Çocuklarımıza, gençlerimize, kızlarımıza, kadınlarımıza, yaşlılarımıza, vatan topraklarının, geçmişimizin, geleceğimizin, her zerresine sahip çıkmak, araştırmak, okumak, öğrenmek ve omuzlarımıza yüklenen –milletimizi sonsuza kadar hür ve müreffeh yaşatmak – ağır sorumluluğunu yerine getirmek zorundayız. Bu da tarihimizi, dilimizi, dinimizi, kültürümüzü bilmek ve yaşatmakla olacaktır. Biz ne yapacağız; bizi yok etmek isteyenlerle savaşacak mıyız yoksa boyun mu eğeceğiz, içimizdeki hainlere prim vermeye, devam mı edeceğiz, bizi içten çökertmelerine razı olacak mıyız? Günlük çekişmeleri bir yana bırakıp kaybettiklerimize, kaybetmekte olduklarımıza eğilecek miyiz? Yoksa boğazımıza sarılmış yılan için hala “Bana dokunmuyor” mu diyeceğiz? |
İnsanoğlunun ezelden beri şuur altında taşıdığı duygulardan biri devamlılıktır. İnsanın hayatını sürdürmek için ne gibi zorluklara katlandığını düşünüp, konuyla ilgili yaşanmış hikayeleri okuduğumuzda bu mücadelenin temelinde yatan düşüncenin nesli devam ettirmek olduğunu görürüz. Tsunamiden, depremden on beş gün sonra hayatta kalmış insanları hatırlayınız. Amaç hayatta kalmaktır. Erkekler kadınlara bunun için kur yaparlar, kadınlar bundan dolayı süslenirler. Toplumlar bunun için örgütlenir,devlet-millet halinde yaşarlar. Var olmak, varlığını devam ettirmektir mücadelenin temeli. Bazı –bizim gibi- milletler var olmak için kendi insanının,
toprağının, göğünün, suyunun, denizinin imkanları ne ise onunla yetinir. Bazıları da, başkalarının haklarını gasp etmek, onlara hakim olmak, onların insanlarını, enerjilerini, imkanlarını kendileri için kullanmak ister. Tarih bu mücadelenin satırlarıyla doludur.
Bugün, Anadolu gibi zor bir coğrafyayı yurt haline getiren Türk milletinin bu coğrafyada varlığını devam ettirmesi tehlikeye girmiştir. “Dört bir yanımızı çevreleyen düşmanlar” gibi artık mazide kalan bir tanımın yetersiz kaldığı düşmanların tesirleri kanser gibi bütün vücudumuzu sarmıştır. Onların uzantıları; şuurlu veya şuursuz hizmetçileri içimizdedir. Tehlike artık kapıda değil yanıbaşımızdadır. Dışarıda AB ile ABD el ele vermiş görünüyor. Almanya´nın uyguladığı “Almanya’daki Türk toplumunu hücrelerine kadar bölme
politikası” diğer Avrupa ülkelerince de örnek alınarak uygulanmakta idi. Şimdi sıra bu politikaları Türkiye´de de uygulamaya gelmiştir. Tarihteki Sevr, şu anda maruz kaldığımız bölme ve parçalama işlemlerinin yanında solda sıfır kalmaktadır. Asıl meseleyi tespit edelim; Hikayeyi bilirsiniz; Adamın biri, yerdeki akrebi eline alır, akrep elini sokunca bırakır, tekrar eline alırmış. “Niye akrebin sokacağını bile bile eline alıyorsun?” diye sormuşlar. O da “Akrep akrepliğini yapıyor, benim tabiatım ise onu sevmektir.” demiştir. Mesele akrebin akrepliğini yapması değil, bizim ne yaptığımızdır. Yöneticilerimiz milletimizin duygu ve düşüncelerini hiçe sayarak akreple oynuyorlar. Amaçlarının ne olduğunu kestiremiyoruz. Milletimizin-devletimizin geleceğini ne kadar düşündükleri ortadadır. Bu kadar borçlandırılan, bu kadar insanı sahipsiz bırakılan bir millet daha var