-

 

Ahmet Özdemir  

Ahilikten yalnız özlem kaldı.


Ahiler, meslek sahibi olmaları nedeniyle, diğer dervişlerden farklı olarak, kırsal alanlardan çok kentsel alanlara yerleşmişlerdi. Bir meslek örgütü olmanın yanı sıra, giriş-davranış töreleri ve sırları olan, bir başka anlatımla; Bâtınî bir kuruluştu.

Çocukluğumda gittiğim berber dükkanında aynanın üzerindeki bir yaldızlı çerçeve içindeki yazıyı okurdum:
“Her seherde besmeleyle açılır dükkanımız,
Hazret-i Selman Pâk’tır pîrimiz üstadımız.”
Bu yazının altına birisi elle şu satırları eklemişti:
“Lâfla dükkân açılmaz, boş yere etme telâş
Selmân-ı Pâk de gelse parasız olmaz tıraş”
Dede mesleğimiz demircilikti. Babam amcalarım başka iş tutmuşlar. Ama akrabalarımın hepsi, demircilik, sobacılık yapardı. Birinin dükkanının duvarında okumuştum:
“Doğru olsan ok gibi elden atarlar seni
Eğri olsan yay gibi elde tutarlar seni
Menzil alır doğru ok elde kalır eğri yay...”
Şekerci dükkanının duvarında asılı levhayı hatırlıyorum. Cinas sanatının güzel bir örneği olduğunu yıllar yıllar geçtikten sonra anlayabildim:
“Sade pirinç zerde olmaz bal gerektir kazana
Baba malı tez tükenir, evlat gerek kazana.”
Osmanlı ülkesine gelen yabancı bir kumaş taciri, bir kumaş imalathanesinin mallarını beğenir ve hepsini almak ister. Mal sahibi kumaş toplarını denklerken bir topunu ayırır. Bunu gören yabancı tacir, nedenini sorar. Osmanlı esnafı:
“Onu sana veremem, kusurludur” yanıtını verir. Yabancı tacir:
“Önemli değil” der. Ama Osmanlı esnafı o kumaş topunu vermemekte diretir:
“Benim malımın kusurlu olduğunu söyledim, biliyorsunuz. Fakat siz onu kendi memleketinizde satarken, alıcılarınızın orada benim bunları size söylemiş olduğumu bilmeyeceklerdir. Böylece de müşterilerinize kusurlu mal satmış olacağım. Neticede Osmanlı’nın gururu, şeref ve haysiyeti rencide olacak, bizi de hilekâr sanacaklardır. Onun için bu sakat topu asla size veremem” diyerek kumaşı vermez. .
İşte ahilik ahlâkını anlatan küçük bir olay. Ahilik örgütü günümüzde varlığını yitirdi. Ama her yıl Ekim ayının ikinci Pazartesi gününde başlayan Ahilik Kültür Kutlama Haftası’yla resmi olarak kutlanmakta.
Anadolu’da kültür birliği oluşmasında etkili olan bir kurum da, Yesevî dervişleriyle birlikte gelen Ahilikti. Ahiler, meslek sahibi olmaları nedeniyle, diğer dervişlerden farklı olarak, kırsal alanlardan çok kentsel alanlara yerleşmişlerdi. Bir meslek örgütü olmanın yanı sıra, giriş-davranış töreleri ve sırları olan, bir başka anlatımla; Bâtınî bir kuruluştu. Bunların örgütlü güç haline gelmelerini, Horasan Erenlerinden olan Ahi Evran sağlamıştı.
Öte yandan, dünyânın ilk kadın örgütü olan “Bacıyan-ı Rum” teşkilatını Ahi Evran’ın eşi Fatma Bacı, kurmuş ve Kadın Ana olarak tanınmıştı. Ahi Evran’ın şeyhliği altında 13. Yüzyılda Ankara ve Kırşehir’de toplanan Ahiler, kısa sürede Selçuklu şehirlerine yayılmışlardı. Osmanlı devletinin kuruluşunda etkili olmuşlardı.
Ahilerin hepsi birbirinin kardeşiydi. Kaynağını üyelerinin eşitliği ilkesinden alıyordu. Bununla birlikte, aşama aşama küçükten büyüğe doğru saygı vardı. Üyelik için kişinin, örgüt bünyesinden birisi tarafından önerilmesi gerekirdi. Giriş, törenle olurdu. Törende Ahi adayına bir tür önlük olan kuşak bağlanır, insanlara karşı sevgi dolu, saygılı olması, doğruluktan ayrılmaması öğütlenirdi. Bektaşilikte olduğu gibi bilgi edinme, sabır, ruhun arındırılması, sadakat, dostluk, hoşgörü gibi özelliklerin kazandırıldığı aşamalardan geçirilirdi. Bu aşamalarda müride mesleki beceriler, tasavvuf ve dinsel bilgiler, okuma-yazma, Türkçe, Arapça, Farsça, müzik, matematik ve askeri bilgiler ile Ahiliğin anayasası niteliğindeki Fütüvvetname öğretilirdi. Bu sürecin dokuz aşaması vardı:
