Başbakan son günlerde Antalya Belek’ te Cami, havra ve kiliseden müteşekkil üçlü bir ibadethaneyi büyük bir reklam kampanyasıyla açtı. Böylece ne kadar hoşgörülü bir toplum olduğumuzu cümle aleme de kanıtlamış olduk. Renkli basınımız olayı ballandırarak nasıl çağ atladığımızı, nasıl bir dinler arası hoşgörü örneği verdiğimizi yansıttı.
Başbakanımızı bilmem ama açılışa katılan papaz ve haham tayfasının zevkten dört köşe olup,içlerinden güldüklerine eminim. Diyanet işleri başkanımız bu tür açılışlara içinden gelerek mi gidiyor? Yoksa bürokrat olmanın, atanmışlığın mecburiyetiyle mi bilinmez. Yine Diyanet İşleri Başkanımız tarihimizin hiçbir döneminde üç ayrı dine ait, üçüz blok bir yapının olmadığını, eğer açılmak lazım gelirse ayrı yapılmasının daha uygun olacağını münasip lisanla başbakana ve devlet bakanına arz etmiş midir ? Onu da bilemiyoruz.
Orta oyununa dönüşen bu dinler arası diyalog maskaralığının başı olan Hoca efendi ABD’deki çiftliğinden mağrur ve mesrur bir halde, derunu kalbinden gelen neşideleri dinliyordur mutlaka... Öyle ya diktiği fidanlar meyve veriyor...
İşin biraz kökenine inelim isterseniz: Osmanlı İmparatorluğunda gayrimüslimler millet sistemi içinde, kendilerine tanınan haklardan yararlanıyorlardı. Millet kavramı o dönemde bir dine bağlı toplulukları tanımlamak için kullanılmaktadır. Rum,Ermeni ve Yahudiler kendi iç hiyerarşileri içinde, dini önderlerinin yönetiminde, fakat Osmanlı devletinin ( tebaası ) uyruğu durumundaydılar.
Avrupa’nın büyük devletlerinin sürekli baskıları sonucu 3 Kasım 1839’da padişah ve nazırların yanı sıra Rum, Ermeni Patrikleri ve Musevi hahambaşının da katıldığı topluluğun önünde okunan GÜLHANE HATT-I HÜMAYUN’ u gayrimüslimlerle müslümanları eşit hale getirmiştir.
Böylece din esasına dayanan millet sistemi yerine kozmopolit,uyduruk bir OSMANLILIK fikri ortaya atılarak HAKİM MİLLET ANLAYIŞI terk edilmiştir. Müslümanlar hakkında şahitlikleri bile kabul edilmezken,Hıristiyanlar Müslümanlar hakkında hüküm vermek üzere mahkemelere üye olarak atanmışlardır. Dış dinamiklerin etkisiyle oluşan bu yeni durumdan Müslümanlardan daha çok yararlanmaktadırlar. Çünkü askerlikten de muaf oldukları için Türkler cephelerde ölmekte, bunlar geride ticaret yaparak semirmekte, ayrıcalıklı, adeta toplumun egemenleri haline gelmektedirler.
1856 Islahat Fermanı sonrası çıkarılan İDARE-İ VİLAYET NİZAMNAMESİ ile durumları daha da iyileşir.1876 KANUNİ ESASİ ( İlk Anayasa ) sonrası 19 Mart 1877’ de açılan ilk OSMANLI MECLİS-İ MEBUSAN’ ında 69’ u müslüman, 46’ sı gayrimüslim olmak üzere nüfusların çok üzerinde bir oranla meclise girmişlerdir.
Batı Emperyalizmi karşısında sürekli gerileyen, çözülen ve sömürgeleşen Osmanlı Devleti ve Türklük karşısında sürekli yükselişte, refahta olan gayrimüslimler bu durumlarıyla tatmin olmamışlar, cemaat önderleri genelde Osmanlının çöküşüne kadar Batı işbirlikçisi, beşinci kol görevlerini sürdürmüşlerdir.
Şubat 1919’da İstanbul Hükümetinin İtilaf devletlerine sunduğu resmi rapora göre Anadolu vilayetlerinin nüfusu şöyle gösterilmiştir: 9.291.346 ( %85 İslam ), 1.014.612 (%9 Rum), 542.572 ( %5 Ermeni ), 93.364 ( %0.8 Musevi ).
Kurtuluş Savaşı sonrası kurulan Türkiye Cumhuriyeti döneminde gayrimüslimler dinsel alan dışında tamamen genel hükümlere tabi olmuşlardır. Türkiye Cumhuriyeti yurttaşlarına eşit olarak uygulanan yasalardan bir ayrıcalık veya eksiklik söz konusu olmaksızın yararlanmaktadırlar.
Kanla irfanla kurulan Türkiye Cumhuriyeti günümüzde AB ve ABD tarafından yeniden Osmanlının çöküş dönemi konumuna sürüklenmektedir. Ekonomik, siyasal alanda vesayet altına alınan, bağımsız karar alma iradesini kaybetmiş bir uydu itaati beklenmektedir Türkiye’den. Külhanbeyi salınışlı bazı makam sahiplerinin şahsında bu uyduları da buldukları inancındadırlar.
Cemaat sayısı iki binin altına inmiş Rum Ortodoks Patriğinin, cemaat sayısı kırk bin olan Ermeni patriğinin, otuz binlerdeki Musevi Hahambaşının Diyanet İşleri başkanına eş konumda bulunmasını bırakın, adeta devlet başkanı muamelesi gösterilmesindeki aymazlık neyle izah edilebilir? Lozan’da sökülüp atılan devlet içinde devlet anlamına gelen bir hukuksal konumun gönüllü bir biçimde yeniden ihyasının nasıl olumsuzluklara yol açacağı düşünülmüyor mu? Ancak bir ulusal silkinişle, verilen zorlu bir savaşla ortadan kaldırılan sömürge Osmanlının kötü mirasının gönüllüce ihyasındaki nedenleri iyice düşünmemiz gerekir.
Yine Belek’ te ve başka yerlerde hiç Musevi ve Hıristiyan cemaatin bulunmadığı yerlerde birer hoşgörü anıtı (!) olarak açılan kilise ve havraların ulusumuzu ve devletimizi küçük düşüren nasıl bir sakilliğin ürünü olduğunu açanlar düşünür mü dersiniz?
İşbirlikçi basının pompalamasıyla yeniden gündeme getirilen diyalog müsameresinin amacı aslında Türkiye’nin tapusuna yeni ortaklar peyda etmektir. Batı kurgulu, ABD AB destekli, Hoca efendi soslu dinler arası diyalogun mağlubu Türkler ve Müslümanlar olacaktır hiç şüphesiz.
|