-

 

Rasim Ekşi  

ERENKÖY SÜRÜNGENLERİ -2


Üniversite öğrenimini yarıda kesip, vatan savunmasına koşan Hüseyin Laptalı’nın iki ciltlik eseri, Üsteğmen Atilla Çilingir’e göre daha sert hükümlerle dolu. Çilingir, yanlış anlaşılabilecek cümlelerde, değerlendirmelerden özellikle kaçınmış gibi. Kıbrıs doğumlu olan Laptalı, birinci cildin önsözünde, bizim de katıldığımız bir tespiti yapmaktan çekinmiyor:

Üniversite öğrenimini yarıda kesip, vatan savunmasına koşan Hüseyin Laptalı’nın iki ciltlik eseri, Üsteğmen Atilla Çilingir’e göre daha sert hükümlerle dolu. Çilingir, yanlış anlaşılabilecek cümlelerde, değerlendirmelerden özellikle kaçınmış gibi. Kıbrıs doğumlu olan Laptalı, birinci cildin önsözünde, bizim de katıldığımız bir tespiti yapmaktan çekinmiyor: “Düşmanlarımız bizlere AB rüşveti sunarak ocağımıza incir dikmek istemektedirler” dedikten sonra şöyle devam ediyor:
“Kıbrısta öteden beri uygulanan Türkleri efendice öldürünüz’ programlarını Türkleri efendice söküp, dağıtıp, yok ediniz’ programına çevirmişler. Batı Medeniyetleri Egemen dukalığına, Birleşmiş milletler Genel sekreteri de dahil olmuş, inatla ve ısrarla bu hususu diretiyorlar. Bana (Kıbrıs Türküne) sen yoksun, çek git, kaybol diyorlar. Nasıl kaybolayım, ben varım işte! Kendimi mi inkar edeyim! Kendimi mi öldüreyim! İntihar mı edeyim! Boşver, vebali boyunlarına, gelsinler kendileri öldürsünler.”
Kıbrıs doğumlu olmasına rağmen, Erenköy cihadında ilk karşılaştığı manzara Laptalıyı da şaşırtmış. Halkın fakirliği, çaresizliği bir yana eğitim yetersizliğinden kaynaklanan farklılık da genç mücahidi şaşkına çevirmiş ve kendi kendine “Yoksa burası Kıbrıs Türk köyü değil mi? sorusunu sormasına sebep olmuş. Yazarın deyimi ile “bozuk Türkçe ve tarzanca bir lehçe” konuşulmasına hayret ettiğini kaydetmeden geçememiş. Ercüment Yavuzalp’ın şu olayın benzerini Laptalı da yaşamış:
Ben adada göreve yeni başladığım sırada, eski adı Limnidis olan Yeşilırmak köyünü de ziyaret etmiştim. Köy kahvesinde soydaşlarla sohbet ederken, bir köşede oturmuş olan bir ihtiyar nazarı dikkatimi çekti. Hiç söze karışmıyor, konuşulanların da üzerinde pek fazla etki yaratmadığı izlenimini veriyordu. Yanına yaklaşıp konuşmak istedim. Söylediklerimi boş gözlerle dinledi, fakat hiçbir cevap vermedi. Etrafta gülüşmeler oluyordu. Köy muhtarı da yüzünde hafif bir tebessümle yanıma geldi ve “Beyim, o Türkçe bilmez” dedi. İhtiyarın tipinde, ne de giyinişinde, ne de oturup kalkışında diğerlerinden farklı bir taraf olmadığı için şaşırdım. Rumun burada ne işi var diye sordum “Rum değil, Türktür. Buradaki yaşlıların çoğu Rumca konuşur, Türkçe bilmez” dedi. O bölgedeki bazı köylerde, ki bunların için de eski adı “Kokkina” olan serhat şehri Erenköy de var, Türkler son zamanlara kadar aralarında sadece Rumca konuşur, Türkçe bilmezlermiş. Bu köylere Türkçe son yıllarda girdiği için, çok yaşlıların bazıları hâlâ Türkçeyi öğrenememişler. Buna rağmen, benim Yeşilırmak’ta rastladığım Türkçe bilmeyen, fakat Türklüğünün ve mensup olduğu dinin bilincinde olan ihtiyar, davasına sahip çıkan diğer soydaşları gibi köyünde mücadelenin içindeydi.” (Kıbrıs Yangınında Büyükelçilik, Ankara, 1993, Sayfa: 232)
