Bu şu demektir: günümüz Türkiyesinin üzerine bir karabulut, bir karabasan gibi, batılı emperyalistlerin eliyle çöreklendirilmiş olan bir zihniyetin uygulamış olduğu yönetim şeklinin kendisi... Yani, günümüzdeki hükümetin Türkiye’ye yaşattığı ortamın adı...Oysa bildiğimiz koro, çok sesten oluşmuyor muydu? Evet çok sesten oluşur. Peki, çok sesten tek ses çıkar mı? Şarkı söylerken sahnede çıkmaz. Çünkü aynı şarkıyı söyleseniz de seslerin birleşimi olarak ortaya bir eser konulur. Fakat bizim koromuz, şarkıcı, türkücü korosu değil, medyanın, sahibinin sesinin korosu ve o kanalla ötürülen tek sesli bir boru. Burada tek ses, çok açık ve net bir şekilde ortaya çıkıyor. Basıyorlar parayı ve sonra alıyorlar önlerine bir sürü kalemini satan kişileri...Bunlar da, daha düne kadar ki yakın yıllar içersinde; ana avrat küfür ettikleri zihniyeti, bugün allayıp, pullayıp, bir güzel de yıkayıp önümüze bayram şekeri misali koyuyorlar. Dünün maocusu, ateisti, komünisti bugünün kaşarlanmış Tayyipçisi oluyor. Türkler adına buradaki açmaz şudur. Tayyip Efendi, ağzına sözcük anlamında pek almadığı Türk milletinin, özünü, yani maddi kaynaklarını almayı çok iyi biliyor. Tayyip Efendi Türk’ün bu kaynaklarını kullanarak, malum kartelci medya içersinde güç oluşturmaktadır. Yine o malum medyadaki “Türk”ten ve bu kelimeden nefret edenler de, ne yazık ki Türk’ün kaynağını, yiyip içerek Türk insanına sövmektedirler. En azından bunları biliyorsanız ve de duyarlı vatandaşsanız direnmeniz gerekiyor. Yok eğer benim ilgim yok, ben siyasetten falan anlamam ve midem, bağırsağım geniştir, iyi ve güzel de hazmederim de diyorsanız, bu da sizin yoğurt yeme üslubunuz ve toplumsal süreçteki kişilik izdüşümünüzdür diyorum. Eğer medya adı verilen bu yapıyı izlerken, saf bir insansanız, bu durumu size öyle güzel bir şekilde hazmettirirler ki,. yala babam yalayın, bitmez tükenmez Tayyip şekeri, naneli, limonlu ve sadeli, kısaca her çeşidi var...Kızılından yeşiline, akından karasına...Zaten hazret, çocukluğunu nane-limon satarak geçirdiğinden, bu konuda ihtisas da yapmış ve o nedenle, kime, neyi ve hangi şekeri, ne şekilde yutturulacağını da, çok iyi biliyor olmalı. Ne büyük maharet değil mi? Ama doğru mu ya da ahlaki mi?
Evet, “Tek Sesli Koro” şakıyor, ama gerçeğin aynasının ardında ‘Her Yer Karanlık’ şarkısı çalıyor. Fakat yüzsüz insan utanır mı? Niye utansın? Üstelik, nasıl utansın? Adamların yüzü yokmuş ki zaten. Fon gerçeğinde ‘Her Yer Karanlık’ şarkısı çalıyor; ama bizim Tek Sesli Koro ve onun yargısız infazcı yağdanlıkçıları hep birden; ‘Her yer süt liman’ derken ve önümüz ‘Güllük gülistanlık’ diye bağırırken, Türk milletinin çoğunluğu pek çok yerde inim inim inliyor. Yine Tayyip Efendi her yerde ve her zaman, hazır ve nazır olarak ya şiir okuyor ya da şarkı söylüyor... Ne olarak, artık cılkı çıkmış olan ‘Beraber yürüdük biz bu yollarda’ teranesiyle... Acaba kimlerle yürümüş? Hangi yolda yürümüş? Bunları ‘Bir Bilen’ ya da zayıf veya şişman bir ‘sahte bir baba’ var mı? Depremdeki gibi, bağıralım mı? ‘Orada kimse yok mu’ diyelim mi? Her halde kimse yok ki; her yeri kalemşörler işgal etmiş...Vah memleketim vah! Parası olup da milletini düşünmeyen milliyetçi geçinenler de ne olsun? Ona da siz karar verin...
