodilerini çok iyi hatırlamak, ses belleğiyle ilgili değil midir? Oysa çoklu zekâ yaklaşımı, çok çok iyimser bir yaklaşımdır. Bu anlayışa göre, zekâ başkalarına da öğretilebilirmiş... O halde öğretmenler bundan sonra öğrencilerine kendi zekâlarını nakletmeyi öğretsinler. Bilimsel açıdan çocuksu düşüncelerinden kurtulamamış bilim adamları ile milletimiz nereye gidebilir? En akıllımız böyle düşünüyorsa, ölelim daha iyi...
Öğrencilerin gelişim düzeylerini dikkate almayan bir öğretim programı düşünülemez. Öğrencilerin algısal, zihinsel, duygusal, sosyal, ahlakî, bedensel özelliklerini değil de, sadece zihinsel özelliğine vurgu yapan bir öğretim programı başarılı olamaz. Çoklu zekâ yaklaşımı zihinsel özelliklerden çok ilgi ve hobileri ön plana çıkaran bir yaklaşımdır. Zihinsel açılımlara pek önem verme niyeti de yoktur. Kendi mantık yapısı bakımından ise tutarsızlıklarla doludur. Zekâ tiplerinin sınırlarını birbirinden ayıran işaretler belirsiz ve bulanıktır. Yaşam bütünlüğü alt üst edilmiştir. Talim ve Terbiye Dairesi Başkanı’nın bu görüşte olması hem gerekli hem yeterli göründüğünden çatlak seslere karşı kulaklar duymazlık ilâcıyla ilâçlanmıştır.
Müfredat içerikleri ile çoklu zekâ arasındaki ilişkileri kavramak için herhalde çok zekâya sahip olmak gerek. Bu ilişkinin nasıl kurulduğuna akıl erdirmek gerçekten zor. Müfredatın amaçları, siyasî otoritenin, yaptırım gücü olan otoritenin politikasını yansıtır. Bu gayet doğaldır. Öğretilecek bilgiler de bu otoritenin bilgi olarak kabul ettiği şeylerdir. Çoklu zekâ temel alınarak yazılacak ders kitaplarında, müfredatın amaçlarıyla, ders konuları, öğrenciler, öğretmenler ve öğretici-eğitici etkinler arasında nasıl bir denge kurulacağı da gerçekten merak konusudur. Algısal yeteneklerle zihinsel yetenekler, psikomotorik yetenekler ve bellekten oluşan bir çorba pişirilmeye çalışılmıştır. Hatta buna kişisel özellikler de tuz-biber olarak ekilmiştir. Bilgi-beceri testleri konusunda hiçbir veri sunulmamıştır. Allah, sonumuzu hayır etsin! Bir şairin dediği gibi: “Bindik bir alâmete, gidiyoruz kıyamete” diye düşünmeden edemiyor insan...
Yeni problemlerin çözümünde psişik (ruhsal) işlevlerin başarı derecesi olarak tanımlanmaya çalışılan zekâ sözcüğünün içeriği dikkate alındığında; çoklu zekâ bu içeriğin neresinde ve hangi noktasında bulunabilir? Bunu öngörmek gerçekten zor. Çocuk ve gençlerde zihinsel gelişimin yaşa bağlı olarak farklılaşmasına dayalı bir varsayım, normal gelişim yolunda davranış birimlerinde gittikçe ilerleme sonucu farklılaşma olgusunu da kabul eder. Çoklu zekâ yaklaşımının (teori deseler de değil) zekâ tiplerindeki farklılaşmaların nasıl olduğu konusunda elimizde hiçbir veri de yok. Bu yaklaşımın doğrulanabilirlik ve çürütülebilirlik ölçütleri de belli değil. Algısal, psikomotor ve duyusal başarılar mantıksal düşünce başarılarından daha erken bir dönemde ortaya çıktığı halde, böyle bir olgu hiç yokmuş gibi zekâ tiplemeleri yapıldığı görülmektedir. Buna da koskoca Talim ve Terbiye Dairesi Başkanı kefil olmaktadır. Zekâ öğretilebilen bir şey olduğuna göre zekâ da soyaçekim faktörü de gözlerden saklanmış olmaktadır. Cafcaflı sözlerle bilim adamlarının basiretlerini bağlama sihirbazlığı, ancak bu şekilde yapılabilir. Oysa soyaçekimin zekâ üstündeki belirleyiciliği, bir zihinsel yetenekten diğerine değişiklik göstermektedir. Çoklu zekâda soyaçekim yok farzedilerek, her şey öğrenme ve öğretme ile yani çevre ile ilişkilendirilmektedir. Oysa öğretimin başarılı olamayacağı alanlar da vardır. Bir yaşındaki bir çocuğa kim cebir öğretebilir? Galiba bizim Talim ve Terbiye Başkanımızın böyle bir ilâcı var. Davranışlarından, kitaplarından öyle anlaşılıyor. Kaç kişiye, kaç farklı zekâ testi uyguladığı da belli olmuyor.
Çoklu zekânın sırrı hocanın kavuğunda gizli herhalde. Bu kadar etkili olduğuna göre, o kavuğu biraz da başkaları giyse... Mantıksal düşünce ve çağrışımsal bellek soyaçekimle çok az ilişkili olduğundan, çoklu zekâ çevre etkileriyle değerli kabul edilir. Çünkü bilgi kırıntıları toplanabilir. Bilgi kırıntılarına sahip olmak, düşünme meydanında boğuşma ve güreşmede işe yaramaz. Çoklu zekâ hafızlarının zekâ gerçekliğini tüketmelerine asla göz yumulmamalıdır. Bundan sonraki yazıda zihinsel yetenekler, algısal ve duyusal yetenekler hakkında açıklamalar yapılacaktır. İlgi ve hobilere, öğrenilmiş şeylere yeti ve yetenek adı verilmeyecektir. İlgi ve hobileri, zihinsel olmayan şeyleri çoklu zekâ diye pazarlayanlara karşı eğitimci, öğretmen ve zekâ psikologlarının çok dikkatli olmaları bir insanlık borcu ve sorumluluğudur.


www.ufukotesi.com - 03 / 2005  

ufuk@ufukotesi.com

Ufuk Ötesi Gazetesi'nde yayınlanan yazı, haber ve fotoğraflar kaynak gösterilerek iktibas edilebilir.