“Korku” kavramı birçok dilde çeşitli kelimelerle ifade edilmiştir. Bu kelimeler etimolojik olarak (kökenlerine inerek) araştırıldığında iki ayrı anlam ortaya çıkmaktadır. Birisi belirli, somut bir varlıktan ya da olaydan korkmak; diğeri ise belirsiz, gizli bir nesneden kaygı ve kuşku duymak şeklinde tanımlanabilir.
İnsanoğlu gerçekten ruhunun derinliklerinde, kaynağını ve sebebini bilmediği bir korkuyu belli bir süre veya süresiz olarak taşıyabilir. Ruh bilimciler bu konuya değişik açılardan yaklaşabilirler. Ama yaşamak zorunda olduğumuz ve kaçamadığımız sorunlar karşısında, büyük bir çoğunluğun bu duyguyu gündelik giysiler gibi taşıması yadırganmamalıdır. İşte bu, sebebi belirsiz korku, karakterimizin şekillenmesini etkilemekte, güçlenmesini geciktirmekte, bazen de zayıf taraflarımızın ortaya çıkmasına sebep olmaktadır.
Kaynağını tam olarak bilemediğimiz, daha doğrusu bilmek istemediğimiz için şuur altına ittiğimiz böyle bir korku halk dilinde çok kullanılan “haşyet” kelimesiyle ifade edilirdi. Saygı ile karışık bir korku çağrışımı ortaya çıkardı, bu sözcük kullanıldığı zaman. Her ne kadar çelişki gibi görülürse de bu çeşit bir korku, kendisine saygı duyulan varlığı iyi tanımaktan, aslını ve özünü bilmekten (künhüne vâkıf olmaktan) kaynaklanır. Ama yine o varlığa duyulan derin saygıdan dolayı bunu somut olarak sahneye çıkarmaktan sakınılır. Burada bir mahcubiyet, bir perdelenme bahis konusudur.
En güzel bir sûrette yaratılan insanın, yaratıcısı önünde hem “hicap” duyması hem de “huşû” duyması çok doğaldır. Ancak yine tabiatı icabı en aşağılık davranışları da sergileyecek olan bu yaratığın, sırf kendi hemcinslerine yaranmak için gerçekleri çarpıttığı ve zalimce davrandığı çok görülmüştür.
Kendisi için tehlikeli gördüğü ya da başarısızlıkla sonuçlanmasından endişe duyduğu olaylardan korkmak şeklinde tanımlanan bir korku daha vardır. “Havf” kelimesiyle ifade edilen bu duyguya kapılanlar her türlü bilinçsiz davranışlara yönelebilirler.
Yaratıcısından korkmayan, korkması gerektiğini düşünmeyen, fakat kendisi gibi zavallı yaratıklardan korkan zayıf karakterli kişiler...
Yüreklerine böyle bir korku yerleştirilmiş kişilerin en çirkin olayların faili olarak ortaya çıkması kimseyi şaşırtmasın. Onların damarlarına zerk edilen bu korku her türlü kötülüğü rahatça yapabilmelerine ve bazen yaptıklarından zevk duymalarına yol açar.
Yaratıcısından korkmayan bir insan, aslında yüreğinde yerleşmiş bulunan bilinç altı korkudan kurtulamadığı için elindeki gelişmiş (!) silahlarla masum çocukları, günahsız sivil halkı rahatça öldürebilir. Yaralı esirlerin beynine kurşun sıkabilir. Elleri, ayakları bağlı kişilere işkence yapabilir. Bunlar kendi ruhları da esir alınmış mahluklardır. Burada kendi aczini gizleyebilme, kusurlarını gözden kaçırma çabası söz konusudur. Bunlara kumanda edenlerin daha seviyeli bir ruh yapısına sahip olduklarını düşünmek gaflettir. Çünkü “medeniyetler çatışması” tezini kaçınılmaz bir olgu şeklinde zihinlere yerleştirmeye çalışanlar kendileri de gönüllü olarak maddeye tapan zavallılardır. Asıl korku içinde olanlar bu zavallı kişilerdir.
Varlığını askerî harcamalara bağlamış bir sistemin, insanlığın geleceğini düşünmesi mümkün değildir. Böyle bir sistem, kendi içinde de göstermelik bir demokrasi anlayışına sahiptir. Böyle bir sistemde silah üretimine hizmet etmeyecek bir siyasî partinin kurulması muhaldir, yani olmayacak bir şeydir. Onun için gerçek mânâda bir demokrasi ile bağdaşamaz. Onun için hiçbir yere de demokrasi götüremez; götürmemiştir. Böyle ülkelerde başa güreşen siyasî partiler ayni sermaye çevreleri tarafından beslenirler, dolayısıyla bu çevreler tarafından kontrol edilirler.
Şimdi ülkemizde sanki yeni bir düşünceymiş gibi algılanan Büyük Ortadoğu Projesinin, aslında kendi geleceğine korku ile bakan ekonomi devleri tarafından yıllarca önce planlandığını görmemek gerçekten saflıktır.
Kişiliğini yitirme eğilimi gösteren bazı ülkelerde dinî duyguların zayıflatılması sürecini, ilerleme olarak görme ve gösterme yanılgısı, kolayca giderilemeyecek sosyolojik sarsıntılara yol açmaktadır. Hiç kimsenin şüphesi olmasın ki emperyalist emeller peşinde olan büyük ekonomik güçler ve bunların dayandığı silah ve petrol türevleri endüstrisi, “laiklik” kavramına da soğuk bakmaktadır. Onların bazı dinî inançları yok etmeye çalışması laik bir anlayıştan ileri gelmemektedir. Zaten zihinleri bulandırma amacıyla yeni bir kutsal kitap yazdırma hevesi de buradan kaynaklanmaktadır. Acaba “Gerçek Furkan” adıyla piyasaya sürmek istedikleri kitap gerçeklerden saptırılmış dinleri mi yola sokmak için yazdırılmaktadır? Yoksa ekseninden bir türlü koparamadıkları bir dinin saptırılmasını mı hedef almaktadır? Neden bir hayır yapıp da Gerçek İncil veya Gerçek Tevrat adında kitap çıkarmıyorlar? Bilindiği gibi “Furkan” Kur’anın isimlerindendir. İyiyi kötüden, doğruyu yanlıştan ayırt eden anlamında kullanılan bir kelimedir. Zaten gerçeğe yönelten bir Furkan varken onun da gerçeğini aramak bir art niyetin açığa çıkması değil mi?
İnsanlık için iyi niyet taşımayanların şuur altında besledikleri bir korku zamanla beyinlerini istila edip onları sürekli hata yapmaya sevk eder ve dolayısıyla kendi işbirlikçilerinin dışındaki herkesi düşman olarak görmelerine sebep olur.
Onun için, hem Allah’tan korkmayanlardan hem de korku psikozu içinde olanlardan korkmak gerekir. Böyle ruh hastalarının tedavisi, insanlık için tek çıkar yoldur.
Acı olan şudur ki bilinen nedenlerle, asıl gerçek Furkan’ı biz onlara okutup benimsetemedik.
Ne yazık ki BOP yerine yeni bir dünya projesini ortaya koyabilecek ve “Medeniyetler Uzlaşması” kitabını hazırlayabilecek yetenekte elemanlarımız olduğu halde bunları öne çıkaramadık.
ÖZÜR: Yazarımızın Kasım 2004 sayımızda yayımlanan
“Müzakerelerin Ucu Açık” başlıklı yazısındaki dizgi
hataları için okuyucularımızdan özür diliyoruz.
|