Atilla Çilingir’in, muhtemelen soydaşlarımızın kalbini kırmamak düşüncesiyle, üzerinde duramadığı bu konuyu Hüseyin Laptalı, çekinmeden ortaya sererken, Erenköy halkının misafir severliği, cömertliği, millî şuuru ve dinî duygularındaki sağlamlığı da bizzat yaşadığı olaylarla sergilemiş. Yazarlığından önce şairliği ile tanınmış olan Laptalı, bir köylünün, komşusuna “ Be Kâzım sandalye getirin efendiler otursun” cümlesini Rumca “Vre Kazzimi fertlede gerekles nagatsun efendiyes” şeklinde ifade etmesini elbette ki içine sindirememiş.
Öğrence mücahitleri hem misafir, hem de kurtarıcı olarak gören, 4 asır önce Karamandan Kıbrıs’a göçürülen, Türkçeden başka dil konuşulmasını yasaklayan Karamanoğlu Mehmet Beyin torunundan, Türkçe’nin gramerine uymayan cümleyi duyarak üzülen Hüseyin Laptalı’nın Rumca konuşulmasına nasıl üzüldüğünü tahmin etmek zor değil.
Ahırdan bozma mekânlarda yatıp, gece sabahlara kadar, ellerindeki çakar almaz silahlarla, son model silahlarla mücehhez Rum Milli Muhafız Ordusuna karşı duran, zaman zaman çatışmalara girip ölümlerden dönen gençlerin en büyük sıkıntısı ise, yetersiz eğitim ve tecrübesizlik. Mücahit grupları arasındaki bilgi akışının yetersizliği, askerî kurallardan bihaber oluşlarını bir yana bırakırsan Birleşmiş Millet Barış Gücü’nün hiç değişmeyen Rum yanlısı tutumu da işin cabası... Personel ve teçhizat yetersizliğinin yanısıra Komutan mevkiindekileri yetersizliğini eklersek durumun vehameti daha iyi anlaşılır.
Hüseyin Laptalı’nın hatıralarından da anlıyoruz ki, çaresizlik içindeki Kıbrıs Türklerinin tek ümidi Türkiye’dir. Ne zaman Türk Genelkurmayı meseleye el atmış, işler değişmiştir. Albay Rıza Vuruşkan, 01.08.1964 tarihinde “Komutan Akıncı” adıyla göreve başlar başlamaz durum değişir. Komutan Akıncı, mücahitleri tam bir askerî bir birlik disiplini altında organize edince güçleri de artar moralleri de yükselir. Yetersiz silah, mühimmat ve personelle mücadele eden Türk kuvvetleri, Yunanistan’ın açık desteğindeki Rum Milli Muhafız Ordusu karşısında zor anlar yaşamaktadır. 8 Ağustos günü yaşananlar, Türk tarihinin destanlarından birisidir. Laptalı, kitabının birinci cildinde (sayfa: 305, 306, 307) yaşadıklarını şöyle anlatıyor:
“Erenköy’e çekilen tamamıyle dağınık ve yorgun Mücahitler, son savunma hattını kurmak için Erenköyün çevresindeki tepelere ve Asaf-kartal tepelerinin vadi ağzına gönderildiler. Bölgedeki Türk varlığının korunması için bütün ümitler, Türk jetlerinin hava desteğine bağlanmıştı.
Sabah erken saatlerde Bahiammos Rum mevzileri, Erenköyün batı kesiminden havanlarla şiddetli bir şekilde dövüldü. Rumların Bahiammos birliği daha önce bildirilen tepelerde idi. Türklerin ağır silahlarının şiddeti yüzünden, bu tepeleri tutmakla olan bölük ağır zayiat verdi. Birlik komutanının bütün çabalarına rağmen birlik tepelerde tutunamayarak, geri çekilmek zorunda kaldı. Bahiammos Birlik komutanı bu tepe küçük bir kıta sevk etti. Deniz yönündeki durumdan endişe eden harekat komutanı, karargâhından bir subayı bu bölgeye gönderdi. Bu subay birlik komutanı ile konuşup, dağılan bölüğü topladılar. Toplanan bölük terk ettikleri mevzilere gönderildi. Saat 10’da daha önce 12’inci Taktik Gruba ayrılan 206’ıncı Piyade Taburunun Birinci Bölüğü de Pomo bölgesine gönderildi.
