Göğe Merdiven

 

Aybars Fırat  

KİRLENMEDEN BÜYÜMEK!


Bu günlerde televizyonlarda gece gündüz oynatılan bir temizlik reklamına (!) takmış bulunuyorum; "Kirlenmeden Büyüyemem!" ve "Kirlenmek Güzeldir!" Beynimize gizlice ve bir daha unutulmamak üzere sokulmaya çalışılan bu pis cümlelere neden daha çok kimse dikkat etmiyor bilmiyorum.

Evet, cümlenin de pisi olur, bu iki cümle sadece pis değil, iğrenç! Çünkü sadece cebimizdeki paracıklara gözünü diken sıradan bir reklamcı cümleleri değil bunlar. Bunlar, aynı zamanda geleceğimizi de satın almayı, bizi köleleştirmeyi amaçlayan, kirlenmeyi, kirliliği gayet tabii bir durum gibi karşılamamıza, buna alışmamızı isteyen, kirletilip bir kenara atılmaya bizi zihnen hazırlamayı hedefleyen cümleler. Abarttığımı düşünebilirsiniz, hayır abartmıyorum. Maalesef reklam dünyası de en az sinema dünyası kadar ciddi bir şekilde sömürünün, emperyalizmin maşası olarak kullanılıyor. Bunun sıradan bir örneğini televizyonlardaki gazete reklamlarında görürsünüz. Güya herhangi bir gazetenin reklamı yapılır: Hayır, gerçekte gazetenin ele alınan nüshasındaki başlık beynimize kazınmak istenmektedir. Siz gazete reklamı seyrediyorum sanırsınız, ama aslında gazetenin değişmeyen ana başlığı (Mesela: Kürtçe yayın serbest! ) reklam edilmektedir.
Konuyu biraz daha açmak isterim; neden kirlenmek güzel olsun ki? Kirlenmemek, temiz olmak daha güzel değil midir? Kirlenmeden büyümek neden güzel olmuyor da, kirlenerek büyümek güzel oluyor? Bir çocuk için değil de, bir genç kız için aynı şeyi düşününüz! Kirlenmek,
kirletilmek bir genç kız için her şeyini, ama her şeyini kaybetmektir. Türkiye için aynı durumu
düşünürsek, başına çuval geçirilerek büyüyen bir Türkiye ile karşılaşırız. Hayır, Türkiye her alanda başına çuval geçirilmesine izin verilerek büyüyemez. Bunu böyle düşünenler varsa yanılıyorlar. Bazı kurumlarımız "biz her şeyin farkındayız" diyebilir. Bu bir yanılgıdır. Her şeyin bilinmesi hiç bir anlam ifade etmez. İnsanlarınızı kirlenmeye alıştırıyorsanız, buna razı hale getiriyorsanız, onun mayasını bozuyorsunuz demektir. Siz, aleyhinizdeki her türlü saldırıyı biliyor, görüyor ve buna rağmen ses çıkarmıyorsanız, yanlış yapıyorsunuz. Kirlenerek, kirletilerek bir yerlere gelmek, büyümek mümkün değildir. Geleceği bazı eksiklerle kurabiliriz diyenler yanlış yapıyorlar. İğfal edilmiş bir genç kız gibi Türk Milleti sürekli başı önünde bırakılırsa, gençlerimiz Türk olmaktan utanır hale getirilirse biz milletimizin geleceğini kime emanet edeceğiz?
Gece gündüz Avrupa Birliği ile yatıp kalkarsak, aleyhimizdeki her söze, her ihanete peki dersek, başka alternatifleri unutturursak, AB fiyaskosu açıkça karşımıza çıkınca ne yapacaksınız? Bu milleti sonsuza kadar yalanlarla oyalayamazsınız. Yalandan söylediğiniz "hele bir... olalım da!" sözlerine de bu milletin karnı toktur. Millet sürekli uyutulan bir arslan gibidir. Buna ne kadar izin vereceğini tahmin edemezsiniz. İhanete göz yumduğunu zannedenler bir anda uyuyan arslanın uyandığını görebilir. Bu da toplum mühendislerinin beklediğinden daha kısa bir süre içinde olur. Çünkü milletin ayranının ne zaman kabaracağı belli olmaz. Büyüyeceksek başı dik büyüyelim. Şerefli bir millet olduk, her zaman öyle kalalım. Biliniz ki, Türk Milleti aç, açık kalabilir. Açları doyuran, çıplakları giydiren, gündüz oturmayan, gece uyumayan yöneticilere kavuşur, açlığını, çıplaklığını unutur. Ancak erkinliğini, hürriyetini kaybettiğini görürse onu kimse durduramaz. Seğmenleri, efeleri, zeybekleri, kızanları, dadaşları, bayraktarları, yarenleri ayaklanıverir. Ocaklar susabilir, bucaklar sessiz kalabilir ama işte o asıl ocak, milletin bağrı hiçbir zaman sessiz kalmaz. Kalmamıştır. Meğer, bu asil millet, kirlenmeye, kirletilmeye alıştırılır, zihin altına bu çirkin anlayış bir şekilde yerleşirse asıl felaket o gündür. İşte o zaman harekete geçecek millet kalmaz. Bu bakımdan milletimizin kirlenmesine, kirlenerek büyümesine göz yumanlara seslenmek ve bunun vebalini taşıyamayacaklarını hatırlatmak istiyorum. Zihinlerimize sokulmak istenen fesat cümlelerine göz yuman herkesi lanetliyorum. Hayvan çiftliklerine, hayvanlaştırma, uyuşturma süreçlerine seyirci kaldığı için RTÜK'ü şiddetle kınıyorum. Bir şekilde iğfal edilmemize, zehirli gıdalara, tehlikeli katkıları olan hazır yiyeceklere, hormonlara, maneviyatımıza şırınga edilen zehirlere seyirci kalan, göz yumanları, bunlardan kazandığı üç kuruş için öz milletinin geleceğini hançerleyenleri uyarıyorum. Bu günün yarını da vardır. Bazıları bazı güçleri arkasına aldığını zannededursun, o güçler bu milletin umurunda değildir. Hele atına bir kere binmeyegörsün...

