Dünya tarihinin ve son yılların en büyük felaketi “11 Eylül hadisesi” olmadığı halde, etrafında en çok gürültü koparılan, akıllarda en çok bıraktırılmaya çalışılan olaylar “11 Eylül” gibi hep Batı’yı doğrudan ilgilendirenler olmuştur. Herşeye rağmen bu seferki duyarsızlık için Batı’ya kendi içinden az da olsa tenkitler gelebilmiştir. Bir Alman gazetesi “Kulağa belki biraz sert gelecek ama Batı’nın Güney Asya’ya yardım etme isteği, öncelikle bölgede kaybolan yabancı turistlerle ilgili.” diyor. |
“Yiğitlerim uyur gurbet ellerde..
Kimi Semerkant’ta bekler beni, kimi Caber’de…”
Güney Asya’da yaşanan deprem felaketi büyük acılara, büyük feryatlara sebep oldu. Bir yanda hayatlarını kaybedenleri diğer yanda ise hayatta kalmakla birlikte herşeylerini kaybedenleri görüyoruz. Çok kısa bir süre içinde herşeyini kaybeden insanların düştüğü durumu, ruh hallerini ve çaresizliklerini anlamak, onların acılarını paylaşmak hepimizin vicdan borcudur. 200 bine yakın insanın öldüğü bu felaket fazlaca gündemde kalamamış, bölgeye yeterli yardım yapılmamıştır. Bunun sebebi bölgenin New York’tan, Paris’ten Londra’dan ve Laila’dan uzakta oluşudur. Dünya tarihinin ve son yılların en büyük felaketi “11 Eylül hadisesi” olmadığı halde, etrafında en çok gürültü koparılan, akıllarda en çok bıraktırılmaya çalışılan olaylar “11 Eylül” gibi hep Batı’yı doğrudan ilgilendirenler olmuştur. Herşeye rağmen bu seferki duyarsızlık için Batı’ya kendi içinden az da olsa tenkitler gelebilmiştir. Bir Alman gazetesi “Kulağa belki biraz sert gelecek ama Batı’nın Güney Asya’ya yardım etme isteği, öncelikle bölgede kaybolan yabancı turistlerle ilgili.” diyor.
AÇE’DEKİ AY-YILDIZ
Bu felakette en büyük zararı Endonezya’nın Sumatra adası ve 500 yıllık bağımız olan Açe şehri gördü. Açeliler, “Biz Türkleri çok seviyoruz. Türkler bizim akrabalarımızdır. Ne olur bu zor günlerimizde bize yardım edin.” haykırışıyla bize seslerini duyurmaya çalışıyorlar. Bu haykırış, Türk basınında “Açe Uzak Değil”, “500 yıllık Osmanlı Sevgisi”, “Açe’de Sadece Türk’e İzin Var”, “Açeliler Yardıma Gelen Türklere Osmanlı Para ve Takılarını Gösteriyorlar” gibi başlıklarla yankı buldu. Büyüklük iddia edebilmek için büyük fedakârlıklar yapmak gerekir. 1560’lı yıllarda yeryüzünde yardıma ihtiyacı olan bir AÇE vardı, devletimizde de AÇE’yle ilgilenmeyi görev addeden bir bakış açısı.. Hollanda donanması tarafından kuşatılan Açe Sultanlığı İstanbul’a heyet göndererek yardım talebinde bulundu. Bu talebin karşılığı, asla göstermelik ve kısmî bir yardım değil, çeşitli meslek gruplarından donanımlı insan gücünü Açe’ye göndermek oldu. Bütün insanlığı kucaklamayı, mazlumların yanında olmayı şiar edinmiş olan devletimiz Açe’ye uzandığı gibi, 2.Bayezid zamanında da İngiltere tarafından ablukaya alınan İrlanda’ya kuşatmayı yararak yardım ulaştırmıştı. Devletimiz maddi çıkar hesaplarına değil sahih bir dünya görüşüne dayandığı için hiç bir meselede “banane” demiyor, haksızlıkların karşısına dikilmeyi biliyordu. İşte Açe’deki sevginin, bayraklarındaki ay-yıldızın, yakın zamana kadar Sultan Abdülhamid adına hutbe okunmasının sebebi budur.
“KRALİÇE ELİZABETH ADINA MI OKUTALIM?”
1960’lı yıllarda Kenya’dan Şeyh Ali isimli bir zat geliyor ve Ziya Nur Aksun ile görüşüyor. Şeyh Ali, hutbeleri hala Sultan Abdülhamid adına okuttuklarını söyleyince, Ziya Nur, “ Nasıl olur, Sultan Hamid öleli 50 sene oldu.” diyor. Bunun üzerine Şeyh Ali şu müthiş soruyu soruyor. “Kraliçe Elizabeth adına mı okutalım?” Şeyh Ali bu sorusuyla bir tercihe işaret ediyor, kendisinin hangi medeniyete ve değerler sistemine aidiyet hissettiğini ortaya koyuyordu.
1990’lı yıllarda hem Çeçenistan hem de Bosna ateş altındayken, bir bakanımızla Bosnalı bir yetkili görüşüyor. Bakanın “Nasılsınız?” sorusuna Bosnalı yetkili “ Biz İyiyiz fakat Çeçen kardeşlerimizin durumu nasıl?” diyerek mukabele ediyor. Herhalde bu iki sohbetteki ifadelerin derinliği Türkiye’nin bu insanlarca nasıl görüldüğünü açıklamaya yetecektir. Türkiye’ye dışardan bakanlar, Türkiye’nin özelliklerini ve sahip olduğu potansiyeli görüyor. Peki Türkiye’de yaşarken, Türkiye’yi fark etmeyenlere ne demeli? Yemen’de ne işimiz vardı? diyenlerin bu sevgiyi ve ruh birlikteliğini anlamaları mümkün değildir. Zaten anlamadıkları için Rumeli, Kırım, Yemen türküleri yerine senfoni dinliyorlar. Bugün “Yemen’de ne işimiz vardı?” diyene, yarın kolayca “Şimdi olduğun yerde ne işin var? derler. Biz bütün bunlara rağmen türkülerimizin coğrafyasında yeniden etkin olmak, birleştirici ve kucaklayıcı medeniyet tecrübesini yeniden canlandırmak zorundayız...
|