Göğe Merdiven

 

Aybars Fırat  

SAMİMİYETSİZLİK


Uzun süredir, neden olduğumuz yerde dönüp durduğumuzu, eğlendiğimizi, bir adım ileriye gitmek şöyle dursun, hep geriye gittiğimizi düşünüp dururum. Zaman zaman binlerce sebep aklıma gelir. Bazen de hiç bir soruya cevap bulamam. Sonunda kendime şöyle bir cevap buldum. Önüme bir mesele geldiği zaman, bu meseleye ne kadar ilgi duyduğuma, bu meselenin samimi olarak beni ilgilendirip ilgilendirmediğine bakıyorum.

Uzun süredir, neden olduğumuz yerde dönüp durduğumuzu, eğlendiğimizi, bir adım ileriye gitmek şöyle dursun, hep geriye gittiğimizi düşünüp dururum. Zaman zaman binlerce sebep aklıma gelir. Bazen de hiç bir soruya cevap bulamam. Sonunda kendime şöyle bir cevap buldum. Önüme bir mesele geldiği zaman, bu meseleye ne kadar ilgi duyduğuma, bu meselenin samimi olarak beni ilgilendirip ilgilendirmediğine bakıyorum. Koca koca memleket meseleleri için de benzer bir yol takip ediyorum ve milli bir mesele ile önce ben ne kadar ilgiliyim diye kendime bakıyor, sonra bu konuda bir gelişme olup olamayacağını tahmin edebiliyorum. Ben ilgilenirsem başarıya kavuşacaktır, ilgilenmezsem bu konuda başarılı olunamaz diye düşünüyorum. Şahsen ben, memleket meselelerinde samimiyetimi kaybetmişsem, o meseleyle başkaları ilgilensin, benim görevim değil diye düşünmeye başlamışsam, başkalarından bir şey beklemeye hakkım olur mu? Şimdiye kadar çok önemli şahsiyetlerle tanıştım, bir çok sohbet ortamında bulundum. Memleketin kurtarıldığı, milletin istikbalinin konuşulduğu yerlerde hasbelkader nefes aldım. Ancak gördüğüm, o koca koca ünvanların, kurumların, devletin saçağına sığınmış insanların, ülke ve milletleri için duydukları çalışma isteğini kaybettikleri, samimiyetlerini bir kenara bıraktıkları, o yüzden savundukları davaların ağır aksak yürüdüğü, hatta yürümediği oldu. Böyle insanlar kendilerine parlak bir kılıf hazırlamışlardı ve bu kılıfın koruyuculuğunda senelerce meydanlarda at koşturuyorlardı. Kendilerini olduğundan farklı gösterip büyük dava adamı olarak ortalarda dolaşabiliyorlardı. Hatta başkalarının yaptığı bir işle şöhret kazanan birinin, her şeyi bilen biri olarak ortalarda nasıl dolaştığına, yazdığım makaleyi çalıp kendi yazısı olarak yayınladığına ve bunun unutulduğunu zannedip, günün birinde beni hırsızlıkla suçladığına bile tanık oldum. Türk Büyükleri olarak bilinen kişilerin bir çoğunun gerçekte Türk Büyüğü olmadığını, bir zamanlar işlediği bir hayrın yüzü suyu hörmetine kendilerine katlanıldığını gördüm. Gençlik yıllarımda bu konularda bize öğüt veren bir Ağabeyin! de yıllar sonra milletvekili olduğunda aynı şekilde jelatininden sıyrıldığını duydum. Görmüş olsan ne yapacaksın? Sadece her gün bağrı daha fazla yanan biri olup çıkıyorsun. Tarihe bakalım;