mı acaba dünyada? Sanmıyorum. Biz kendi kendimize sahip çıkmaya mecbur olduğumuzu görüyoruz. Sahip çıkmamız gereken ne varsa biz sahip çıkacağız. Gitmemiz gereken yer varsa biz gideceğiz Çünkü gidemediğimiz yer bizim değildir. Sahip olmadığımız, ilgilenmediğimiz bizim olamaz. Geçmişimiz, günümüz ve geleceğimize, ölümüze, dirimize, hastamıza, sağlıklımıza sahip çıkmadığımız sürece bölünme ve parçalanma kaçınılmaz olacaktır. Kumar, alkol, sigara, tiner, uyuşturucu ve benzeri zararlılara, ahlaksız ortam ve yayınlara teslim ettiğimiz insanlarımız yok olmuştur. Yokturlar. Tedavi edemediğimiz hastalıklar bizi öldürür. Çocuklarımıza, ailelerimize gün boyu verdiğimiz bilgiler sağlıklı değilse, onları eğitemiyorsak sağlıklı bir geleceğimiz olabilir mi? “Sihirli Annem” programını yayından kaldırmayan, “Size anne diyebilir miyim?” gibi saçma sapan, ahlak erozyonu yaratan ve özel hayatın dikizlenmesinden başka bir şey olmayan programlara ses çıkarmayan bir toplumda gelecek olabilir mi? Bundan 20-25 yıl önce seyrettiğimiz, kimin eli kimin cebinde belli olmadığı “Dallas”, “Şahin Tepesi” gibi dizilerin bu gün Türkiye´de yaşananların temel harcı olduğu, bugün çocuklarımızın seyrettiği çizgi filmlerin, dedesi köpek, anneannesi cadı, konusu röntgenci olan aileleri gösteren “Sihirli Annem”lerin ruh dünyasında kopardığı fırtınalarla büyüyen çocuklarımızın geleceğini oluşturacağını bilmemiz gerekir. Bu çocukların hangi kültüre hizmet edeceğini düşünebiliyor musunuz? Devlet televizyonu eliyle yayınlanan “Bahçıvanın Kızları”, “Mak Loyd’un bilmem nesi” gibi programlarla gelişen nesiller Türkiye’de 20-25 sene sonra ucube bir ülkenin sömürge vatandaşı olacaktır.
Çocuklarımıza, gençlerimize, kızlarımıza, kadınlarımıza, yaşlılarımıza, vatan topraklarının, geçmişimizin, geleceğimizin, her zerresine sahip çıkmak, araştırmak, okumak, öğrenmek ve omuzlarımıza yüklenen –milletimizi sonsuza kadar hür ve müreffeh yaşatmak – ağır sorumluluğunu yerine getirmek zorundayız. Bu da tarihimizi, dilimizi, dinimizi, kültürümüzü bilmek ve yaşatmakla olacaktır. Biz ne yapacağız; bizi yok etmek isteyenlerle savaşacak mıyız yoksa boyun mu eğeceğiz, içimizdeki hainlere prim vermeye, devam mı edeceğiz, bizi içten çökertmelerine razı olacak mıyız? Günlük çekişmeleri bir yana bırakıp kaybettiklerimize, kaybetmekte olduklarımıza eğilecek miyiz? Yoksa boğazımıza sarılmış yılan için hala “Bana dokunmuyor” mu diyeceğiz? Silahlanacağız: başka çaremiz yok. Maddi ve manevi olarak silahlanacağız; Türk vatanına, kültürüne, insanına, tarihine, geçmiş ve geleceğine sahip çıkacağız. Çocuklarımız için çizgi filmler, çizgi romanlar, oyuncaklar yapacağız. Onların giydikleri kıyafetlerin çizimini biz yapacağız. Sinema ve tiyatromuzla ses getirecek işler yapacağız. Edebiyatımıza, sanatımıza, kültürümüze, topraklarımıza, çiçeklerimize, madenlerimize, topraklarımıza sahip çıkıp onları geliştireceğiz. İnsanımızı her yönüyle araştırıp, geliştirmek ve daha sağlıklı nesiller için mücadele edeceğiz. Bizi bir kaşık suda boğmak isteyenlere kesinlikle izin vermeyeceğiz.
|