Saat 11.30’da Doğu Bahiammos birliği, 216’ıncı Piyade Taburu Komutanı emrine girdi. Bu birliğe, Bahiammos-Erenköy yönünde saldırıyla, Erenköy’ün alınması emri verildi. Rumlar bu kesimde de kesin netice almak istiyorlardı.
216’ıncı Piyade Taburunun iki bölüğü, önceden Bahiammos Bölüğünün almış olduğu mevzilere çıkarak Türklerle göz bağlantısı kurdu. Buralardan yapılan gözetlemelerle, Türk mevzilerindeki bazı otomatik tüfek yerleri belirlendi.
Saat 14.00’de başlayan 216’ıncı piyade Taburunun saldırısı, Türk Mücahitlerinin şiddetli ateşleriyle ağır zaiyat verdirilerek durduruldu. Erenköy-Bahiammas yolu boyunca zırhlı oto müfrezesiyle yapılan saldırı da, aynı şekilde neticesiz oldu. Neticeye çabuk ulaşacaklarını sanan Rumlar şaşırmışlardı. Karadan hücum edilirken, denizden de hücumbotlar Türk mevzilerini dövdüler. Erenköy denizden ve karadan ateş altında kaldı. Rumların saldırısı durdurulurken, Türklerin savunma güçleri gittikçe zayıflıyordu. Ellerinden geldiğince direnmişlerdi. Ama arkası gelecek saldırılar için ellerinde fazla bir şey yoktu. Yorgun mücahitler cephede son güçlerini tüketirlerken kadın, çocuk ve ihtiyarlar yaklaşan bir tehlikeyi sezerek, mağaralar içinde bekliyorlardı. Barış Gücü de bu durumda yardım edemeyeceğini ancak kadın ve çocukları Erenköy’den alabileceklerini bildirdi. Fakat bilinen bir katliamı göze alarak kadınlar kocalarının ve oğullarının bulunduğu yerden ayrılmak istemediler.
Beklenen jetler de, bir türlü gelmiyordu.
Bölge Komutanı Akıncı ve Türk Cemaatı Lideri R. R. Denktaş, gerçekleri bütün açıklığıyla belirten mesajlar gönderdiler. Tekrar tekrar acele yardım istendi.
Sadede gelelim: Harp Tarihi araştırmalarından alıntıları burada kesiyorum. Ancak bu tarih araştırmalarının küflü tozlu dokümanları arasında kalmış, yazanaklara geçmemiş ve fakat Erenköy’de acımasız ve üstün düşman kuvvetleri karşısında çaresiz dövüşen ve bekleşen, 1500 kadar büyük küçük, kız kızan, genç ihtiyar Türk’ün kaderini değiştiren, muhtemel bir katliamı durduran, bu son telsiz mesajının hikayesini yazmadan geçemeyeceğim.
Bir gün Albay Akıncı, Sarı Alarm Planlarını bana dikte ettirirken bir an için durakladı ve şöyle dedi:
-Uçaklar geldiği gün vaziyet o kadar kötüydü ki, savaşarak ölmekten, düşmanın yapacağı katliamı kabul etmekten başka çaremiz kalmamıştı. Genelkurmaya son mesajım şöyle oldu:
GELİRSENİZ KURTULURUZ. Stop.
GELMEZSENİZ VATAN SAĞ OLSUN. Stop.”
ABD, Avrupa Birliği ve “Turuncu Devrimler” organizatörü Soros gibi para babalarından gelen dolarla Kıbrısı satışa çıkaranlara hatırlatmak isteriz ki, Kıbrıs’ta ve Türkiye’de binlerce Hüseyin Laptalı, Türk Ordusu’da yüzlerce Komutan Akıncı ve Atilla Çilingir vardır.




www.ufukotesi.com - 02 / 2005  

ufuk@ufukotesi.com

Ufuk Ötesi Gazetesi'nde yayınlanan yazı, haber ve fotoğraflar kaynak gösterilerek iktibas edilebilir.