Yiğit, Yamak, Çırak, Kalfa, Usta, Ahi, Halife, Şeyh, Şeyh ül Meşayıh.
Ahiliğin önemli olan altı ilkesi şunlardı:
Elini açık tut. Sofranı açık tut. Kapını açık tut. Gözünü bağlı tut. Beline sahip ol. Diline sahip ol.
Hak ile sabır dileyip / Bize gelen bizdendir. / Akıl ve ahlak ile çalışıp / Bizi geçen bizdendir.
"Hizmette mükemmellik", Ahiliğin varlık nedeniydi. Ahlâkî davranış bozuklukları Ahîlik kurumunda afet olarak kabul edilir ve bu davranış sahipleri ahilikten düşürülürdü: Bunların bazıları şöyleydi: İçki içmek, Zina etmek, Livata etmek, Gammazlık, Münafıklık, Kibir, Hased, Kin, Yalancılık, Va'adinde (sözünde) durmamak, Hıyanet, Namahreme bakma, Ayıp arama, Nekeslik, Gıybette bulunma, Bühtan, Hırsızlık, Haram yemek...
Görülmekte ki, Ahîlikte, afet olarak sayılan ahlâk bozuklukları, toplum düzenini sarsan, hatta toplumların yok olmalarına sebep olan hastalıklardı. Ahîlik kurumunun meslek ahlâkı, doğruluk ve bağlılığa dayanırdı. Dayandığı prensipler şunlardı: Müşteriyi aldatmamak, Malı överek yalan söylememek, Hileli ölçüp tartmamak, İhtikâr (karaborsacılık) yapmamak, Müşteriyi kızıştırmamak, Alışverişte iyi muamelede bulunmak, Çalışanın sorumluluğunu bilmesi, Çalışanın işinde dikkatli olması, Çalışan ferdin işi savsaklamaması...
Ahilerin çarşılarını süsleyen güzel sözler birer şiir gibiydi: İşte bir çarşı kapısının üzerinde yazılanlar:
“ Sevgi göster herkese ha! / Selamdan kaçınma sakın. / İnsanları ayırma ha! / Hepsine adil ver hakkın. Niyetin iyi olsun ha! / Her şeyin gerçeğini söyle. / Hayırlı'dan ayrılma ha! / İyi anlaş herkes ile. Etrafına dostluk saç ha! / Eser kalır sen gidersin. / İyi belle unutma ha! / Önce hizmet sonra sensin.”
Yazımın başında verdiğim örneklerde olduğu gibi, eskiden dükkanları süsleyen usta hattatlar elinden çıkmış, levhalar, ahilik kültürünün göstergeleri gibiydi. Her mesleğin özelliklerini anlatan levhalar olduğu gibi, bazı levhalar da her esnaf için geçerliydi: İşte bunlardan biri şöyleydi:
“Her sabah Besmeleyle açılır dükkânımız.
Hakk’a iman ederiz, Müslümandır şanımız.
Eğrisi varsa bizden, doğrusu elbet sizin.
Hiylesi hurdası yok, helalinden malımız.
Müşterilerimiz velinimet, yaranımız yarimiz.
Ziyadesi zarar verir, kanaattir kârımız.
Geliniz bir Osmanlı çarşısında gezinelim: İşte ilk girdiğimiz yer bir aşçı dükkanı olsun: Bakınız tezgahın üzerinde ne yazıyor:
“Her taamın lezzeti ta ki dimağdan çıkar,
Tuz ekmek hakkını bilmeyen akıbet gözden çıkar.”
Aşçımızın yanında balıkçı var. Bakınız ne yazmış:
“Ehl-i aşka müptelayım nemelazım kâr benim,
Mal ve mülküm yoktur amma kanaatim var benim.”
Sırada bakkal var:
“Dükkân kapusu Hak kapusu, Hakkına yalvar,
Çeşmim gibidir çeşmeleri akmasa da damlar.”
Karşı sırada bir marangöz atölyesi var. Talaş tozu ile kaplanmış levhanın altındakı yazı güçlükle okunabiliyor:
“Sefa geldin ey müsafir, ısmarla kahve içelim,
İşçi ile sohbet olmaz, bir merhaba der geçelim.”
Çoğu hamamda, çoğu handa aynı levhayı görmeniz mümkündür:
“Gelen gelsin saadetle,
Giden gitsin selametle.”
Dünün ahileri, bugünün esnaf, sanatkârı. Hasılı her biri birer meslek sahibi. Ahilik ruhu, ilkeleri günümüzde erozyona uğramış olsa da her birinin sosyal hayata katkı sağladığından kuşku yok. Her biri hünerleri, başarıları ve ahilik geleneğinden taşıyabildikleri unsurlar ölçüsünde değer, güç ve kudret sahibidirler. Onlar toplumumuzun temel direkleridir.
Ali Akbaş şiirinde ne güzel söylüyor:
“Sıcak yatağında uyumak varken
Açar dükkânını her sabah erken
Demirci, kömürcü, marangoz, berber
Eski bedestende semerci Ejder”


www.ufukotesi.com - 11 / 2004  

ufuk@ufukotesi.com

Ufuk Ötesi Gazetesi'nde yayınlanan yazı, haber ve fotoğraflar kaynak gösterilerek iktibas edilebilir.