Tutanak

 

Hüseyin Özbek  

ÇANAKKALE’ Yİ HARCAMAK


Çanakkale muharebeleri seçkin komutanların kan ve ateş içinde sınanarak ortaya çıktığı yer olduğu kadar, Mehmetlerin de özgüvenlerini yeniden kazandıkları, yedi düvele meydan ve ferman okudukları bir yer oldu.

Çanakkale muharebeleri dört yılı aşan 1. Dünya Savaşı’nın başlangıcı sayılabilecek dönemde geçmiştir. Türk Ordusu Çanakkale’de İtilaf donanmasına ve ordularına karşı yalnızca başkent İstanbul’un yolunu kapatmakla kalmadı. 1912-1913 Balkan Savaşlarındaki utanç verici yenilgisi ve İstanbul yakınlarına kadar süren bozgunundan sonra artık savaş yeteneğini kudretini kaybettiğine hükmedilen bir dönemde yeniden dirilişini de dosta düşmana kanıtlamış oldu.
Balkan bozgunundan sonra Enver Paşanın Erkânı Harbiye Reisi olduğu İttihat ve Terakki iktidarında orduda yeniliklere başlandı. Alaylı, yeteneksiz, yaşlı subaylar tasfiye edildi. Harbiye çıkışlı, çağdaş eğitim almış, milli duyarlılıkları gelişmiş genç bir subay kadrosu orduda yükselme ve komuta imkanı buldu. Bu altın nesil birinci Dünya Savaşı boyunca değişik cephelerde çoğu kez rütbelerinin de üstünde birliklere komuta etmek imkanı buldu.
Bu altın neslin piştiği, kan ve ateş içinde yoğrulduğu, Mehmetlerle destan yazdığı Çanakkale muharebeleri ayrı bir önem taşır: Az bir uğraştan sonra Türk Ordusunu ve tahkimatını dağıtarak Çanakkale’yi aşıp İstanbul’a ulaşmayı, başkenti düşürüp Osmanlı’yı savaşın başında saf dışı bırakmayı düşleyen İtilaf güçleri acı bir sürprizle karşılaştılar. Bırakın İstanbul’u geçip Alman cephesi karşısında zorlanan Çarlık Rusya’sına yardımı, kendileri yardıma muhtaç bir duruma düştüler.
19. Tümen Komutanı Yarbay Mustafa Kemal, geleceğin Atatürk’ü de, bu zorlu sınavda savaşın kaderini tayin edecek ölçüde yüksek komutanlık ve liderlik yeteneklerini gösterdi. Gerçekten “ kaderin adamı “ olduğunu ispat etti. Bir yılı aşkın kanlı Çanakkale deniz ve kara savaşları sonucu Çanakkale’nin geçilemeyeceğini anlayanlar da tası tarağı toplayıp geldikleri gibi gittiler. Gerçi Birinci Dünya Savaşı değişik cephelerde dört yılı aşkın bir süre daha sürdü. Bizim açımızdan 30 Ekim 1918 Mondros Ateşkes Anlaşmasıyla yenilgiyle sona erdi.
Savaş bizim açımızdan Çanakkale Muharebeleri sonucu yenilgiyle bitseydi, İstanbul ve İzmir’in işgali 1919 yerine 1915’te gerçekleşecekti. Bu durumda da Kurtuluş Savaşı mümkün olmayabilirdi. Çanakkale savaşlarında kendini ispatlayan “kaderin adamı” daha sonra Doğu ve Filistin cephelerinin yetenekli paşasını kamuoyu ve Mehmetler tanımayacaktı.
Her türlü resmi sıfatlarından arındığı halde Kurtuluş Savaşı başlangıcında peşine düşülen Mustafa Kemal Paşa bu itibarı ve şöhreti birinci Dünya Savaşında cephelerin kanı ve ateşi içinde sağlamıştır.
Çanakkale muharebeleri seçkin komutanların kan ve ateş içinde sınanarak ortaya çıktığı yer olduğu kadar, Mehmetlerin de özgüvenlerini yeniden kazandıkları, yedi düvele meydan ve ferman okudukları bir yer oldu. Yine Çanakkale Viyana önlerinden beri süren geri çekilmenin milletin bilinçaltında yaptığı ezikliğin, özgüven eksikliğinin aşıldığı yerdir.
Çanakkale dünyanın süper güçlerinin, zamanın son teknolojisi silahlarıyla, en donanımlı ordularıyla birlikte çullandıkları mazlum bir ülkenin onurlu, yiğit evlatlarının kanıyla, canıyla durdurulduğu yerdir. Bu anlamda da Türk Milletinin Kâbe’si denebilecek bir yerdir.
Türk milleti en bunalımlı, en umutsuz günlerinde Çanakkale’de ruhunu, inancını tazeleyebilir. Yeniden yaşama, aşılmazları aşma, yenilmezleri yenme azmine kavuşabilir. Yaşlısı, genciyle bütün bir milletin milli sembolü olmuş bir yer olan Çanakkale günümüzde tehlikeli sonuçlara yol açabilecek bir ilginin de odağıdır. Çanakkale sözcüğünün zihinlerde uyandırdığı çağrışım Türk’ün ülkesini ve onurunu ölümüne savunduğu bir yer olmasıdır.
Günümüzdeki bazı girişimler ve oluşturulmaya çalışılan yeni bir zihinsel Çanakkale mühendisliği karşısında uyanık olunmalıdır: Toplum mühendislerince, medya cambazlarınca pazarlanan laboratuvar ürünü Çanakkale’de Mehmetçik başrol oyuncusu değildir. Mehmetçik başrol oyuncusu İngiliz, Fransız, Anzak askerleri karşısında ikinci, üçüncü derecede role layık görülen, neredeyse figüranlık derecesine indirilen bir konumdadır. Emperyalist devletlerin işgalci askerleri Çanakkale’de antik dönem TROYA’ sının Aşil’ leri ,Agamemnon’ları gibi sunulmaktadır. Mehmetçiğe biçilen rol ise neredeyse isimsiz bir Troyalı asker derecesindedir. Mehmetçiğin önemi, İngiliz, Fransız askerleri karşısında bulunmuş olmaktır. Çanakkale’ nin öznesi değil, nesnesi konumundadır. Bu tür girişimler günümüzde imaj pazarlaması gibi yöntemlerle gündeme getirilmektedir. Çanakkale bir milletin yaşama azmi ve inancıyla kaderin çizildiği yer olmaktan çıkarılmakta, İngiliz, Fransız ve Anzakların teşrif ettiği, ayak bastığı için adeta kutsanmaktadır.
Büyük Atatürk’ün Çanakkale’de yatan İtilaf askerleri için söyledikleri de yanlış yorumlanmaktadır. Bu sözlerin yanında Mustafa Kemal’in Ruşen Eşref’e verdiği mülakat birlikte değerlendirilmelidir. Kısacası mavi gök altında onurla yatan, nöbetlerini de hâlâ eksiksiz bir şekilde tuttuklarına inandığımız kefensiz Mehmetler rahat bırakılmalıdır. MEHMETÇİK NE ZAMANDAN BERİ İŞGALCİ ASKERLERİN ODA SERVİSİ HİZMETİNDE KULLANILMAKTADIR?
Bu densizliklere engel olunmalıdır.


www.ufukotesi.com - 11 / 2004  

ufuk@ufukotesi.com

Ufuk Ötesi Gazetesi'nde yayınlanan yazı, haber ve fotoğraflar kaynak gösterilerek iktibas edilebilir.