ARKASINA ÇAPANOĞLUNU ALAN EŞEK

Çapanoğlu zaman zaman tebdili kıyafet edip Yozgat'ı dolaşırmış. Gene böyle bir gün, sokakta
yaşlı, çok zayıflamış, aç, perişan bir eşeğe rastlamış. Konağına dönünce, buldurmuş eşeğin
sahibini, hışımla hesaba çekmiş.
-"Bre mendebur herif, nedir o zavallı hayvancağızın günahı, neden aç sefil bırakırsın?"
-"Aman beyim, hiçbir işe yaramıyor ki yem saman vereyim o hayvana, benim boşa giden masrafıma yazık değil mi?"
-"Yaa, gençliğinde hayvanı çalıştır, üstüne bin, seklem vur, bağa bahçeye git, yaşlanınca bakmak yok öyle mi?
Bak şimdi; şayet on beş güne kadar bu eşek, üstüne 20 çiniklik seklem vurulup, o seklemi burdan Çeşka'ya kadar götürmezse, ben sana yapacağımı bilirim."
Adam ne yapsın, emir demiri keser. Karşısındaki de Çapanoğlu üstelik. El etek öptükten sonra koşmuş eşeğin yanına. Çekmiş ahırın en güzel yerine. Evdeki bulgur, yarma, hediklik, kavurgalık ne varsa. Kolay mı, eşek tavlanmazsa sonunda Çapanoğlu'nun gazabına uğramak var. Allah'tan, eşek de adamın yüzünü kara çıkarmamış, ilk üç-beş günde şöyle bir kendine gelmiş, haftasında silkinmiş, on ikinci, on üçüncü gün tavlanma başlamış, bir yandan yem yerken, bir yandan da sahibiyle şakalaşıyor onu duvara sıkıştırmaya çalışıyormuş. Adamın asıl zoruna giden şey ise, bütün bunları yaparken, eşeğin keyifle anırması imiş. Tabii adam, hem eşeğe hizmet ederken, hem de küfrün bini bir paraymış.
-"Anır eşşoğleşşek anğr" diyormuş adam; "Arkana Çapanoğlu'nu aldın da, anırırsın değil mi?"