Birinci dünya savaşı sonrası Anadolu, aç gözlü emperyalizm’e satılmış, Fransızların payına da Maraş düşmüştü. Fransızlar, bir kısmı Senegal’li ve Cezayir’li Müslüman askerlerden oluşan beş bin kişilik bir kuvvetle paylarını almak için geldiler. Yaklaşık iki bin Ermeni yardakçı tarafından sevinçle karşılanan Fransız kuvvetleri, bir piyade alayı, dört topçu, iki süvari bölüğü ve dört zırhlı otomobilden oluşan ağırlıklarını bu kuşatma için yeterli görmüşlerdi. Maraş Halkı’nın ise Jandarma dairesinden aldığı sekiz yüz elli silah, iki makineli tüfek, iki adi top –ki bu toplardan yararlanılamadı-, yerli av tüfekleri, bıçak, satır, balta, kılıç gibi silahları vardı. 2500 Maraşlı, mahalle çeteleri halinde örgütlenmişti. Adil olmayan bir savaş, adil olmayan güçler arasında başladı. Aslında bu bir savaş değildi, bu bir direnişti. Direnişi başlatan Sütçü İmam’ın kurşunu oldu. Sütçü İmam, 31 Ekim 1919 günü Uzunoluk Hamamı’ndan çıkan kadınların peçesine el uzatan Fransız üniforması giymiş Ermeni askerine karşı ilk kurşunu sıktı. Onun bu kurşunu yalnızca Ermeni askerine değil medeniyet kisvesine bürünen Avrupa’ya idi. Anlamalıydılar, anlamadılar...
"Arkadaşlar harp başlamıştır. Allah'ın inayeti, Peygamber'in ruhaniyeti, din kardeşlerimizin fedakârlığı ile her şey göze alınmıştır. Vatanımız tek kişi kalana kadar düşmana teslim olunmayacaktır. Gayret bizden yardım Allah'tan." Bu sözler Mustafa Kemal Paşa tarafından desteklenen Maraş Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Başkanı Arslan Bey’e aitti. Arslan Bey, savaşın resmen başladığını ilan ediyordu, yayınladığı beyannameyle.
Söyleyin lütfen! Bugün o günlerin şartlarından farklı ne var hayatımızda? Allah korusun, o karanlık günlere çok yaklaşmadık mı? O zaferlerin arkasında insanların samimiyetinden başka ne bulabilirsiniz?
Bir dava, hangi dava olursa olsun, kendisine samimi olarak inananların çokluğuyla değil, kalitesiyle büyür ve başarıya ulaşır. Türkiye'de hangi konuyu ele alırsanız alın, o konuda en büyük olarak gözükenlerin gerçekte büyük olmadığı, uzmanı olmadan, mevcut bilgilere yenisini eklemeden yan gelip yattığını rahatlıkla görebilirsiniz. Bunun pek az istisnası vardır ve bu istisnalar, başında bulunduğu grubu, kuruluşu, kurumu, ilmî müesseseyi gerçekten ileri götürmüş kıymetli insanlardır. Bunca dava mensubu gözüken insan, gece gündüz, samimi olarak kendi davasıyla yatıp kalksa idi böyle davalar ortada kalır mıydı? Memleketin geleceği ile ilgili olarak sağda solda ahkam kesen bunca insan neden bir araya gelemiyor biliyor musunuz? Sadece bizi parça parça etmek isteyen dış güçlerin yüzünden mi? Bir araya gelemeyişimizin bence asıl sebebi bizim samimiyetsizliğimiz. Çocuklarımızın iyi yetişmeyişi, ekonomimizin, sanayimizin gelişmeyişi, bilimde başarısızlığın, dış politikada çuvallamanın sebebi sadece bilgi noksanlığından mı? Hayır. Bilgimizi, enerjimizi samimi olarak, her şeyimizi bir kenara bırakarak, karşılıksız kullanmak istemiyoruz. Şair: "Bırak bozuk saatler yalan yanlış işlesin / Çelebiler çekilip haremlerde kışlasın!" diyordu. Diğeri "Batıl hemişe batıl ve bihudedir veli / Müşkül odur ki suret-i hakdan zuhur ede!" diyerek ikaz ediyordu. Biz aldığımız terbiye gereği büyüklerimize saygı gösteriyoruz diye bu ikazlara aldırmadık. Kendimize yazık ettik.
