Göğe Merdiven

 

Aybars Fırat  

MİLLETİMİN ÇOCUKLARINA (KÜÇÜK BİR MUHASEBE)


İşbirlikçilerin AB uğruna yapmadığı kalmadı. Satışlar halka açık oldu. Dışişleri bakanı ekümeniklik için (Ortodoks halifeliği de denilebilir) "tabu değil" dedi. Karşılarında bu kadar teslimiyetçi bir yönetimi bulunca tabii olarak her şeyimizi istediler.

2004'ün son demlerindeyiz. Yöneticilerimiz, milletimizin istememesine, kendilerinin de açıkça bizi içlerine almayacaklarını açıkça ifade etmelerine rağmen, Avrupa Birliği üyeliği için boş yere kürek çektirip zaman kaybettirdiler. İşbirlikçilerin AB uğruna yapmadığı kalmadı. Satışlar halka açık oldu. Dışişleri bakanı ekümeniklik için (Ortodoks halifeliği de denilebilir) "tabu değil" dedi. Karşılarında bu kadar teslimiyetçi bir yönetimi bulunca tabii olarak her şeyimizi istediler. Bundan sonra da isteyeceklerdir. Diyarbakır, AB Meclis Başkanınca Kürdistan'ın başkenti olarak ilân edildi. Vatikan, Ortodoks kutsal emanetlerini iade etti, İstanbul'da Vatikan benzeri bir ortodoks devleti kurulmasına yeşil ışık yaktı.(Yahut emlaki satın alınmış devleti tanıdı da diyebiliriz). Bazı "Bizans çocukları" buna alkış tuttu. Şehirlerde, mahallelerdeki kiliselerin sayısı süratle arttırılıyor. Uyduruk cemaatler oluşturulup başlarına maaşlı dini görevliler tayin ediliyor. Hem de adı İsmail, İsa, Davut... olan din görevlileri.
Sırada bunların federasyon ve konfederasyonlarının ilânı var. Ekonomik kriz altındaki esnafın, cüzi bir maaşla Hıristiyan yapıldığı duyuluyor. Yeni yıl dolayısıyla yapılan şaklabanlıkları ve yalakalıkları bir ölçü olarak alıp, ne kadar eritilmiş (asimile) olduğumuza bakabilirsiniz. Yabancı emlak firmaları Türkiye'de emlak satar hale geldi. Akdeniz sahilindeki yerleşim merkezleri Sevr'deki gibi parsellenmiş ve bilmem hangi gâvur ülkesince kapışılmakta. Tepki ve dalga oluşturacaklar işin peşini bırakmış durumdalar. Kurtlar Vadisi gibi televizyon dizileriyle milletin gazı alınıyor, ama icraat tam gaz: Ulusal bir televizyon kanalı! Türk kaşığı ile ecnebi herzesi yediriyor; İstiklal savaşı yıllarında, işgal altındaki bir ilçeyi anlatıyormuş gibi gösterip Rumcayı öğretmekle meşgul (Söylendiğine göre ülkücüler bu diziyi –işgal altındaki Türkiye'yi anlatıyor diye- kaçırmıyormuş). Bu filmi çevirenlerin, geçmişte de suyun öte yanıyla ilgilendikleri, Salkım Hanımın Taneleri gibi filimlerle kanlarının icabını yaptıkları, azınlıklara Türkiye'nin haksızlık ettiğini ispata çalıştıklarını söylemeye gerek var mı bilmiyorum (Söylesen ne olacak, gelininin ırzına geçen bir Türk paşası görüntüsüne ses çıkarılmayan bir ülkede yaşıyoruz). Başta kurumlar olmak üzere herkes olabildiğince etkisizleştiriliyor. Durum, tıpkı Osmanlının son günlerine benziyor. Düşmanlarımız, geçmişte silahla yaptıklarını, bugün yöneticilerimiz eliyle yaptırıyorlar.
Dışarıda Amerika, Gürcistan'dan sonra Ukrayna'da da ipleri eline geçirmiş gözüküyor. Ancak dikkat çekici bir durum var; eskiden sadece ülkeler ve sınırlar bölünüyordu, şimdi halklar bölünüyor, bölünmekle kalmayıp en küçük birimlerine kadar milletler ayrıştırılıyor, küçük parçalara ayrılıyor. Küresel kıraliyet çok çalışıyor. Küreselleşme adıyla milli devletler ortadan kaldırılıyor. Görünürde sivil toplum kuruluşları özendiriliyor ama gerçekte dünya
olabildiğince birbirinden habersiz -güya örgütlü- bir sürüye çevriliyor. Futbol, internet bu amaçla kullanılıyor. Televizyonlarda sadece gözetleme ve hayvan çiftliği türü programlar arttırılmıyor, süratle kanal sayısı da arttırılıyor, ki gereksiz konularla insanlar meşgul edilebilsin. Bir yandan insanlar oyalanıp, diğer yandan dünyanın değişik bölgelerinde, mesela Irak'ta bir Yahudi yöntemi olan terörden, karışıklıktan, kaostan düzen çıkarma yöntemini