Evet gerçeğin fonun da ‘Her yer karanlık’ şarkısı var; fakat sahibinin sesine göre, ekonomi düzeldi(!) Millet mutlu(!) Herkes şen (!) ve şakrak(!) Gençler umutlu (!) Yarınlarına gülerek bakıyorlar(!) Tayyib’in ve Unakıtan’ın çocukları gülemiyorlar. Vah zavallılar(!)..Niçin gülemiyorlar? Çünkü onlar Türkiye’de değiller...Peki neredeler? Onların çocukları Anglo-Sakson-Yahudi ittifakının kalelerindeler. Evet o çocuklar kale gibi ülke olan ABD’nin kim bilir hangi şehrinin burçlarındalar? Bilen biliyor ve o zavallı çocuklar(!) çok uzaktalar. Vah Tayyip Efendi vah.! .Sana da Vah! Unu un gibi akıtan, Unakıtan Efendi...Anglo-Sakson-Yahudi ittifakının diyarında yaşayan çocuklarınızın yerine de bizimkiler ağlar, siz hiç üzülmeyin. Bizimkilerin ellerinden fedakarlık çubuğunu kimse de alamaz...Bizimkilerin hakları yenilerek, gelecekleri borç masalı adına ipotek ettirilerek, sizinkiler gibilerin kesesine akıtılması nasıl bir duygu? Size sesleniyorum: Ey Amerikadakiler! ‘Orada kimse yok mu?’ Evet “Tek Sesli Koro”ya kalsa, üniversiteler sadece aydın üretiyorlarmış (!) Öbür aydınlar, yani ismi sadece aydın olanlar sahteymiş; evet hepinize günaydın!
Bu pozisyonda muhalefete gelince de, ne siz sorun, ne de ben söyleyeyim. Ama söyleyeceğim bu kıyağımı da unutmayın. Bana göre muhalefet koronun dışında değil de, sanki içindeymiş gibi duruyor. Muhalefetin anasının bünyesinde bazen Kemal Derviş ya da Mustafa Sarıgül adı sayıklanıyor. Sanki onlar olsa ne yazar. Bu adı geçenler, Deniz Baykal’dan kaç gömlek üstünler ki? Üstelik onlar da, ülkenin bugünkü halinde, sanki uyuşturulmuş muhalefetin tam içinde değiller mi? Biz Derviş’i tanımıyor muyuz?. Tirajı düşük birkaç gazetede olmazsa, milletin az bir kısmı da aydınlanamayacak...Hatırlar mısınız bundan birkaç yıl önce bir Recai Kutan diye ince sesli birisi vardı? Kendisi nerede? Acaba halen yaşıyor mu? Şahsın ince sesine ve yüzüne ekranda da olsa hasret kaldım da...Yine hatırlarsınız, bir ara solun malum sesleri sık sık ‘Sususrluk’ diye bağırır ve de bazı evlerde ışık mı desem, mum mu desem bir şeyler söndürtürlerdi. İşte o dönemin ağızlara sakız, kulaklara küpe, gözlere bayram edilen isimlerinin en başında gelenlerden birisi de, Mehmet Ağar’dı Bu zat da siyasete soyundu, parti başkanı oldu, fakat şimdilerde adı sanı yok, unutuldu, unutturuldu. Ağar adı demek ki, Elazığ ili dışında politikaya çok ama çok hafif geldi. Niçin böyle diyoruz görünen köy budur da onun için.
Ya Ecevit! Bir zamanların ‘Karaoğlanı’, solun pek çok çeşidine kol kanat geren, mavi gömlekli, kasketli ve güvercinli, ‘Rahşan’lı Ecevit’i nerede? Adamcağız yaşlandı ve de milletin postalaması sonucunda zorla evine çekildi; öyleyse yerine kim geldi? Ecevit’in yerine gelenin ismini, cismini biliyor musunuz? Yüzünün şeklini, şimalini hatırlayanınız var mı? Özal’ın kurduğu partiyi ve ekibi de, zaten millet tasnif dışına tamamen attı, onu hepten geçelim. Ya Devlet Bahçeli nerede? O da hasta olmuş, ağır bir ameliyat geçirmiş. Anladığımıza göre, her halde bu nedenle Türk milletinin bu dar günlerinde il il dolaşıp kamuoyu oluşturamıyor ve de malum basından da yüz bulamıyor. İşte Türkiye’de muhalefetin hali bu şekilde...Şimdi siz olsanız ne dersiniz? Bu ülkedeki günümüzdeki hal ve gidiş ile ilgili olarak, benim gibi ‘TEK SESLİ KORO’ ifadesini başlık yapmaz mısınız? Sizi bilmem ama ben yaparım. Ve de yaptım da...
UMUT TÜCCARLIĞI
Tek Sesli Koro oluşturanların çözümü nedir biliyor musunuz? Umut satmak, palavra atmak ya da kamuoyunu bu yolla yönlendirmek. Sürünenler ve yoksulluktan anası ağlayanlar için çözüm nedir? Tayyip’in keramet saçan elleri mi, yoksa şarkı söyleyen dilleri mi? Hayır, Hayır! Öyleyse nedir? Kanal 7’deki: “Deniz Feneri” ya da Samanyolu Televizyonundaki: “Kimse Yok mu?” adlı yayınlar mı? Koskoca hükümetin işini, sosyal devlet olma palavrasını, bu yayınlarla mı çözecekler?