Çok insan hayalimizi yıkmıştır da, yine "bir bildiği vardır elbet" demişizdir. Gözümüzün içine baka baka haram parayı uzatan kardeşimize iyi niyet gömleği giydirmişizdir. Bundan da hep biz zarar görmüşüzdür. Devir zararın neresinden dönülürse kârdır devridir. Artık elde avuçta zarara verilecek bir şey de kalmadığına göre, insanlara farklı bir gözle bakmayı öğrenebilmeliyiz. Kendini ve başkalarını tanımanın yolu, tarihi, milleti, dini, kültürü tanımaktan geçiyor. Gökkubbenin altında yazılmadık, söylenmedik, hiç bir şey kalmadı. Okudukça, gezip gördükçe, tanıdığınız insanlardan daha pek çok insanın var olduğunu, farklı diyarlarda aynı duyguların yaşandığını, insanları yönlendiren duygu ve düşüncelerin temelinin aşağı yukarı aynı olduğunu görüyorsunuz. Aradaki tek fark şu: Bazı milletler, insanları ve kendilerini diğerlerinden daha iyi tanıyor ve yabancıları sömürecek, ruhunu okşayacak, çileden çıkartacak şeyleri, önemli adamlarını, önemli adamların zaaflarını daha iyi biliyor ve araştırıyor! Sıradan bir sömürge ülkesi olmak, nüfusu kontrol altında tutulup, beyinleri geliştirilmeyen bir insan topluluğu olmak istiyorsak, kendimizi, bizi yönetenleri tanımaya koyulmalı, samimi olarak milletimizi ileri götürme davasına bağlanmalı, başka her endişeyi bir kenara atmalıyız. Bakın o zaman 275 kiloluk gülleler nasıl toplara sürülüyor! 26 mayınla 26 gemi nasıl batırılıyor! Beyler, bayanlar, sizleri samimiyete davet ediyorum. Her şeyi siz yapmadınız. Her şeyi siz bilmezsiniz. Ancak birlikten kuvvet doğar ve samimiyet teri akıtılmayan hiç bir hamur maya tutmaz. Devletimizin ebed müddet yaşamasını istiyorsanız, altınızdaki bu topraklara azıcık saygınız varsa, evlatlarınıza biraz sevgi duyuyorsanız, çoktandır şahsî düşüncelerle bir kenara bıraktığınız davanıza samimiyetle sarılırsınız! İlla da sadece siyasî alanda mücadele edilecek diye bir kaide elbette yoktur. Atatürk'ün değdiği gibi "Hatt-ı müdafaa yoktur, sath-ı müdafaa vardır. O satıh bütün vatandır." Hatta millettir. Milletin her bir hücresinin sağlıklı tutulması, kültürünün bir yönünün kurtarılması için çalışmak, çalışanların güçlerini birleştirmesi bir kutsal görevdir. Görmüyor musunuz, orta yerde kıvranan bir avuç fedaiden başka bu milletin geleceğini düşünen yoktur! Siz nerdesiniz? Küçük işler yapan, üzerine görev düşünce meydanlara koşanlardan değil misiniz? Küçük işler yapmasını bilmeyenler, büyük davalar kazanamaz! Büyük adamlara aldırış etmeyin. Onlar büyüklüklerinin keyfini burada süredursun. Siz yarın Hakkın divanına alnınız açık gitmeye çalışın. Kabuğunuza çekilmişsiniz öyle neyi bekliyorsunuz? Büyük bir başbuğ gelecek diye düşünüyorsanız, yanılırsınız. O başbuğ, sizin gibi gerçekte çok büyük işler olan o küçücük işleri fedakârca yapan insanların arasından çıkacaktır. Ne varsa sizde var, gayrıdan imdad yoktur. Böyle biline!


www.ufukotesi.com - 03 / 2005  

aybarsfirat@yahoo.com

Ufuk Ötesi Gazetesi'nde yayınlanan yazı, haber ve fotoğraflar kaynak gösterilerek iktibas edilebilir.