"MOSKOF KEFERESİ TEPEMİ ATTIRMASIN!"

Çapanoğulları, güç ve kuvvetlerinin sınırı en yükseğe çıktığı dönemlerde bile, devlete tam
sadakatten hiçbir zaman ayrılmamış, bu yüzden Padişahlar tarafından çok sevilmişlerdir. Savaşlarda ordusuyla Osmanlı Ordusu içinde savaşmışlardır. Bir Rus savaşında, genç bir Çapanoðlu esir düşer. Padişah, sevdiği bu bey oğlunu kurtarmak için bütün diplomatik
girişimlerde bulunur. İşi, yeni bir savaş açma tehdidine kadar götürür. Fakat Rus Çarı'nın "Moskof"luğu üzerindedir. Bırakmaz Çapanoğlu'nu. Çapanoğlu da, bu işle Padişah efendimiz ilgilenirken karışmak istememiştir. Bakar olacak gibi değil, Padişahtan, Rus Çarı ile kendisinin muhatap olması hususunda izin alır. Padişah bu izni verir vermez, Çapanoğlu Rus Çarı'na bir mektup yazar. Mektupta özetle:
-"Bir aya kadar oğlum Bozok'a döndü, döndü... Dönmedi, Yozgat'tan bir atlı ile çıkar, tahtını
sarayını başına yıkarım." der.
Mektubu alan Çar, perişan olur. "Aman bindirin bu Çapanoğlu'nu da memleketine gönderin"
emrini verir. Adamları:
-"Aman haşmetmeap, koca Padişahın tehditlerini dinlemediniz, ama Çapanoğlu'nun bir mektubu ile pes ettiniz!"
Rus Çarı sakalını karıştırır:
-"Siz Çapanoğlu'nu bilmezsiniz. O, Yozgat'dan bir atlı ile çıkarsa, Moskova'ya gelinceye kadar yüz bin atlı olur, başımıza bela alırız, hemen gönderin oğlunu!"

ÇAPANOĞLU’NU KİM DİNLER!

Başlık parasının çokluğundan mıdır, yoksa öyle bir salgın mı olmuştur, bir ara kız kaçırma olayları öylesine artmış ki, Çapanoğlu, kız kaçırmayı yasaklayan bir ferman yayınlamak zorunda kalmış. Ferman üzerine, kaçırma olayları "cirp" diye kesilmiş. Aradan bir zaman geçmiş ki, o da ne, Akdağ'dan gencin birisi, kızı almış, kaçırmış! Çapanoğlu küplere binmiş, yakalanıp huzura getirilen gence hışımla sormuş:
-"Bre mel'un, bire madrabaz, bre haddini bilmez. Sen benim kız kaçırmayı yasak eden fermanımı duymamış mısın ki?" Bizim Akdağlı, toprağının, yetiştiği yörenin asaleti ve mertliğiyle cevap verir:
-"Duymaz olur muyum beyim, hem duymuş, hemi de bilmişimdir."
-"Bak hele, hem suçlu, hem güçlüdür. Ya peki, bile bile benim emrime nasıl karşı gelirsin, koca
Çapanoğlu'nu nasıl dinlemezsin?"
-"Aman beyim, beyimizin emrine karşı gelmek haddimiz değildir, aklımızdan bile geçmez. Lâkin, sevdiğim kızı, ne benim babam alırım der, ne de kızın babası verimkâr olur. Bana da kaçırmaktan başka yol kalmaz."
-"Hele hele, peki ya benim fermanım?"
Genç dayanamaz:
-"Geç beyim geç, siz ferman çıkarırken düşünmez misiniz ki, Akdağ'da kalkan yürek, Yozgat'taki Çapanoğlu'nu dinlemez!"


www.ufukotesi.com - 11 / 2004  

aybarsfirat@yahoo.com

Ufuk Ötesi Gazetesi'nde yayınlanan yazı, haber ve fotoğraflar kaynak gösterilerek iktibas edilebilir.