Evet yukarıdaki yayınlarla mal ve para dağıtmak için, halktan da para isteniyor ve buradan sağlanan kaynaklar da dağıtılıyormuş. Acaba ne kadarı dağıtılıyor? Hem finansmanı halktan iste ve belirlenen üç beş kişiyi kurtarma adına milyonlarca insanın akıbetini unutturun ve Tayyip’in hükümetini hiç ama eleştirmeyin, adalet bu mudur? Gerçekler bu mudur? Ya da bu yayınlar için, ‘hiç yoktan iyidir’ diyenlere ne demeli? Milliyetçiliğin etiketini çalanlar ve bu yafta altında caka satıp hava atanlar ve buradaki ya da başka bir ülkedeki Türklerin anası ağlarken sesini, gıkını çıkarmayanlara ne söylemeli? Türk milletinin hakkı onlara helal midir?!.
Evet Tayyip yağdanlıkçıları, üç-beş fakir insan adına sorunun bir boyutunu böyle çözerken, diğer boyutunu da tüm çıkarcı medya guruplarıyla da ele ele vermişler şöyle çözüyorlar. Yani, insanlara palavranın, uyuşturmanın, masalını edebiyatını satarak. O nasıl ve nerede oluyor? Gayet kolay oluyor. Bakınız: Kanal 7’de: “Kalp Gözü” ve “İşte Hayat”; Samanyolu’nda: “Sır Kapısı”; Şov’da: “Gizli Dünyalar”; Sıtar’da : “Sırlara Yolculuk”; TGRT’de: “Gerçek Kesit”; ATV’de: “Aşk Mucizesi”; Fılaş Tv’de: “Şubat Soğu”; Hürriyet Gazetesi’nde:“Anlatsam Roman Olur” ve şimdi de Kanal D’ye bu yazı dizisi adapte olunacakmış vs... Bu yayınlarda Tayyip hükümetinin çözemediği sorunların bireylere indirgenmiş olan maliyeti, tam anlamıyla palavra bir şekilde çözülmektedir. Kaderciliğin sadece umut tüketimini yaparak, binlerce saf yurttaşı yörüngesinde gezdiren bu yayınlar, günümüz Türkiyesi gerçeğini de en iyi şekilde ortaya koyan yayınlar olarak karşımıza çıkmaktadırlar. Mesela Ahmet Hakan diye Ali Kırca’yı taklit eden sakallı birisi vardı. Sürekli İskele-Sancak yazısı altında MHP’li hükümet döneminde sözde tartışmalar yaptırırken, son dönemlerde bu zat nereye kayboldu? Acaba İskele-Sancak’ta dahi, muhalefetin sesi istenmez mi oldu? Yani kısaca ‘Her yer süt liman’ ya...Acaba bu nedenle mi ‘Ceviz Kabuğu’ adlı yayın,‘Tek Sesli Koro’nun rüzgarına mı tutulup, bir o yana bir bu yana savruluyor? Benzer yayınlar da, her halde bu şekilde güme gitti. Hatırlar mısınız, ‘Hak-iş’ diye ülkemizde bir sendika vardır. Bu sendikanın Salim Uslu adlı bir lideri de vardır. Bu adamcağız da, MHP’li hükümet döneminde televizyon ekranlarından inmezdi. Demek ki o şahsın sendikasındaki işçilerinin sorununu Tayyip Efendi çözdü ki, bu adamı artık, televizyonlarda da göremez olduk. Aynı Ahmet Hakan gibi... Yine ‘Tek Sesli Koro’ o kadar güçlü ki, artık ne başörtüsü meselesi, ne de Cuma günleri Beyazıt Camiinde bağırıp çağırmalar kaldı. Acaba MHP’li hükümet başörtüsünü çözemedi diye okul önlerinde boy gösteren ve hatta kendilerini demirlere zincirleten kızlar sorunlarını mı; yoksa başörtülerini mi çözdüler? Fakat Tayyip Efendi’nin sihri o kadar güçlü gelmiş ki, gıkları çıkmıyor ve bunun çözümünü de başlarını örtmeyen Nazlı Ilıcak ile Gülay Göktürk’e havale etmiş görünüyorlar. Beyazıt Camiinde MHP döneminde bağıranlara gelince, acaba onlar ne yaptılar? Yoksa Irak gerçeğini gördüklerinde, kaçmaya delik mi aradılar? Belki de Tayyip Efendi’yi karşılarında bulunca susmayı yeğlediler. Devam edelim. Bir zamanlar İstiklal Caddesini mesken tutan “Cumartesi Anneleri” diye birileri vardı. Onlar da buhar olup uçmadılar ya! Peki onlara ne oldu? Sanırım, Perşembenin geliş kendilerine Çarşambadan söylendi ve meydanı boş bıraktılar... Acaba neydi söylenen? Yoksa Zana’nın falancanın, filancanın salıverileceği hususu muydu? Peki, şehit annelerine dahi ne oldu? Onlar da her halde, başta MHP olmak üzere, bütün herkese küsüp, Allah’a sığındılar. Ey okuyucular! “Tek Sesli Koro” nasıl oluyormuş, anladınız mı? Bu arada gazeteci İsrafil Kürşat Kumbasar’a uğradığı saldırıdan dolayı geçmiş olsun derken acil şifalar dilerim.
.
|