uygulayarak kontrolü ele geçirmeye çalışıyor. Apaçık katliam yapıyor, sonra sana dönüp “sen soykırım yaptın” diyor. Türkiye'yi Irak'ta ve bulunduğu coğrafyada yok sayıyor. Türkmenler sahipsiz durumdalar. Strateji uzmanlarının Türkiye ile İran arasında bir savaş çıkarılacağına dair tespitleri var. Türkiye'nin bir yönetim değişikliği ve müdahale ile bu kaos ortamına çekileceği ifade ediliyor. Çin-İran yakınlığından bahsediliyor. Buna karşılık Amerika sürgündeki Doğu Türkistan hükümetini hem de meclis binasında kurduruyor. Dolar gittikçe düşüyor. Özelleştirmelere hız veriliyor. Sömürgelerdeki ekonomik operasyonlar artıyor. Şunu önemle vurgulamak gerekir ki AB ile ABD'nin çıkarları zaman zaman kesişiyor. Türkiye bu kesişmeler ışığında -Allah korusun- parçalanmaya doğru gidiyor.
Bütün bu hengâmede gözden kaçan bir başka husustan bahsetmek istiyorum. Biliyorsunuz, ABD'nin sinema endüstrisinde devletin büyük bir kontrolü vardır. Çevrilecek filimlerin senaryolarını önce CIA’nın kontrol ettiği söylenir. ABD sinemasında, bugünden çok geleceğe dair kurgu bilim konularının işlenmesinin altında yatan temel sebeplerden biri, bu sektörün hem bir düşünce kuruluşu gibi çalışması, hem de yabancı ülkelerin önceden bir takım konulara alıştırılmaları ve zihin kontrolünün yapılmasıdır. Bu cümleden olarak gelecekle ilgili bazı konular zaman zaman gündeme getirildiği gibi, güncel bazı meseleler de vaziyete göre ele alınıyor. Beyin yıkama işlemlerinde ve toplumsal testlerde kullanılıyor. Deyim yerindeyse daha hadise cereyan etmeden filimleri vizyona giriyor. Gökdelenler yıkılmadan yıkılış filimleri, Irak savaşı başlamadan Irak'tan ABD'li askerlerin ve rehinelerin kurtarılma filimleri çevriliyor ve ABD'den daha yoğun bir şekilde dünya sinemalarında oynatılmaya başlanıyor. Geçen ay Amerika'da Türk düşmanlığı üzerine kurulu Gece Yarısı Ekspresi benzeri bir filim sessiz sedasız vizyona girdi. Konusu Polonya'da geçen bu filimde Türkler insan kaçakçısı olarak gösteriliyor. Filimde genç Türk kızlarını kaçırıp dünya fuhuş sektörüne satan Türkler gösteriliyor. Devâsa Türk bayrakları sallandırılmış elçilik binaları var ve kaçakçılık şebekesinin bir ucunda Türk askeri varmış gibi gösteriliyor. Hükümetimiz, elçilerimiz, yöneticilerimiz bunlara ses çıkarmıyor (Türkiye'de olup bitenlere ses çıkarmıyorsunuz ki dışarıdakilere nedir bu kepazelik diyesiniz!). Ses çıkarılmayınca da ataları ve tarihi kendisine dosdoğru anlatılmayan yurt içi ve yurt dışındaki insanlarımız, asla kabul edemeyeceğimiz, hiç kimsenin de ispatlayamayacağı, adi, pis bir yalan için, "Şu Ermeni soykırımını kabul etsek ne olur?" demeye, kendisini ve milletini aşağılık bir millet olarak görmeye başlıyor. Türk milleti büyük bir imtihan veriyor. Her bakımdan türlü testlere tâbi tutuluyor. Kıymetli okuyucularım; konu o kadar önemli ki, inanınız Irak'ta ABD'nin askerlerimizin başına çuval geçirmesiyle eş, hatta daha önemli. Askerî test. Sosyolojik test. Asimilasyon testi. Dışarıda bu kabil filimlerle test ediliyoruz. İçerde de Rumca öğreten dizilerle. Hem de bu dizilerle milletin kafasını karıştırarak! Diziye baktığınız zaman kimin Rum, kimin Kuvvacı, kimin Türk, kimin esir, kimin hür olduğunu anlayamıyorsunuz! Bu testlerin sonucunda da bir ekip uydurup sizi yönetecek üstünüze salıyorlar. Lavrens'ler, Kempbel'ler bunun bilinen öncüleriydi. Bilinmeyenler ve onların çocukları ise etrafımızda cirit atıyorlar. Milletimizin canı burnunda, zinde kuvvetler ise derin uykudadır. Çiller'in, Karayalçın'ın, Erbakan'ın yaptığı gibi, sanki kendilerine biçilen bir görevi ifa edip köşelerine çekilmişlerdir. Şimdi şahin bakışlı,
aslan pençeli bir yiğidin gürlemesi beklenmektedir ("Çuval testi"ni çoktan geçmiş bile olsak, kimse üzülmesin, tarihte çok örneği var, gürlemiştir). Milletimiz çok bekletilmezse iyi olur. Yoksa kafası karışık milletimiz yine bir başka umudun arkasına kapılıp onu tek başına iktidara getiriverir. Bu yeni gücün, bütün testlere göre yetiştirilmiş ve zinde kuvvetmiş gibi gösterilecek bir güç olmayacağını kimse garanti edemez.


www.ufukotesi.com - 12 / 2004  

aybarsfirat@yahoo.com

Ufuk Ötesi Gazetesi'nde yayınlanan yazı, haber ve fotoğraflar kaynak gösterilerek iktibas edilebilir.